İNSAN OLMAK AKLI İŞLETMEKLE MÜMKÜN

1. Beşerlikten Âdemliğe /İnsanlaşmaya Geçiş
Aklı İşletmek ve Bilgi-Bilim /Kur’an İle Olur

Din, dindarlık Selim Aklı Kullanmak, yani onu selimleştirmekle başlar. Allah, akıl verdiği her kişiyi onu işletip işletmemesinden sorgulayacaktır (Zuhruf/44).
Aklı işletmek, kadın-erkek her kişinin özüne birinci ve öncelikli farzdır (Kasas/85). İşletilmeyen akıl yoksa hiçbir şey olamaz.

Aklını kullanmayan iblise/şeytana kul/köle olur. Bunun hesabını Yüce Allah’a mahşerde verir.

Aklını işleten Allah’a kul olur, bunun en güzel karşılığını alır.
Aklını işleten insanlaşır, uygarlaşır, cennete hak kazanır:
“İnsanların diriltileceği gün, Allah’a aklıselim (illâ men etâ Allahe bi-kalbin selîm) ile gelenden başkasına mal ve oğulların fayda vermeyeceği…” (Şu’arâ/88-89)
“Çünkü o (İbrahim), Rabbine aklıselim (bi-kalbin selîm) ile gelmişti.” (Sâffât/84)
Aklını işleterek bilgi /Kur’an ile insan olmak, uygar olmak dinde Allah’ın öncelikli olmazsa olmaz buyruğudur (Bakara/30-31; Rahmân/2).
Aklını işletmeyen insanlaşamaz, beşer olarak, yani biyolojik varlığıyla kalır. Bu tür aklını işletmeyenler ‘dört ayaklı hayvandan aşağı’ varlıklar şeklinde Kur’an’da nitelenmektedir:
“Ve ant olsun ki kalpleri /selim akılları olup da onlarla iyiden iyiye düşünüp anlamayanları (lehüm kulûbün lâ yefkahûne bihâ), gözleri olup da onlarla görmeyenleri, kulakları olup da onlarla işitmeyen tanıdıklarınızdan-tanımadıklarınızdan (mine’l-cinni ve’l-insi) birçoğunu cehennem için türetip ürettik. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler (ûlâike ke’l-en’âmi). Hatta daha da aşağıdırlar /sapıktırlar (bel hüm edallü). İşte onlar duyarsızların ta kendileridir.” (A’raf/179)
“Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten vahye kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı (yesme’ûne ev ya’kılûne) sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir (in hüm ke’l-en’âmi). Aslında yol bakımından daha sapıktırlar /şaşkındırlar /aşağıdırlar (bel hüm edallü).” (Furkân/44)

Aklını işleterek Kur’an’dan, bilimden öğüt, ibret almayanlar, arslandan kaçan ürkek yaban eşeği gibidir:
“Onlara ne oluyor ki âdeta arslandan ürküp sağa-sola kaçışan; yaban eşekleri gibi öğütten /Kur’an’dan yüz çeviriyorlar?” (Müddessir/49-51)

2. Aklını İşleten, Muhles Kişileri, İçindeki İblis ve Dışındaki Şeytanlar Saptırmaya, Asla Güçleri Yetmez

“İblis, “Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; -içlerinden arıtılmış kulların hariç (illâ ‘ıbâdeke minhümü’l-muhlesîn)- kesinlikle azdıracağım (le-uğviyennehüm ecme’în)” dedi.” (Sâd/ 82-83)

