DENİZİN NEHİR OLDUĞU ŞEHİR İSTANBUL VE DENİZCİLEŞME SORUNU

Yerkürede büyük medeniyetlerin hemen hepsi nehir kıyıları veya deniz kıyısında kuruldu. Su, ister tatlı ister tuzlu olsun insanlığın gelişmesinde vaz geçilmez bir yer tuttu. Günümüzde devletlerin %80’inin kıyısı var. Dünya nüfusunun %95’i denizin 1000 km. si içinde yaşıyor. Bugün nüfusu 15 milyon üzerinde olan 15 dev metropolün 8’i deniz kıyısında. İstanbul da bu metropollerden birisi. Ancak diğerlerinden çok farklı. Zira tam ortasından nehir gibi akan bir deniz geçiyor. Saatte 7 km hızla güneye akan bu nehrin adı Boğaziçi. Rengi mavi. Masmavi. Karadeniz ve Marmara’daki artan kirliliğe rağmen mavilik korunuyor. İki kıta arası nehirleşen bir denize ev sahipliği yapmak İstanbul’dan başka dünyada başka hiçbir şehre nasip değil. Aynı zamanda kıyılarında pek çok büyük limana ev sahipliği yapan İstanbul dünyanın sayılı liman şehirlerinden birisi. Bu durum İstanbul’u tam anlamıyla bir deniz şehri yapıyor.

DENİZ ŞEHRİ AMA DENİZCİ DEĞİL

Peki İstanbul denizci mi? Hayır. 2 yıl önce, 6 Ocak 2019 tarihinde Belediye seçimlerinden 3 ay önce “Denizci İstanbul” Başlıklı “Mavi Vatan” köşe yazımda şunları yazmıştım: “İstanbul tarihi, coğrafyası ve ekonomik özellikleri ile bir deniz kentidir. Ancak 2019 yılına girdiğimiz şu günlerde denizci olamamıştır… Günde 14 milyon yolcu hareketinin olduğu bir kentte sadece 350 bin kişi deniz yolu ve yolculuğunu kullanıyorsa; Tarihin dünya denizcilik mirasına kaydettiği en güzel yolcu vapuru tipi olan Şirketi Hayriye vapurları silueti ile kutsanan Haliç ve Boğaz suları bugün ütüye benzeyen dünyanın en çirkin gemi ve yolcu motorları ile göz kirliliğine maruz kalıyorsa; 15 milyonluk bir deniz kentinde sadece bir deniz müzesi (Beşiktaş) ve bir Sanayi Müzesi (Rahmi Koç Sanayi Müzesi) var ve hiç bir denizcilik müzesi (Maritime Museum) yoksa; Dünyanın en eski deniz kenti olan bir şehirde sadece iki gemi müze (Fenerbahçe ve Uluçalireis) varsa ve son 15 yıldır dünyanın en zengin batık gemi koleksiyonuna sahip Yenikapı Batıkları alanı için hala bir müze kurulamamışsa;

Yüzlerce meydanı olan bir kentte tek bir deniz ve gemi temalı meydan yoksa; Böylesine büyük bir deniz kentinde sadece 28 yelken kulübü ile yıl boyu sürekli yelken faaliyeti gösteren sadece bir bölge varsa (Moda-Fenerbahçe); İstanbul kıyılarında yüzme bilmediği için boğularak ölen vatandaşlarımız her yaz hemen hemen her hafta sonu haber oluyorsa; Marmara Denizi, Karadeniz, İstanbul Boğazı, Haliç ile Adalar kıyılarının toplamı 350 km’yi aşan bir kentte kebapçı sayısı, balık restoranları sayısını onlarca kez katlıyorsa; Binlerce yıllık liman, gemicilik ve denizcilik geçmişi olan bir kentte deniz antikacı ve deniz kitapçısı sayısı 10’u geçmiyorsa; Kentin yetiştirdiği deniz ressamlarının sayısı üç haneli sayılara yaklaşamıyorsa; Gemi modelcisi sanatçıların bir araya gelecek bir dernek odası bile yoksa; Yüzlerce üniversiteye sahip mega kentin hiç bir üniversitesinde denizcilik gücü ve denizcilik kültürü üzerine kürsü, enstitü veya araştırma merkezi yoksa; Bütçesi pek çok devlet bütçesinden büyük İstanbul Büyükşehir Belediyesinin münhasıran kentin denizcilik kültürünün tespiti korunması ve geliştirilmesine yönelik ne bir şubesi ne de bir dairesi yoksa; 1455 tarihinden bu yana gemi yapımı kesintisiz devam eden Haliç Tersaneler Bölgesi gibi, değil milli makamlar, UNESCO tarafından korunma altına alınması gereken bir denizcilik bölgesi, AVM ve beş yıldızlı oteller bölgesine dönüştürülüyorsa; 1895 yılında İstanbul’da 35 000 sandal ile kürekli tekne kültürü varken bugün sandal sayısı 1000’in altına düşmüş ise; Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusu 1 milyonu bile bulmayan kentte Şile’den Pendik’e; Kilyos’tan Florya’ya halka açık onlarca kumsal, plaj ve deniz hamamı varken bugün İstanbul’da temiz ve ücretsiz denize girilecek emniyetli bir yer bulmak neredeyse imkânsız hale gelmiş ise, İstanbul’un denizci kent özelliğinden bahsetmemiz mümkün değildir.”

