Hava/Uzay Ülkemiz, Kara ve Deniz ülkemizin üzerindeki elle tutulmaz ancak sadece insanların değil tüm doğanın sürekliliği ve hayatta kalabilirliği için vaz geçilmez önemde bir hacmi tarif eder. Oksijen olmasa yaşayamayız.
ÖNCE GÖK KUBBEMİZİ SAVUNMALIYIZ
Hava/Uzay ülkemizi savunamazsak ne kara yani ana vatanı ne de deniz ülkemizi yani mavi vatanı savunamayız. Ana vatan ve mavi vatan, somut elle tutulabilir, sınırları toprak ve denizin üzerinde ve altında belirlenmiş alanlardır. Hava ve atmosferin dışındaki uzay, ülkemiz karada ve denizde belirlenmiş bu alanların ayrılmaz parçasıdır. Dolayısı ile hem anavatan hem de mavi vatanın savunmasında insanlı veya insansız uçan ya da havada/uzayda kalabilen (yörüngededeki uydular gibi) tüm unsurlar geçici veya kalıcı olarak varlık gösterip, bu ortamlarda oluşturulan ateş gücü, lojistik güç, bilgi gücü ve insan gücünü intikal ettirme işlevini görürler.
HAVADA KALICILIK YOKTUR
Karada yer çekimi; denizde hem yerçekimi hem de Arşimet Kanunları sayesinde kalıcılık elde edilebilir. Ancak havada ve uzayda kalıcılık aşaması kara ve denizdeki gibi değildir. Hava ve uzay ortamında atmosfer dışındaki uzay istasyonları ve yörüngedeki uydularla, çok uzun süre havada kalabilen HALE tipi (High Altitude Long Endurance ) insansız hava araçları dışında kara ve denizdeki gibi keşif, gözetleme ve muharip maksatlara yönelik süreklilik ve kalıcılık söz konusu değildir. Uçaklar karadan veya gemiden kalkar, havada kalır, görevini yapar ve tekrar karaya veya gemiye geri döner. Ancak gelecek yüzyılda bu aşamaya gerek uzay gemileri gerekse kalıcı uzay üsleri ile mutlaka geçilecektir. Bu nedenledir ki uzayda uçan vasıtalara literatürde uzay uçağı değil, uzay gemisi (space ship) denmektedir. Çocukluğumuzun ünlü Uzay -Yolu Star Trek- TV Dizisindeki uzay gemisine henüz 70’li yıllarda USS (United States Ship) Enterprise adı verilmişti.
ASKERİ HAVACILIK BİRİKİMİ 111 YAŞINDA
İnsanlık, yerçekimi gücüne karşı gelerek havada kalabilme ve uçabilme teknolojik aşamasına endüstriyel boyutta 20. Yüzyıl başında gelebildi. Bu yeteneğin savaş alanına yani askeri stratejiye taşınması 1911’den itibaren gerçekleşti. Hava Kuvvetleri kara ve deniz kuvvetlerinin içinden gelişti. ABD ve Türkiye’de örneklendiği üzere pek çok ülkede müstakil Hava Kuvvetleri Komutanlıkları İkinci Dünya Savaşından sonra kuruldu. Bu durumda havacılığın kurumsal ve kültürel birikimini 111 yıl, bürokratik kimliğini çoğu devlette 70 yıl geriye götürebiliyoruz.
DENİZDEKİ HAVA GÜCÜNÜN OLUŞUMU
1911’de başlangıçta istihbarat toplama ve hafif silahlarla saldırıya yönelik uçak kullanımı kısa sürede bomba ile ateş gücü intikaline dönüştü. Denizdeki vasıtalardan uçabilen unsurların (deniz uçağı, keşif balonu vb.) kullanılması da Birinci Dünya Savaşında başladı. Ancak hava gücünün denizdeki gemiler üzerinden kara veya deniz hedeflerine karşı kullanımı tam anlamıyla İkinci Dünya Savaşında başarıldı. Birinci Dünya Savaşında drednot/muharebe gemisi veya muharebe kruvazörlerinde ya da ticaret gemilerinden bozma gemilerde taşınan, vinçle denize indirilen ve gemiye alınan deniz uçakları ile ilk kullanım başladı. İngilizlerin ticaret gemisinden bozma sadece deniz uçağı taşıyan ve Türkler tarafından Antalya’da batırılan HMS Ben Me Chree ilk örneklerdendi. Ancak savaşın sonuna doğru Kraliyet Donanması HMS Argus isimli gemide uzun bir uçuş pisti üzerinden ilk iniş ve kalkış denemelerine başladı. Bu gemi savaşa yetişemedi. 1922’de ABD, USS Langley ile öncü oldu. Ancak tarihte gemideki bir pistten ilk başarılı iniş kalkışa uygun uçak gemisini 1923 başında Japonlar Hosyo ile yaptı.