Sâd/ 83’de içimizdeki şeytan iblisin saptıramayacağını itiraf ettiği insan, selim aklını işleterek aklıselim sahibi olan “muhles” kişidir. O halde her tür şeytanlıktan, şerden, şirkten, küfür, nifak ve inkârdan korunmanın, kurtulmanın yolu /yöntemi, çaresi takvaya olan yegâne yeteneğimiz potansiyel selim aklımızı işletmekle mümkündür. İşleyen akıl, pas, şirk, küfür, inkâr, nifak tutmaz. İşte bu olumsuzluklardan arınan kişiyi Kur’an “muhlis, muhles” şeklinde tanımlamaktadır.
İblis’in, Sâd/ 82-83. ayetlerindeki ifadesi, azdırma yetkisi ve gücünün kendisine bizzat Allah tarafından verildiğini, kendisinin sırf bu iş için yaratıldığını göstermektedir. İblis’in her hâlükârda işlevini yapacağını belirttiği bu ifadesindeki kasem (yemin), aslında Allah’ın kendisine verdiği görevi yine Allah’tan aldığı güç ve destek ile yerine getireceğine dair O’na verdiği bir söz mahiyetindedir. Yoksa İblis’in bu ifadesi, birçok eserde açıklandığı gibi Allah’a isyan anlamına gelmez. Bu ifadelerin Allah’a bir karşı çıkış olarak değerlendirilmesi, İblis’i Allah’a rakip olarak görmeyi ve insanların çoğunun doğru yoldan çıkması nedeniyle onun Allah’a karşı galip geldiğini kabul etmeyi gerektirir.
“Ancak içlerinden arıtılmış kulların müstesnâ”
Yapılan bu istisna ile, İblis’in dürtülerinden “muhleslerin = arıtılmış, arı-duru hâle getirilmiş kimselerin” etkilenmeyeceği açıklanmıştır. Muhles kimselerin kim olduklarına dair verilen örnekler ise, sadece Sâd suresinde sayılan isimlerden (Davut, Süleyman, İbrahim, İsmail’den…) ibaret değildir. Örneğin, Allah Elçisi Yusuf’un da muhles olduğu Kur’an’da bildirilmiştir:
“Ve ant olsun o hanım, ona niyeti kurmuştu. Eğer Yusuf Rabbinin açık kanıtını görmese idi, o kadına niyeti kurmuştu. Ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyledir. Şüphesiz o (Yusuf), Bizim arıtılmış kullarımızdandı (innehu min ‘ıbâdinâ’l-muhlesîn).” (Yûsuf/24)

Ancak Rabbimizin Kur’an’da muhles olarak belirttiği Allah Elçileri’nden başka hiç kimsenin “muhles” olmayacağını düşünerek bu niteliği sadece elçilere özgü saymak isabetli bir görüş değildir. Fitnelenen, belâ ve musibetlerle sınanmaya sabreden, arınma isteğiyle kendini selim aklını işleterek eğitip olgunlaştıran, mantıklı düşünen ve aklıselim sahibi olmak gibi zihinsel donanımlarını güçlendirerek kendini yetiştiren kadın erkek herkes muhles olup, İblis’in şeytani iğvalarından /saptırmalarından /azdırmalarından korunabilir.[1]

3. Allah’ın Hâlis Kulları Mahşerdeki Elem Verici Azaptan İstisna Edilecektir

-“21İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz Ayırma Günü’dür!”-
22,23Toplayın o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları, eşlerini ve Allah’ın astlarından tapmış oldukları şeyleri. Sonra da onları cehennemin yoluna kılavuzlayın.” 24,25Ve durdurun onları, şüphesiz onlar sorguya çekilecekler: “Ne oldu sizlere de yardımlaşmıyorsunuz?”
26Aksine, bugün onlar selamette olmak isteyenlerdir.”
27Ve onların bazısı bazısına dönmüş /yüzyüze gelmiş, soruşuyorlar /birbirlerini sorumlu tutuyorlar.”
28Onlar: “Şüphesiz siz, bize sağ elden /hak yoldan /iyi konumdan /güçten-kuvvetten gelir dururdunuz” derler.”
29-32Diğerleri derler ki: “Tam aksine, siz müminler olmamıştınız. Bizim size karşı bir gücümüz de yoktu. Tam tersi siz azmış bir toplumdunuz. Onun için üzerimize Rabbimizin Söz’ü hak oldu. Şüphesiz biz tadıcılarız. Sonra biz, sizi kışkırttık. Çünkü biz kışkırtıcılar idik.”
33Şu hâlde şüphesiz onlar, o gün azapta ortaktırlar.”
34Şüphesiz Biz, günahkârlara böyle yaparız.”
35,36Şüphesiz onlar, kendilerine: “Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur” denildiği zaman büyüklük taslıyorlar ve “Şüphesiz biz, gizli güçlerce desteklenen /deli bir şair için ilâhlarımızı bırakır mıyız?” diyorlar.”
37Tam tersi o (Elçi Muhammed), hak ile geldi ve bütün elçileri doğruladı.”
***
38,39Şüphesiz siz, o acı azabı tadacaksınız ve sadece yaptığınız amellerinizle cezalandırılacaksınız.
40Allah’ın arıtılmış kulları bunun dışındadır /istisna edilecektir (illâ ‘ıbâde Allahi’l-muhlesîn).” (Sâffât/ 21-40)
(Sâffât/ 21-40)’daki “istisna edilecektir” ifadesi “kurtulacaktır” anlamına gelmektedir.