DENİZCİLEŞME SİYASETİ HİÇ OLMADI

Bu yazı sonrasında Türkiye genelinde yapılan Belediye Başkanlığı seçimleri ile İstanbul Belediye Başkanlığı el değiştirdi. Arkasından Covid pandemisi geldi. Tüm ülke zor zamanlar geçirdi. Geçirmeye devam ediyor. Ancak hayat devam ediyor. Zamanın sarkacı durmuyor. Aradan geçen iki yılda İstanbul’un denizcileşmesine yönelik neler yapıldı? Bu yazıda hayal edilenleri gerçekleştirmek devletin ve yerel idarelerin yani belediyelerin görevi. Devletin Atatürk dönemi hariç denizcileşme için hiçbir şey yapmadığını biliyoruz. İstanbul Belediyeleri içinde de büyük şehir başta olmak üzere denizcileşmeyi hedefleyen ve bu hedefi programına alan yok.

İSTANBUL DENİZ ÇALIŞTAYI 2019

İstanbul’un denizci kimliğinin bırakalım gelişmesine, doğmasına neden olacak herhangi bir atılım devletten gelmedi. Yeni yönetimi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi görevi devraldıktan 9 ay sonra 12 Aralık 2019 tarihinde İstanbul ve Deniz Çalıştayı düzenleyerek geleceğe yönelik bir vizyon çalışması yaptı. Bu çalıştay sonuçları paralelinde doğal olarak beklentiler arttı. Zira tarihte ilk kez İstanbul ve Deniz Çalıştayı yapılmıştı. Ancak aradan geçen 2 yılda çalıştayda gündeme gelen konuların pek azı gerçekleşti. Denizcileşme süreci ile doğrudan ilgisi olmasa da İBB organizasyonunda yapılan bu çalıştayda Kanal İstanbul isimli jeopolitik ve çevresel yıkım projesi hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi değerli bir katkı oldu. (Salt bu konuda 2020 Ocak ayında ayrı bir çalıştay yapılması da önemlidir.)

İBB ŞEHİR HATLARININ BAŞARISI

Diğer yandan İstanbul’un denizcileşmesi ve deniz tarih mirasına sahip çıkmaya katkı kapsamında kayda değer en önemli gelişme İBB Şehir Hatları İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından yapıldı. Aynı zamanda gemi inşa mühendisi olan Sayın Sinem Dedetaş’ın Genel Müdür olmasıyla geçmiş belediye döneminde neredeyse bilerek ölüme mahkûm edilen Haliç Tersanesi canlandı. Tekrar çekiç sesleri gelmeye başladı. Gemi havuzlama tamir ve küçük tonajlı tekne inşa faaliyetleri hızlandı. En önemlisi tarihi Paşabahçe Vapuru eski haline getirilmek üzere tersanede büyük tamire alındı. RMK Müzesinde bulunan Fenerbahçe Vapuru havuzlandı. Tersanede ayrıca Şehir Hatlarına bağlı deniz taksi hizmeti sunmak üzere sembolik sayıda da olsa küçük yolcu tekneleri inşası başlatıldı. (Bu tekneler konusunda iki eleştirimi eklemeliyim. Birincisi dış görünüşleri: Kurtarma botuna benziyorlar. Tarihi mirasa uygun zarif istimbot görüntüsü korunurken içerde en modern dizayn uygulanabilirdi. İkincisi: Dizel tahrik yerine modern dünyanın uyguladığı elektrikli tahrik sistemi seçilebilir ve örnek olurdu.) Şehir hatlarının gerek kendi gemileri gerekse sözleşmeli firmalar ile yolcu taşımada hat ve gemi sayısını artırmasını da başarılar hanesine yazmamız gerekir. Ancak yine de taşınan yolcu sayısı kara ulaşımının yanında çok az kalmaya devam ediyor.

