Jeopolitik şüphesiz ideoloji dahil, her şeyin üzerindedir. Ancak en yakın ilişki içinde olduğu alanın enerji olduğunu söyleyebiliriz. Zira enerji olmadan devletlerin ekonomisi; ekonomi olmadan da siyasi hayatları olmaz. Enerji olmadan üretim ve ulaştırma olmayacağından ticaret de olmaz. Sanayi devrimleriyle birlikte enerjinin jeopolitik üzerine etkisi tarihi şekillendirdi. Sitim makinesi ile kömürün ve daha sonra içten yanmalı motorlar ile ham petrol türevlerinin vaz geçilmezlikleri kıtasal ve bölgesel güçler arasında sömürge ve etki alanı mücadelesini dünya savaşları boyutuna taşıdı. Enerjiye erişen, demografik gücü ve savunma sanayi olan ülkeler güç mücadelesinde yerlerini kolayca aldılar. Dünya savaşlarının sonunu enerjiye erişimi sağlayabilen taraflar belirledi.
HEGEMONYANIN ANAHTARI ENERJİ VE DENİZİ KONTROL
İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Amerikan düzeni küresel liderliğini okyanusları ve petrol başta olmak üzere enerjiyi kontrol ile sağladı. Küresel deniz ticaret rotaların ve önemli düğüm noktaları ile mega limanların yaklaşmalarını kontrol eden Amerikan donanması, ABD’ye başta Ortadoğu ve Körfez ülkelerinde üretilen petrolün Washington jandarmalığında üretim ve dağıtım olanağını sağladı. Petrol ticaretinin dolar ile yapılması ise 1973 yılında dünya para rezerv biriminin altından dolara dönüşmesinde asli rolü oynadı. ABD bir daha 1973 OPEC krizi benzeri bir senaryoya izin vermedi. 1980 yılında ilan edilen Carter doktrini ile Basra Körfezini kendi hayati etki alanı içine alarak, üsler zinciri ve donanma ile bir nevi ablukaya aldı. Doktrinin özeti şu cümlede açıklanmıştı: ‘’İran Körfezinde kontrolü ele geçirmek için dışarıdan gelecek herhangi bir müdahaleyi, ABD’nin hayati çıkarlarına karşı bir tehdit olarak göreceğiz ve bunu engellemek için askeri güç kullanmak dahil, gereken her türlü tedbiri alacağız.’’
DOĞAL GAZ PETROLÜN YERİNİ ALIYOR
Bu durum aynı zamanda Sovyetleri kuşatan kenar kuşak ve çevreleme stratejisi ile uyum içindeydi. Soğuk savaş 1989 yılında ABD ve müttefiklerinin büyük zaferi ile son buldu. Sovyetler dağıldı. Rusya 2000 yılına kadar bölünmenin eşiğine geldi. Ancak Putin ile Rusya yeniden toparlandı. Dünya 21. Yüzyıla girerken doğal gaz, ulaşım hariç her alanda ham petrolün yerini almaya başladı. Enerjinin kontrolünde artık deniz ve karadaki doğal gaz yatakları ile bu gazı kıtalar arası ulaştıran boru hatları öne çıktı. Yaklaşık yüzde 90’ı boru hatlarıyla taşınan doğal gaz, jeopolitiği etkilemede petrolün yerini almaya başladı. Ham petrolün ulaşımı yüzde 65’lik bir pay ile okyanuslar ve denizler üzerinden tankerler ile taşınmaya devam etti. Günde yaklaşık 60 milyon varil petrolün denizler üzerinde dolaşması okyanusların jandarması Amerikan yönetimine üstün bir durum yaratıyordu. Rusya ve İran hariç tutulursa başta Çin olmak üzere tüm rakipleri denizden tankerlerle taşınan petrole bağımlıydılar. Malakka, Bab el Mendeb, Süveyş, Cebelitarık, Türk Boğazları, Kattegag, Panama gibi düğüm noktaları Amerikan donanması ya da müttefiklerin kontrolünde olduğu sürece deniz üzerinde hareket eden enerjinin kontrolü sağlanıyordu. Ancak doğalgazın kontrolünde sorunlar vardı. En büyük sorun Rus gazıydı.