4. “Arıtılmış Kullar /El-Muhlesîn” Sözcüğünün Anlamı Nedir?

“Dikkatli olun, halis din (ed-dînü’l-hâlis) sadece Allah’a aittir.” (Zümer/3)
“De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah’a kulluk etmekle (en e’bude’Allahe muhlisan) emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.” (Zümer/11-12)
“De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah’a kulluk ediyorum (e’bude muhlisan lehü’d-dînî).” (Zümer/14)
“Şirk, küfür, nifak, inkâr, isyandan arınmak; iblisi etkisiz, selim aklı etkin kılmak” anlamlarına gelen “hâlis”, sözcüğünü kendisine sıfat olarak alanlar, dini, aklıselimi ile Allah’a özgü kılan, beşeri, şeytani görüşleri dinlenleştirmeyen samimi niyetle Allah’a kulluk eden insanlar, Rahman olan “Allah’ın hâlis kulları”dır. Zümer/3, 11, 14. ayetlerinde görüldüğü üzere bu şekilde davranmak Elçi Muhammed’e (a.s) de emredilmiştir. İnancına şirk karıştırmayan, saf /arınmış bir imana sahip olan insan “hâlis kul”dur.[2]
“Sen Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Rabbinden sana vahyedilene uy. Ortak koşanlardan da mesafeli dur. Ve eğer Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine bir bekçi yapmadık, sen onlar üzerine işleri belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri de değilsin!” (En’âm/ 106-17)
Allah’ın vahyettiği Kur’an’a uymak, tevhit inancına inanmak ve Allah’a ortak koşanlardan yüz çevirmek “hâlis kul” olmanın gereklerindendir.
İşte mahşerdeki elem verici azaptan bu niteliklere sahip olan aklıselim sahibi /muhles olanlar kurtulacaktır.

5. “H-l-s” Kökünden Gelen İhlâs Nedir?

Sözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” anlamındaki hulûs/halâs kökünden türetilmiş olup “bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak” anlamına gelen ihlâs sözcüğü, kavram olarak “Allah’a kullukta ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. İslâmî literatürde ihlâs, daha geniş olarak “şirk ve riyadan, bâtıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel manada gösteriş arzusundan kalbi /aklı temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızasını gözetmeyi” ifade eder.[3] Riya sözcüğü ise genellikle “sırf Allah rızası için yapılması gereken işe /eyleme gösteriş katmak” anlamında kullanılır.
Kur’anda hulûs kökünden çeşitli sözcükler hem sözlük hem kavram anlamında yer almaktadır. On yerde geçen “muhlisîne lehü’d-dîn” ifadesindeki ihlâs kavramı “yalnızca Allah’a yönelip O’na kulluk etme, O’na güvenip O’ndan dilekte bulunma, sadece Allah’ın dinini tanıyıp din konusunda kendini Allah’a adama, tevhit inancının saflığını bâtıl itikatlarla zedelemekten sakınma, saf dindarlık” şeklinde hem şirke hem riyaya zıt bir anlam taşır (Bkz. A’râf/29; Beyyine/5).[4]
Yine Kur’an’daki “ibâdullâhi’l-muhlesîn” ifadesi, “Allah’ın yardımına mazhar olup hâlis dindarlığa ve hidayete ulaştırılmış kullar” anlamına gelmektedir.[5] Fahreddin er-Râzî, bu ifadenin geçtiği Hicr /40. ayetini açıklarken ihlâsın “bir şeyi karışımdan temizleyip saf hale getirmek” şeklindeki sözlük anlamını anımsattıktan sonra insanın bir eylemi ya sırf Allah için ya da Allah’tan başka biri için veya her iki amacı birlikte gözeterek yapacağını, sonuncu durumda ya Allah rızasını veya başkasını memnun etmeyi öne alacağını belirtmekte, bunlardan sadece birinci amelin kabul olacağını, eylemine gösteriş karıştırmakla birlikte Allah rızasını önde tutanların da ihlâslı kimselerden sayılmasının umulduğunu söylemektedir.[6]
Ayetlerde bildirildiğine göre şeytan, ihlâslı kişilere zarar veremeyeceğini itiraf etmiştir (Bkz. Hicr/ 40; Sâd/83). Bu nedenle Kur’an’da ihlâs, Allah’ın Elçileri’nin başlıca niteliklerinden sayılmıştır (Örneğin bkz. Yûsuf/24; Meryem/51; Sâd/45-46).
Ayrıca Kur’an’ın 112. suresine dinin temel ilkesi olan tevhidi en hâlis, en güzel şekilde dile getirdiği için İhlâs adı verilmiştir.
“H-l-s” kökü ve türevleri Kur’an’da 31 kez yer almaktadır.[7]