İBB’NİN SINIRLI KATKILARI

Yüzme sporuna katkı ve yüzme eğitimi konusunda önemli bir katkı da Beyoğlu Yüzme Havuzunun yenilenmesi ile yapıldı. Küçük çaplı denizi ilgilendiren sanat, spor faaliyetlerini ile deniz kültürü ile ilgili yayınlanan birkaç kitabı da sayarsak çalıştay sonrası elde edilen katma değerler burada bitiyor.

İSTANBUL NEDEN DENİZCİLEŞMİYOR?

İstanbul deniz ticaret sektörünün en büyük firmalarına, en kapsamlı tersanelere, deniz yan sanayi unsurlarına, marinalara, balıkçı filolarına, deniz ihtisas üniversitelerine kısacası Türkiye’nin denizcilik gücünün merkezi gücüne ev sahipliği yaptığı halde neden denizcileşemiyor? Bu durumdan kim sorumlu? Devletin tüm birimleri ile tüm kıyı belediyeler sorumludur. Tüm ülkede ama özellikle İstanbul’da denizi veya denizcileşmeyi şehrin sosyokültürel hedefleri arasına koyabilen belediyelerden bahsedemeyiz. Örneğin günümüze kadar yapılagelen Belediye seçimlerinde hiçbir aday, hiçbir siyasi parti İstanbul’un denizcileşmesini hedeflememiştir. 15 milyonluk İstanbul’da deniz ve denizciliğe yönelik kalıcı büyük bir değer hiçbir dönemde topluma sunulmamıştır. Zira İstanbul’u bugüne kadar yönetenlerin ve seçimle işbaşına gelen Belediye Başkanları arasında deniz kültürüne sahip kişiler çıkmamıştır. Zira büyük çoğunluğu zaten İstanbul doğumlu değildir. Hayatlarında boğaz kıyısında denize giren, kürek çeken, ya da yelken yapanların sayısı yok denecek kadar azdır.

İSTANBUL’UN KIYILARI İŞGAL ALTINDA

Öncelikle kıyılarımız işgal altında. Avrupa ve Asya kıyılarında Sarayburnu’ndan Rumeli Kavağına; Üsküdar’dan Anadolu Kavağı’na kadar olan muhteşem Boğaziçi kıyılarında halkın denize girebileceği, can kurtaran, iskele, seyyar tuvalet, güneşlenme bankları ile donatılmış tek bir alan yok. Geçtiğimiz yaz döneminde üzülerek gördüm ki, yüzmek için kayalar üzerinde cambazlık yapanlar; güneşlenmek için tozlu kaldırımlara yatanlar; küçük çocuklarına yüzmeyi öğretmek için çabalayan ancak maddi durumu el vermediği için boğazda bulabildiği bir kıyı boşluğunda oturduğu banktan çocuklarını cankurtaran olmayan bir ortamda endişe ile seyreden babalar ve anneler… 21. Yüzyılda bu görüntüler İstanbul’a yakışmıyor. Fransa, İtalya ve İspanya’dan örnek alabilirsiniz. Buralarda kıyılar halka açıktır. Paris’te kahverengi akan Seine nehri üzerinde bile 3 plaj vardır. Nehre girilmese bile insanlar bu suni kumsallarda güneşlenmeye akın eder. Bizde tarihin ve coğrafyanın en güzel armağanı var ve kullanamıyoruz. Denizcileşme devlet ile halkın birlikte gerçekleştirmesi gereken bir süreç. İstanbul halkı denizi ve gemiyi seviyor. Ancak devlet ve belediyeler maalesef denizle halkın arasında duruyor. Kolaylaştırmak bir yana engel çıkarıyorlar. Örnek verelim. Boğazın en büyük belediyesi Sarıyer’dir. En uzun kıyı şeridine ve en güzel koylara sahiptir. Sarıyer Belediyesinin ne yüzme kulübü ne kürek ne de yelken kulübü vardır. Tüm Boğaziçi’nde Kadıköy’ün Moda Deniz Kulübü benzeri bir Deniz Kulübü dahi yoktur. Sarıyer Belediyesi Büyükdere sahilindeki ana binasından çıktıktan sonra bu bina pek ala Belediye tarafından Moda Deniz Kulübüne benzer bir yapıya dönüştürülebilir ve Boğazda bir ilk gerçekleşebilirdi ancak olmadı. Denizcileşmek görgü, bilgi ve kültür ile doğru orantılı bir süreç. Zaman alıyor.

