Olursa savrulursunuz. 1878 yılında Yeşilköy’e kadar gelen Rus ordularının işgalini önlemek için İngiliz Donanmasını Marmara’ya sokarsınız. Karşılığında Kıbrıs ve Mısır’ı verirsiniz. 1913 yılında Balkan Harbinde, 5 yıl önce bağımsızlığını kazanan Bulgaristan’ın işgal ordusu ile Çatalca’ya kadar gelmesini seyredersiniz. 29 Ekim 1914’te Almanya’nın ve Kayzer’in ucuz kanı olarak Goeben ve Breslau gemilerinin emrivakisi ile Rus limanlarını bombalar ve bir anda kendinizi Birinci Dünya Savaşının kanlı ve karanlık tünelinde bulursunuz. Sonunda, 3 milyon km2 imparatorluktan, Sevr ile dayatılan 200 bin km2 karelik Ege’siz, Marmara’sız ve Akdeniz’siz bir toprak parçasına sıkışıp kalırsınız. 1962 yılında Türk milletinin haberi olmadan orta menzilli Amerikan nükleer Jüpiter füzelerini topraklarınıza yerleştirtir ve nükleer karşı saldırının açık hedefi olursunuz. Aynı yıllarda topraklarınızdan Amerikan stratejik U2 istihbarat uçaklarının kalkmasını bile kontrol edemez ve Sovyet topraklarında düşürülen uçağın pilotu Türkiye’den kalktığını söyleyince pişkince bize haber verilmedi dersiniz. Kuzey Irak Kürtlerini koruyacağız diye, 1991 yılında ‘’Provide Comfort’’ isimli Çekiç Güç harekatına izin verir ve güneydoğumuzun anavatandan kopma sürecine su taşırsınız. 4 Temmuz 2003 günü Süleymaniye’de özel kuvvetlerinize çuval geçirilir, ellerine kelepçe takılır ve namusları olan silahları alınır, içlerinden bir kişi bile direnmeden teslim olduğunda, ‘’stratejik ortağımızla bir çatışmayı önlediler’’ dersiniz. 1 Haziran 2010 gecesi İsrail deniz komandoları Mavi Marmara gemisine saldırıp katliam yaptığında, gemi Türk bayrağı taşımıyordu, Kiribati bandırasına sahipti dersiniz. Kara sınırlarınız delik deşik olmuş, giren çıkan teröristlerin sayısı bile bilinmezken, 24 Kasım 2015 günü size açık tehdit teşkil etmeyen Rus savaş uçağını hava sahamızı ihlal etti diyerek düşürür ve 21nci yüzyılın başında her açıdan karşılıklı işbirliğine ihtiyacımız olan Rusya ile ilişkileri bir anda dinamitlersiniz.
NATO Tarihinde bir ilk. Bu yaşanan NATO tarihinde bir ilktir. Ne soğuk savaşın en karanlık günlerinde ne de Balkan Krizinde (NATO’nun 24 Mart 1999 Kosova müdahalesi dahil) NATO’nun düşürmediği bir Rus uçağını düşüren ülke, tarihe Türkiye olarak geçmiştir. Türkiye soğuk savaş döneminde Küba Füze Krizi gibi en kritik dönemde bile bırakalım Sovyet jetleri ile it dalaşını, Karadeniz’de bir kez bile NATO tatbikatına izin vermemişti. Bugün, nükleer bir dünya gücüne ve aynı zamanda ticaret, enerji (mavi akım, Türk akımı), turizm ve bilimsel işbirliği (Akkuyu nükleer santral) ortağımıza yapılan bu müdahale, angajman tedbirleri uygulanıyor gerekçesine sığınılarak izah edilemez. NATO tabiri ile ‘’Political Position Indicator’’ (Siyasi Durum Göstergesi) dikkate alınarak, angajman tedbirleri mevcut hassas duruma göre uyarlanabilirdi. Yani stratejik ve hatta jeopolitik sonuçları olacak kritik bir alanda tetiği her önüne gelene çekmeyecek bir mekanizma tesis edilebilirdi.