6. “H-l-s” Kökünden Gelen Halesû, Ahlesû, Hâlis, Muhlis, Muhles Vb. Sözcüklerin Kur’an’da Kullanımları[8]

( a ) Kenara Çekilmek: “Ondan ümitlerini kesince, gizli görüşmek üzere kenara çekildiler (halesû).” (Yûsuf/80)
( b ) Gönülden Bağlanmak: “Ancak tövbe edip hallerini düzeltenler (aslehû), Allah’a sıkıca sarılanlar (ve’tesamû bi’llâhi) ve dinlerini Allah için arıtan kimseler (ve ahlesû dînehüm li’llâhi) başkadır. Artık bunlar, müminlerle beraberdirler ve Allah, müminlere yakında büyük bir ecir verecektir.” (Nisâ/146)
“Şüphesiz ki Biz, bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Din’i sadece O’nun için arındırarak (muhlisan lehü’d-dîne) Allah’a kulluk et (fe’budi’llâhe).” (Zümer/2)
Bu ve benzer ayetlerde geçen muhlis (bkz. Zümer/11, 14), muhlisûn (bkz. Bakara/139) ve muhlisîn[9] sözcükleri “aklını selimleştirerek kendini şirk, nifak, küfür, isyan ve inkârdan arındırarak Allah’a gönülden bağlanan kişiler” anlamında kullanılmaktadır.
( c ) Saflaştırmak /Arındırmak: “Şüphesiz Biz, onları “Yurt Düşüncesi /özgür vatan hasreti” saflığıyla saflaştırdık (innâ ahlasnâ), arı-duru hâle getirdik (bi-hâlisatin). Ve şüphesiz onlar, yanımızda seçilmiş en hayırlı kimselerdendir. İsmail’i, Elyasâ’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de hayırlı kimselerdendir.” (Sâd/46-48)
( d ) Danışman edinmek: “Ve hükümdar, “Onu (Yusuf’u) bana getirin, onu kendim için (danışman) atayayım (estahlishu)” dedi. Sonra onunla konuşunca da, “Şüphesiz sen bugün yanımızda gerçekten önemli bir mevki sahibisin, güvenilir birisin” dedi.” (Yûsuf/54)
( e ) Hâlis, Arı-duru, öz, saf: “Dikkatli olun, halis din (ed-dînü’l-hâlis) sadece Allah’a aittir.” (Zümer/3)
“Şüphesiz sizin için keçi, koyun, deve sığırda da size bir ibret vardır. Biz, size onların karnındaki dışkı ile kan arasındaki şeylerden, içenlerin boğazından kolaylıkla geçen halis süt (lebenen hâlisen) içiriyoruz.” (Nahl/66)
( f ) Özel, Özgü: “Bir de Elçi kendisi ile nikâhlamak istediği (en-yestenkihahâ) takdirde, kendisini Elçi’ye hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sadece sana özgü olarak (hâlisaten leke) sana helal kıldık (innâ ehlelnâ leke.” (Ahzâb/50)[10]

( g ) Şirk, küfür, nifak, inkâr, fitne, fücur, fısk, şer ve şeytanlıktan kendini arındırmış, ihlâslı, aklıselim /kalbi selim sahibi mümin, muttaki, muhsin, salih, Rahman’ın kulu kişi:
82,83İblis, “Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; -içlerinden arıtılmış (el-muhlesîn) kulların hariç- kesinlikle azdıracağım” dedi.”
84Allah dedi ki: “Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum:
“85Ant olsun ki cehennemi kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım.” (Sâd/82-83-85)

“Ve Kitap’ta Musa’yı da an/hatırlat. Şüphesiz o (Musa) arıtılarak saflaştırılmış (muhles) idi. Ve bir elçi, bir nebi idi.” (Meryem/51)

“Ve ant olsun o hanım, ona niyeti kurmuştu. Eğer Yûsuf Rabbinin açık kanıtını görmese idi, o kadına niyeti kurmuştu. Ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyledir. Şüphesiz o, (Yusuf) Bizim arıtılmış (el-muhlesîn) kullarımızdandı.” (Yûsuf/24)
Yûsuf/21-22. ayetlerini birlikte dikkate alırsak muhsin insanın, daha çok “aklıselimiyle bilgi ve iyi iş yapmakla tanınan kişi” olduğu görülür. Buna karşılık muhlis kişi de bu özelliklerle birlikte “ahlâki saflığını koruyan” kişiyi ifade etmektedir. Muhsin “güzel işler üreten”; muhlis de “her tür şirk, şer, kötülükler ve fuhuştan uzak duran”dır.[12] Bu iki özelliğin ortak ve birbirini tamamlayan nitelikleri vardır.