MÜSİLAJ FELAKETİ BÜYÜYECEK

Çevre güvenliği yoksa deniz de yoktur. Geçtiğimiz yaz döneminde İstanbul tarihinin denizdeki en büyük çevresel yıkım süreci müsilaj ile yaşandı. Marmara Denizi gözümüzün önünde oksijensizlikten ölüyor. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi ve kıyılardaki belediyeler bu felaketin en büyük nedeni olan sanayi atıklarının ve evsel atıkların biyolojik ve kimyasal arıtma yapılmadan doğrudan denize verilmesini önleyecek tedbirler acilen almalıdır. Gerekirse olağanüstü koşullar ilan edilmelidir. Zira Marmara Denizi her geçen saat ölüyor. Birkaç deniz temizleme aracıyla satıhtaki müsilajın temizlenmesi kamuyu rahatlatabilir ama denizin ölümünü geciktirmez. Kalıcı ve somut tedbirler alınmalıdır.

KARTAL İSTİMBOTU ANIT GEMİ OLMAYI BEKLİYOR

İBB, Mütareke döneminde 13 Kasım 1918 tarihinde Atatürk’ün “Geldikleri Gibi Giderler” sözünü söylediği Kartal İstimbotunu henüz anıt gemi statüsünde halkın ziyaretine sunamadı. Başkanlığını yaptığım “Kartal İstimbotunu Kurtarma ve Yaşatma Platformu”, Mustafa Kemal’in yaveri Cevad Abbas’a söylediği bu muhteşem sözün 100. Yıldönümünde, 117 yaşındaki tekneyi yenileyip Deniz Kuvvetlerine teslim etmişti. Aradan geçen üç yılda maalesef İBB yol alamadı. Gemi İstanbul Tersanesinde bir depoda bekleyişini sürdürüyor. Eğer önceden planlanmış olan Beşiktaş kıyısı olmayacaksa, bu bekleyişi sürdürmenin bir anlamı yok. Sarayburnu gibi sembol yerler de bu anıt gemi için düşünülmeli, “Geldikleri Gibi Giderler” sözünü abideleştiren sembol gemi, halkla buluşmalıdır.

SAVARONA’YI MÜZE GEMİ YAPIN

15 Milyonluk İstanbul’da RMK Müzesindeki Fenerbahçe Şehir Hattı gemisi ile Uluçalireis Denizaltısı dışında gemi müzemiz yok. İBB’ye buradan 2023 hedefi verelim. Savarona’yı devletten isteyin. Dolmabahçe veya Kabataş’a getirin. Müze gemi yapın. Dünya deniz kültür mirasının en seçkin ve zarif devlet başkanı yatları arasında yerini alan Atatürk’ün en sevdiği gemiyi onun son nefesini verdiği yere getirin. Fark yaratın.

DENİZCİLİK MÜZESİ KURUN

Benzer şekilde İBB’nin Deniz çalıştayında gündeme gelen şehirde yeni bir denizcilik müzesinin kurulmasıyla ilgili çalışmalar başlamadı. Israrla yazıyorum. 1927 yılında Atatürk tarafından Ulaştırma Bakanlığına devredilen ve Yüksek Denizcilik Okulu yapılan ve günümüzde Ziya Kalkavan Meslek ve Teknik Lisesi olarak hizmete devam eden Ortaköy sahilindeki bina kompleksi içinde Feriye Karakol binası olan tarihi bina denizcilik müzesi yapılmalıdır. Okul aynı kampüste bulunan diğer binalarda eğitimine devam edebilir.