RUS GAZI YENİ SİLAHA DÖNÜŞÜYOR
2001 yılında yaşanan 11 Eylül olayları ile ABD, Orta Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yeni Amerikan Yüzyılını uygulamaya geçirdi. Afganistan işgal edildi. Irak, Libya ve Suriye dağıtıldı. Yeni jeopolitik şekillendirmede petrol ve doğal gaz rezervleri ile muhtemel boru hat güzergahları asıl rolü oynadı. Doğal gazın başta elektrik üretimi ve konut ısınması olmak üzere hayatın her alanına girmesi, güç mücadelesinde karadan denizlere her boyutta çatışma alanlarını genişletti. Gazprom’un Rusya’da en güçlü ekonomik unsur olması, Avrupa’nın doğal gazda Rusya bağımlılığını artırdı. ABD ve Rusya mücadelesinde Gazprom, Rus ordusu kadar etkili bir konuma geldi ve Rusya’nın yakın çevresinde etkinlikle kullandığı jeopolitik kuvvet çarpanına dönüştü. 2008 dünya ekonomik krizinde Osetya/Gürcistan’da ABD ile Rusya ilk kez karşı karşıya geldi. Osetya krizi Rusya lehine sonuçlandı. 2014 yılında bu kez Kırım krizi yaşandı. Her krizde Rusya doğal gaz tedarikini karşı taraf üzerinde baskı aracı olarak kullandı. Diğer yandan 2010 yılında Çin ilk kez üretimde ABD’yi geçti. 2012 yılından itibaren Güney Çin Denizindeki iddialarını daha sert tutumla savunma arayışına girdi. 2013 yılında petrol ithalatında tam bağımlı olduğu Malakka Boğazında ABD ablukasına karşı Bir Kuşak Bir Yol girişimini başlattı. Enerji ile jeopolitiğin bilek güreşinde yeni bir cephe açılmış oldu. Pekin, ABD’nin Çin’i petrolsüz bırakma tehdidine yeni boru hatları ve karasal ticaret yollarının tesisi ile cevap verdi. Tedarikçi Rusya ve İran ile yakınlaşma ve ittifak arayışına girme süreci daha da hızlandı. Diğer yandan 2000’li yılların başından itibaren kaya gazının piyasalara girmesi yeni tedarikçileri ortaya çıkardı. ABD net ihracatçı duruma geldi ve sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) piyasası hareketlendi. Boru hatlarına karşı sayıları artan LNG gemileri ortaya çıktı.
UKRAYNA KRİZİ VE DOĞAL GAZ
Son olarak Rusya ile ABD/NATO arasında yaşanan Ukrayna krizinde de enerji jeopolitiğin emrinde hareket ediyor. ABD, Rusya’yı Almanya’nın Kuzey Akım II boru hattı projesi üzerinden tehdit ediyor. Bu tehdit sadece Rusya’ya değil başından beri Rus gazına karşı olan ABD’nin dolaylı yönden Almanya’yı da tehdidi anlamına geliyor. Eğer Rusya, Ukrayna’ya müdahale ederse hem Rusya ekonomik olarak cezalandırılacak hem de Almanya’ya Kuzey Akım II’den vaz geçmesi için büyük baskı yapılacak. Rusya batıda oyalanırken, Çin ile ana jeopolitik öncelik olan Pasifik’te bir hesaplaşma yaşandığında Pekin’e destek veremeyecek. Diğer yandan Rus gazına bağımlı Almanya ve Fransa, Rusya ile kriz yaşandığında ve ağır ekonomik baskılara maruz kaldığında Avrupa’ya gaz akışını kesebileceğini tahmin edebiliyorlar. Örneğin 2022 Ocak ayı ortasında Moldova’ya gaz akışının azaltılması ülkede olağanüstü hâl ilanına kadar gitti. Bugün Almanya’ya gaz akışı kesilse Almanya ancak 17 gün dayanabiliyor. 12 Ocak 2022’de Avrupa’nın tüm doğal gaz depolama alanları %50 doluydu. O nedenle enerji ile jeopolitiğin bilek güreşi Avrupa cephesinde uzun süreler yaşanmaya devam edecektir.