Benzeri Soğuk Savaşta Yaşanmadı. Bu yaşananın bir benzeri ne soğuk savaş döneminde ne de sonrasında yaşanmıştır. 1 Mayıs 1960 ‘da Sovyetler üzerinde ve 27 Ekim 1962 günü Füze Krizi esnasında Küba üzerinde Amerikan U2 istihbarat uçaklarının düşürülmesi bile bu olaya benzemez. Eğer NATO’ya güvenerek bu uçak düşürülmüşse, NATO’da çalışanların çok iyi bildiği bir gerçeği hatırlatalım. Ne ABD’li Johny, ne İngiliz Tommy, ne de Fransız Pierre, Türkiye’nin çıkarları ve savunması için ölür.
Geçmişten bir anı: Deniz Harp Akademisi öğrencisi iken strateji ve deniz gücü öğretmeniz E. Deniz Kurmay Albay Mert Bayat, 60’lı yıllarda bir kurmay subay olarak katıldığı NATO Komuta Yeri Tatbikatında (CPX) yaşadıklarını anlatmıştı. Tatbikat senaryosuna göre Sovyet Karadeniz Filosunun Bulgar kuvvetlerinin desteği ile İstanbul Boğazı kanatlarını işgal etme girişiminde bulunduğu bir durum yaratılmıştı. Tatbikata katılan NATO Komutanlığı temsilcisi Amiral, Türk Donanma’sının yoğun Sovyet Hava Kuvvetleri saldırıları ile imha edilmiş olması ve Boğazların düşme tehlikesinin belirmesi üzerine İstanbul Boğaz yaklaşma sularındaki ve amfibi hedef sahasındaki Sovyet donanmasına karşı uçaklardan atılan taktik nükleer silahların kullanılmasını önerir. Türk tarafı bu duruma şiddetle karşı çıkar. Zira bu silahların kullanılması yaratacağı radyasyon ve Sovyetlerin mukabil nükleer saldırısı ile onbinlerce sivil İstanbullunun da ölmesi demektir. Amerikalı Amiralin cevabı şöyledir: ‘’Boğazların düşmesi daha mı iyidir?’’
Tarih yol gösterir. Liyakat kazandırır. Osmanlı İmparatorluğu 2 Ağustos 1914 günü çok büyük bir gizlilik içinde sadece Enver, Talat, Sait Halim Paşa ve Büyükelçi Hans von Wangenheim’ın bilgisi ve iradesi ile Almanya ile ittifak antlaşması imzalamıştı. Bahriye Nazırı Cemal Paşa bile ittifak anlaşmasından bir gün sonra haberdar olmuştu. Bu antlaşmadan 3 ay sonra bu kez Goeben (Yavuz) muharebe kruvazöründe bulunan Alman Amirali Souchon’un Enver Paşa’yı Karadeniz’de bir tatbikat yapacağız aldatmacası ile kandırıp, Rusya ile savaşı başlatan emrivaki saldırısı gerçekleşmişti. Osmanlı Donanmasından da Gayret-i Vataniye ve Muavenet-i Milliye, Taşoz ve Samsun muhriplerinin de yer aldığı 29 Ekim 1914 gece saldırısında Odesa, Novorosysky, Sivastopol limanları bombalanmış iki Sovyet savaş gemisi batırılmıştı. Bu harekattan Osmanlı kabinesinin haberi yoktu. Sonuçta bu savaşta yenildik, milyonlarca gencimizi kaybettik. Savaşı, sonunda batı emperyalist devletleri kazandı. Osmanlı İmparatorluğu Sevr Antlaşması ile Anadolu’da küçük bir toprak parçasına mahkum edildi. Bu makus kaderi strateji ve taktik ile teori ve pratiğe sahip bir eşsiz bir lider, asker ve devlet adamı bozabildi. Onun liderliği kadar yanındakilerin sadakat ve en az onun kadar önemli olan liyakatleri de bu başarıda rol oynadı. Bugün ihtiyacımız olan da budur. Mustafa Kemal’e sadakat ve liyakat. Zaman tarihten ders alma zamanıdır. İç ve dış tuzaklara düşmeme zamanıdır.
Cem Gürdeniz