İSTANBUL’UN GÖBEKLİTEPE’Sİ

Yazarken üzülüyorum. Yeni Kapı Batıkları dünya deniz kültürünün en büyük hazinelerinden birisidir. Ancak henüz kalıcı bir müzede yerini alamamıştır. Devlet Göbeklitepe’ye gösterdiği ilginin çok daha azını neden bu hazineye göstermiyor? Devletin yapamadığını İBB neden yapmıyor? Ne yazık değil mi? Devlet ve Belediye Metro’nun M ve U harfleri ile uğraşırken binlerce yıllık deniz kültür hazinesi için uğraşılmıyor.

AMATÖR DENİZCİLERE FIRSAT VERİN

2019 İBB Deniz Çalıştayında gündeme geldiği halde, amatör denizciler için otomobil ile yedeklenebilen küçük bot ve sandalları denize indirmek için platformlar yapılmadı. Amatör denizcilerin tekneleri ile boğazda veya İstanbul kıyılarında yanaşıp yolcu indirme bindirme yapacağı iskeleler de mevcut değil. Olanlar da işgal altında. Bu durumda denize çıkmak sadece üst gelir grubunun marinalar üzerinden gerçekleştirdiği bir faaliyet oluyor. Biz de halkın denizcileşmesi esastır diye boşuna nefes tüketiyoruz.

SU SPORLARINI TEŞVİK EDİN

Diğer bir konu su sporları. İBB öncülüğünde kıyı belediyeleri teşvik edilerek belediyelerin yüzme, kürek ve yelken kulüpleri kurmalarına öncülük edilmelidir. Her belediyenin desteklediği kamusal yarar açısından katma değer üretmeyen futbol takımları var. Bu takımlara milyonlarca lira harcanıyor. Bunun sorgulanması gerekir. Diğer yandan yüzme kursları açtırılmalı ve özellikle fakir çocukların yüzme öğrenmesi sağlanmalıdır.

ULUSLARARASI DENİZCİLİK FESTİVALİ DÜZENLEYİN

İBB, 2023 hedefleri arasında dünya çapında Uluslararası İstanbul Denizcilik Festivali düzenlemeyi hedefine almalıdır. Bu festival her 2 yılda bir tekrar ettirilerek Fransızların Brest, Almanların Kiel, İngilizlerin Portsmouth Denizcilik Festivali gibi marka değerler arasına girmesi sağlanmalıdır. Saydıklarımın çoğu 100 yaş üzeri festivaller olsa da umutsuz olmamak, bir yerden başlamak gerekir. 2123 yılında gelecek nesiller bizim de 100 yıllık denizcilik festivalimiz var diyebilir.

SUYA YAZDIĞIMI BİLİYORUM

Bu yazdıklarımın suya yazmaktan farkı olmadığının farkındayım. İstanbul’un binlerce sorunu arasında denizcileşmek bazıları için lüks gelebilir. Ancak denizcileşmek paradigma değişikliği demektir. Denizci toplumlar sorgular. Gerçeği arar. Bilime ve akla güvenir. Ufkun ötesin hayal eder. Değişik kültürleri öğrenmeye çalışır. Doğaya ve çevreye daha saygılıdır. Daha demokrat, daha çoğulcu ve daha saygılı olur. İstanbul’un denizcileşmesi Türkiye’nin denizcileşmesinin ve her geçen gün beyhude orta çağ karanlığına çekilme çırpınışlarının yaşandığı günümüzde uygarlığın lokomotifi olacaktır. Bu yazıyı en iyi özetleyecek Nazım Hikmet’in şiiridir. (‘Oğlumun’ kelimesi yerine İstanbul’un kelimesini koyabilirsiniz)

Oğlumun denizci olmasını isterdim.
Deniz sonsuz bir kavga alanıdır.
Deniz kavgacıdır.
Oğlumun kavgacı olmasını isterdim.
En iyi, en temiz, denizde düşünülür.
İsterdim ki oğlum,
Kavga’dan ayrılmadan,
Kavganın içinde düşünen bir adam olsun.
Denizin gözü pek’tir.
Denizcinin de gözü pek,
Denizle yüz be yüz dövüşülür.
İsterdim ki oğlum,
Yüz be yüz dövüşmekten tat alsın.
Diyeceksiniz ki:“İşte bunda haltettin!
Arkadan bıçak atmasını bilmeyenler,
Bu kara toprak üstünde, kendileri
Sırtlarından bıçak yiyerek devrilirler”
İyi ya, işte ben de onun için,
Oğlumun karada kancıkça dövüşen bir bücür değil,
Denizde yüz be yüz dövüşen bir dev olmasını isterdim.

CEM GÜRDENİZ