TÜRKİYE’NİN ENERJİDE DIŞA BAĞIMLILIĞI
Türkiye, enerji ve jeopolitik ilişkisinden payını çokça aldı, almaya devam ediyor. Enerjide dışa bağımlı olan Türkiye yılda 60 milyar dolar civarında kaynak harcıyor ve bu durum ödemeler dengesini menfi etkiliyor. Türkiye’nin kendi enerji kaynaklarına ihtiyacı her geçen yıl artıyor. 1990’lı yıllardan itibaren önce İsrail, sonra Mısır’ın Doğu Akdeniz diplerinde doğal gaz bulması, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e bakışını değiştirdi. Diğer yandan 21. Yüzyıla girilirken Akdeniz’de bulunan doğal gaz rezervlerinin Avrupa’nın Rus gazına bağımlılığını azaltabileceği değerlendirmeleri Atlantik dünyasında dile getirilmeye başlandı. Bunun için Yunanistan ve Güney Kıbrıs, Doğu Akdeniz kıta sahanlığından Türkiye’nin zararına aslan payını almalıydılar. Seville Haritası böylece ortaya çıktı. Türkiye bu haritaya ikna edilmeliydi.
YENİ İKTİDAR YENİ JEOPOLİTİK
2002’deki iktidar değişimiyle Türkiye AB vizyonuna hedeflendi. Kıbrıs’ta Annan Planı ile federatif çözüm süreci; Güney Kıbrıs’ın tek taraflı MEB ilanına sadece diplomatik tepki verilerek Seville Haritasına karşı çıkılmaması; Güneydoğuda akiller ile çözüm süreci üzerinden özerklik dayatması; Türk üst kimliğinin yok edilerek etnik bölünmenin yolunun açılması; Ermenistan ile karşılık almadan yumuşama ve sınırları açma girişimi; Türk ordusuna ve donanmasına Ergenekon ve Balyoz kumpasları üzerinden darbe vurularak Atatürkçü ve milli kadroların tasfiye edilmesi, 2002 ile 2014 arasında yaşanan jeopolitik yıkım sürecinin ağırlık merkezleri oldu. Kuzey Irak, Libya ve Suriye’de emperyalizm emrindeki ayrılıkçı Kürtlerin ABD kontrolünde her iki ülkenin doğal gaz ve petrol kaynaklarına çökmeleri ve bu kaynakların mekânsal durumuna göre askerî harekât ve terör hareketlerinin dizayn edilmesi enerji ile jeopolitiği buluşturdu.
DOĞU AKDENİZ’DE GERİLEME DÖNEMİ
15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi Ankara’yı Atlantik jeopolitiğine uyumlandırma sürecinin en önemli dönüm noktası oldu. Devleti kaybedeceğini anlayan iktidar FETÖ ile iş birliğinden FETÖ ile savaş paradigmasına geçti. Dolayısıyla ABD ve AB’yi karşısına aldı. Doğu Akdeniz bu süreçten müspet etkilendi. 18 Mart 2020 tarihinde BM’ye deklare edilen kıta sahanlığı koordinatları ile Akdeniz yetki alanımız dünyaya ilan edilmiş oldu. Bu hamle Seville haritasına resmi bir yanıt oldu. Ancak 2020 yılında yaşanan gerginliklerden sonra ABD ve AB’nin Ankara’yı tehdit etmesi, Almanya’nın tarihimizde ilk kez bir Türk bayraklı ticaret gemisine açık denizde askeri güç kullanarak 22 Kasım 2020 günü Akdeniz’de çıkması iktidara geri adım attırdı. (Bu rezil olayın sahada ve masada hesabı sorulmamıştır.) Böylece sismik ve sondaj faaliyetlerine son verildi. Güney Kıbrıs’ın tartışmalı 5 numaralı sahası, Türk kıta sahanlığını kapsadığı halde, bu sahada Amerikan ve Katar firmalarının delme yapmasına izin verildi. Karşı hamlede bulunulmadı. Diğer yandan Aralık sonunda yaşanan dolar krizinden sonra Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki geri adımına ABD, 11 Ocak 2022 tarihinde Eastmed projesine verdiği desteği geri çekerek cevap verdi. Bu günlerde Akdeniz’deki Güney Kıbrıs etrafındaki rezervlerin Rus gazına alternatif olamayacak kadar az olduğu ve bu nedenle oyun değiştirici olamayacağı değerlendirmeleri enerji çevrelerinde yer aldı. Bu değerlendirmeler ABD’nin Eastmed projesine desteğini çekmesiyle beraber yoğunlaştı. Doğu Akdeniz’de yeterli doğal gaz yoksa Türkiye ile Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasındaki deniz yetki alanı sınırlandırması sorunu daha kolay çözülebilir argümanları akademik mecralarda yer almaya başladı.