“İblis dedi ki: “Rabbim! Sen beni, insanları azdırmam için yarattığından dolayı kesinlikle ben de yeryüzünde, her şeyi onlara süsleyeceğim ve arıtılmış kulların (el-muhlesîn) hariç onların hepsini kesinlikle azdıracağım!” (Hicr/39-40)
Bu ayette yer alan muhlesîn sözcüğü “saf, temiz, arı duru kılınan”, dahası “saf ve samimi bir inançla donanmış olan”; hâlis ise bir şeyi “saflığını bozan tüm unsurlardan arındırarak tertemiz kılmak” anlamına gelir.[13] Muhataplarının şeytanla ilgili batıl ve sahte inançlarını temizleme amacı taşıyan bu pasaj içerisinde muhlesîn’in anlamı tam da Hicr/42. ayette yer alan ğâvîn[13] sözcüğünün karşı kutbunda yer almaktadır. Muhles /muhlis, “inanç ve itikadını cehalet ve bilinçsizliğe dayalı tüm batıl ve hurafeden arındıran ve onun çabasını Allah’ın desteklediği kişi” anlamındadır.[14]

“Şüphesiz siz, o acı azabı tadacaksınız ve sadece yaptığınız amellerinizle cezalandırılacaksınız.”
“Allah’ın arıtılmış kulları (el-muhlesîn) bunun dışındadır.” (Sâffât/38-40)
“Ant olsun Biz onların içlerinde uyarıcılar da gönderdik.”
“Şimdi bir bak, Allah’ın arıtılmış kulları (el-muhlesîn) dışındaki o uyarılanların sonu nasıl oldu?” (Sâffât/72-74)
Eski milletlerin toplumsal anlamda ömürlerinin devam etmemesinin en önemli nedeni, birey ve toplum olarak akıllarını işletmemeleri, toplum hafızası ve devlet aklını oluşturan ortak, birleşik akıllarını kullanmamaları nedeniyle huhuksuzluğa, adaletsizliğe ve sapıklığa düşmüş olmalarıdır. Sapıklığa düşenlerin peşinden koşmanın ne anlamı var? Akılsızlığı, sapıklığı izleyen/benimseyen selim aklını köreltir ve sapıklığa düşer. Eğer onlar muhlesin kişiler olsalardı helâk olmazlardı.
Çöküşten, yok oluştan kurtulmak için istisna grubun toplumda genişletilmesi, çoğaltılması için okullarda beyin eğitimi ders olarak verilerek, insanların aklıselim sahibi olmaları sağlanır, onlar mantıklı sistematik düşünmeyi öğrenir, yaşam biçimi edinirlerse, o ülkede her tür şirk, şeytanlık ve şerden arınmış kişiler çoğunluğu ve yönetimi oluşturur.

“Şüphesiz İlyas da kesinlikle gönderilen elçilerdendir.”
“Hani o, toplumuna: “Siz Allah’ın koruması altına girmez misiniz? Oluşturucuların en güzeli, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın Rabbi Allah’ı bırakıp da Baal’e mi yalvarıyorsunuz?” demişti de, onlar onu yalanlamışlardı. Bu yüzden onlar kesinlikle hazır bulundurulacaklardır.”
“Ancak Allah’ın arıtılmış kulları (el-muhlesîn) müstesna.” (Sâffât/123-128)
Toplumu, Allah Elçisi İlyas’ı yalanladılar. Demek ki halk, onun elçiliğini yalanlamış oldu. Tarihte tüm Allah Elçilerine yalanlama tepkisi gösterilmiştir. Aslında onlar elçiyi yalanlamıyor, Allah’ın ayetlerini, mesajlarını inkâr ediyorlardı (En’âm/ 33). Onların yalanlaması kendilerini cehenneme götürecektir. Böylece yalanlama neden, cehenneme gitmek de sonuç olmaktadır.