ALMANLARIN FIRSATÇI YAKLAŞIMI
Bu kapsamda Alman devletine ABD etki alanında Atlantikçi yaklaşımlar ve öneriler sunan bir düşünce kurulu olan SWP (Stiftung Wissenschaft und Politik) 13 Ocak 2022 tarihinde şu başlık altında bir rapor yayınladı: ‘’Avrupa Enerji Geçişinin Odağında Doğu Akdeniz: Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs arasındaki Köklü Rekabetler ve Yeni İşbirliği Fırsatları’’ (https://www.swp-berlin.org/publikation/der-oestliche-mittelmeerraum-im-fokus-der-europaeischen-energiewende) Rapor, Almanya’nın Türkiye’ye Doğu Akdeniz ve Ege konularında bilinen düşmanca bakışını yansıtan özellikler dışında dikkat çekici bir önermede bulunuyor.
ALMANLARIN YEŞİL HİDROJEN HAMLESİ
Dokumana göre AB ve Almanya, iklim politikasında kendilerine iddialı hedefler belirlediler. Bu nedenle Doğu Akdeniz’deki enerji durumuna bugün birkaç yıl öncesine göre farklı gözlerle bakıyorlar. Doğu Akdeniz’de yeterli doğal gaz rezervi yok. Bunu bir kenara koyun ve deniz yetki alanları sorununu dondurun. Diğer yandan Yeşil hidrojen elde etmek için AB liderliğinde Yunanistan, Kıbrıs ve Türkiye’nin olanaklarını birleştirelim. Rüzgâr ve güneşten elde edeceğimiz yenilenebilir elektrik enerjisini kullanarak sudaki hidrojeni ve oksijeni ayıralım. Hidrojeni depolayalım. Boru hatları veya sıvılaştırarak gemiler ile piyasaya dağıtalım. Yeşil hidrojeni kullanan yakıt pilleri sayesinde ulaştırmada sıfır karbon salınımı hedefini yakalayalım. Ya da yeşil hidrojeni kullandığımız doğal gaz çevirimine takviyede bulunarak karbon salınımının düşmesine katkı sağlayın.
ALMANYA VE HİDROJEN TEKNOLOJİSİ
Almanya, enerji ve hayat alanı saikli iki dünya savaşına neden olmuş sosyo genetik kodlara sahip bir devlet olarak enerjinin 21. Yüzyılda kontrolünde de bu kez bir ticaret devleti olarak aktif rol oynamaya devam ediyor. Hidrojen yakıt pilleri konusunda en gelişmiş teknolojiye sahipler. Ürettikleri hidrojen yakıt sistemi (fuel cell) kullanan havadan bağımsız tahrikli denizaltılar Türkiye dahil pek çok ülkede ya kullanımda ya da inşa halinde. Hidrojen yakıt pilleri toplu ulaşım araçlarında ve gemilerde kullanıma geçiyor. Burada kilit sorun hidrojenin elde edilmesi. Evrendeki tüm kütlenin % 75inin oluşturan hidrojen, gazlı ve sıvı yakıtlar arasında en yüksek kimyasal enerji içeriğine sahip. Dolayısı ile geleceğin enerji sisteminde belirgin bir rol oynayacak. Hidrojen elde edilmesi birkaç metotla sağlanıyor. Ancak suyun elektrolizi ile elde edilen yeşil hidrojenin en büyük özelliği sıfır karbon emisyonuna sahip olması. Almanya da doğal gazın gelecekte yerini alacak yeşil hidrojenin kontrolünü şimdiden hedefliyor. Yeşil hidrojen kullanacak arabaların, lityum tabanlı pillerle çalışan elektrikli arabalardan çok daha uzun seyir menziline ve sürate sahip olacağını da göz önüne alırsak, Almanya’nın Avrupa’nın gelecek enerji teknolojilerinde ön almak için hidrojeni her alanda öne çıkaracağını bekleyebiliriz. Bu kapsamda Avrupa’da elektrikli arabaların asli unsuru olan bataryalarda kullanılan lityum maden yataklarının bulunduğu her yerde, Alman vakıflarının çevrecileri kullanarak lityum işletmelerine mâni olduğu da en son Sırbistan’da örneklendi. Çevreciler Rio Tinto isimli İngiliz firmasına verilen Jadar Vadisi/Tuzla’da Lityum maden çıkarma lisansını iptal ettirdiler.
ENERJİ SAVAŞLARI BAMBAŞKA CEPHEYE GEÇİYOR
Önümüzdeki günlerde iklim krizi, küresel ısınma, karbon salınımı gibi çevre konuları üzerinden büyük güçler rekabet döneminde enerjinin yeniden şekillenmesi ve bu kapsamda jeopolitiğe yansımalarını göreceğiz. Artık kömürü veya petrolü olanlar değil, güneşi, rüzgârı, hidrojeni ve lityum gibi pil teknolojilerinin ham maddelerine bolca sahip devletler üzerinde yeni hamleler göreceğiz.
ALMANLARA TAVSİYELER
Burada SWP’nin Atlantikçi Türk ve Türkiye düşmanı akıl küplerine hatırlatma yapalım. Türkiye’nin hakkı olan deniz yetki alanlarını savunan Mavi Vatan sadece enerjiye odaklı bir doktrin değildir. Mavi Vatan bir yarımada devleti olan Türkiye’nin Akdeniz’den soyutlanmasına, denizden kıtaya itilmesine karşı çıkan jeopolitik bir manifestodur. ABD, AB, Almanya, Fransa istiyor diye, Türkiye’yi denizlerden ve okyanuslardan soyutlayacak karaya hapsedecek bir jeopolitik dayatmaya rıza gösteremeyiz. 21. Yüzyılda ABD ve AB’ye rağmen denizcileşeceğiz. Yeşil hidrojen pazarlamanızı izliyoruz. Bu teknoloji insanlığa daha iyi bir çevre sunabilir. Ancak bu tip çevreci politikalar üzerinden Türkiye’nin denizdeki haklarından vaz geçmesini beklemeyin. Almanya’da özellikle Atlantikçilerinin Kemalist ve denizci bir Türkiye’den nefret ettiğinin bilincindeyiz. SWP’ye ve benzer Alman kurum ve kuruluşlarına tavsiyemiz, denizci ve Kemalist Türkiye karşıtlığına devam etmeleridir. Mavi Vatana saldırmaya devam edin. Demokrasi maskesi altında Türkiye’de etnik bölünmeyi ve dinin siyaset aracı haline gelmesine destek olun. Fonlarınızla cumhuriyet düşmanı iki habis yapıya milyonlarca avro akıtmaya devam edin. PKK ve FETÖ’ye kucak açın. Çevrecilik maskesi altında Taşucu Mersin’de tersane projesinin engellenmesi gibi pek çok stratejik projeyi önlemeye devam edin. Yapılan her türlü kötülüğe rağmen Atatürk’ün çocukları ve Mustafa Kemal’in askerleri ileriye, ufkun ötesine bakmaya ve direnmeye devam edecektir. Unutmayın 100 yıl önce Türk ordusu silahlarını teslim edip kaderine razı olmadı. 100 yıl önce Türk Donanması teslim olup, kendini batırmak için galip devletin deniz üssüne (Scapa Flow) kurbanlık koyun gibi gitmedi. O donanmanın yüzde biri Anadolu’ya kaçıp Kuvayı Milliye’yi denize taşıdı. Sonunda tarihin en büyük Kurtuluş Savaşını verip yepyeni bir Cumhuriyet kurdu. İşgalciler geldikleri gibi gittiler. Kurtuluşu Türk insanı kendi kanı kendi canı ile mümkün kıldı. Anayasalarımızı her zaman biz yazdık. Geçmiş geleceğin aynasıdır. Biraz Türk tarihini tarafsız gözle okumaya gayret edin. Biraz.
CEM GÜRDENİZ