“Ve onlar, Allah ile gizli güçler arasında bir hısımlık bağı kurdular. Oysa ant olsun, gizli güçler kendilerinin kesinlikle hazır edilenler/mahşerde toplananlar olduklarını bilirler.”
“Allah, onların nitelediği şeylerden arınıktır.”
“-Ancak Allah’ın arıtılmış kulları (el-muhlesîn) Allah’ı böyle ortak kabulü ile nitelemezler.-” (Sâffât/158-160)
“Artık siz ve taptıklarınız, kendiliğinden cehenneme saldıran kimseden başkasını, Allah’a karşı ateşe atamazsınız; ortak koşmaya bulaştıramazsınız.”
“Ve “Bizden her birimizin kesinlikle belli bir makamı vardır. Ve biz kesinlikle saf saf dizilenlerin /dizenlerin ta kendisiyiz. Biz, Allah’ı noksanlıklardan arındıranların da ta kendisiyiz.”
“Ve onlar kesinlikle diyorlardı ki: “Şüphesiz eğer yanımızda öncekilerden bir öğüt /kitap olsaydı, elbette biz de Allah’ın arıtılmış kulları (el-muhlesîn) olurduk.” (Sâffât/161-169)
Beşer olarak dünyaya gelen eğer insan olmak istiyorsa, aklını selimleştirerek oluşan aklıselimiyle dünya ve ahret mutluluğu için, bilim ve Kur’an’ı kılavuz edinmesi gerekiyor. İnsan olmanın da uygar olmanın da, muhlis/muhles kişi olmanın da başka bir şekli/yöntemi yok. Aklını işletmeyen, aklıselim sahibi olmayan her kişi, içindeki ve dışındaki şeytanların tutsağı olarak insanlıktan ve uygarlıktan uzaklaşır, beşerleşir, yazının başında ilgili ayetlerde açıklanan acınası zavallı durumuna düşer.

SEDAT ŞENERMEN

Kaynakça

[1] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2015, c.2, s.230-231.
[2] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c. 16, s.133.
[3] Râgıb el-İSFAHÂNÎ, el-Müfredât, “H-l-s” md.; İbn MANZUR, Lisânü’l-‘Arab, “H-l-s” md.; Süleyman ATEŞ, “İhlâs”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2000 c.21, s.535-537.
[4] ŞEVKÂNÎ, Fethu’l-Kadîr, Beyrut, 1991, cilt: II, s.227; cilt: V, s.559’dan aktaran: Süleyman ATEŞ, “İhlâs”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.21, s.535-537.
[5] TABERÎ, Câmi’u’l-Beyân, cilt: XIV, s.33.
[6] Fahreddin er-RÂZÎ, Mefâtîhu’l-Ğayb, cilt: XIX, s.188-189.
[7] M. Fuad ABDÜLBAKÎ, el-Müfredât, “H-l-s” md.
[8] Mehmet OKUYAN, Çok Anlamlılık Bağlamında KUR’AN SÖZLÜĞÜ, İstanbul, 2017, 7.Baskı, Düşün Yayıncılık, s.296-298.
[9] A’RÂF/29; YÛNUS/22; ‘ANKEBÛT/65; LOKMÂN/32; MÜMİN/14, 65; BEYYİNE/5.
[10] Ayrıca bkz. BAKARA794; EN’ÂM/139; A’RÂF/32.
[11] Râgıb el-İSFAHÂNÎ, el-Müfredât, “H-l-s” md.
[12] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.9, s.402.
[13] Ğâvîn, iblisin/şeytanın insanı, iğvâ vererek saptırma şeklindeki özelliği ve adlarından biridir. Bu yönüyle insan ve cin/iblis türünden her şeytan ğâvîn’dir. Râgıb El-İsfehânî’ye göre bu sözcük, “bilgisizlikten ya da bilinçsizlikten dolayı batıl inanç sahibi olmak” anlamına gelen el-ğayyu kökünden türetilmiştir. Ğâvîn, Hicr/40’da muhlesîn, Şu’ara’/90-91’de ise muttakîn’in zıttı/karşıtı olarak yer almaktadır. (Bkz. Sedat ŞENERMEN, ŞEYTAN İÇİMİZDEKİ… DIŞIMIZDAKİ bireysel… küresel, İstanbul, 2019, Ulak Yayıncılık, s.434-461)
[14] Mustafa İSLAMOĞLU, Hayat Kitabı KUR’AN, İstanbul, 2013, Düşün Yayıncılık, s.428-429.