DENİZ STRATEJİSİNDE DÖNÜM NOKTASI: İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI
İkinci Dünya Savaşında özellikle Pasifik cephesinde deniz savaşına, satıh ve sualtından sonra üçüncü boyut eklendi. Bu deniz hava boyutu idi. Tüm stratejiler yeniden yazıldı. Zira Pasifik Okyanusunun geniş deniz alanlarında ancak uçak gemileri sayesinde sonuç alıcı işgal ve güç intikali başarılabiliyordu. Amaç ada veya kara parçası işgali olduğunda deniz piyadeler ve donanma gemilerinin top ateşi yetmiyordu. Hava gücü gerekiyordu. Artık deniz stratejisinde capital ship (ana muharip unsur) olarak muharebe gemisi (battleship) yerini uçak gemisine bırakıyordu. 1944 yazında Japon ve Amerikan donanmaları arasında gerçekleşen Filipin Denizi Savaşında iki taraftan 24 uçak gemisi ve 1500 uçak yer almıştı. Dünya tarihindeki en büyük uçak gemileri ve deniz hava savaşı rekoru kırılmıştı.
DENİZ GÜCÜ İLE HAVA GÜCÜ ETLE TIRNAK GİBİDİR
Deniz havacılığının doğum yeri olan Pasifik Harekât alanında yaşananlar donanma ile hava gücünün etle tırnak olduğunu ortaya koymuştu. Hava gücü tek başına sadece bombardıman ve gemi batırma ile sonuç alamıyordu. Deniz alanında mutlaka donanma gücü ile sürekli varlık göstermek ya da ada/karayı işgal ederek bayrağı dikmek gerekiyordu. Hava gücü her iki hedefe taktik ve operatif seviyede yardım ediyordu. Zira her iki sonuç rakip iktidarı irade değişikliğine zorluyor ve teslim alıyordu.
SADECE BOMBARDIMAN VE GEMİ BATIRMA YETMEZ
1940 yazında Güney İngiltere’nin, 1941 baharında Londra’nın sürekli olarak Alman Hava Kuvvetleri tarafından bombardımanı ortaya stratejik bir gerçeği çıkarmıştı. Londra dahil pek çok stratejik yer Luftwaffe tarafından bombalanmaya rağmen Hava Kuvvetleri tek başına kesin sonuç elde edemiyordu. İngiliz Hükümetinin savaş azim ve iradesi kırılamıyordu. Aynı durum 1944 yazında Güney Pasifik’te yaşandı. Stratejik Saipan ve İwo Jima adaları Amerikalılar tarafından işgal edilip, menzil avantajı kazanan B 29 Bombardıman uçakları sabah akşam Tokyo’yu bombalamasına rağmen Japon Hükümeti teslim olmuyordu. ABD’nin nükleer silahlara başvurmasının en büyük gerekçelerinden birisi buydu. Benzer durum Soğuk Savaş sırasında yaşanan vekalet savaşları veya bölgesel savaşlarda da ortaya çıkmıştı. Vietnam savaşı sırasında Laos’un halı bombardımanı en çarpıcı örneklerden birisi oldu. Savaş boyunca Laos’a milyonlarca bomba atıldı. Neredeyse kişi başına 135 bomba düştü. Ancak ABD bu savaşta yenildi. 1982 Falkland Adaları Savaşında Arjantin deniz piyadeleri ve ordu birlikleri adaları önceden işgal etmişti. Savaş başladıktan sonra Arjantin Hava Kuvvetleri 6 İngiliz Savaş gemisi batırmıştı, buna rağmen anavatan ile adalar arasında deniz kontrolünü kaybettiklerinden adayı destekleyemediler ve havacıların büyük başarılarına rağmen İngiliz deniz piyadelerinin adayı geri almasını engelleyemediler. Zira İngilizler deniz kontrolünü geri almıştı. İran Irak savaşında da yıllarca süren füzeler savaşı veya ABD’nin 11 Eylül sonrası aklına estikçe Tomahawk füzeleri ile saldırılar düzenlemesi en zayıf ülkelerde bile kesin sonuçlu zafere dönüşemedi.
HAVA GÜCÜ OLMADAN KESİN ZAFER OLMAZ
Görülüyor ki hava unsurları kullanılarak elde edilen taktik ve operatif kazançlar, stratejik ve sonuç odaklı başarıya tahvil edilemiyor. Ancak hava unsurları olmadan da deniz ve kara kuvvetleri stratejik ve kesin sonuç elde edemiyor. Hava gücü, düşmanın hava gücünü yok ederek deniz, kara ve hava gücümüze zarar vermesini engelliyor; donanmanın hava hücumlarına karşı savunmasına katkı sağlıyor (CAP); düşman donanmasının su üstü gemilerini imha ediyor (TASMO) ya da kara/amfibi harekata, yakın hava desteği vererek (CAS) kara birliklerine destek oluyor. Bu örneklerden de anlıyoruz ki, hava gücü tam anlamıyla bir kuvvet çarpanı ve oyun değiştirici unsur olabiliyor. Ancak kesin sonuç alamıyor. Zira askeri varlığı kalıcı değil. Uzayda/havada kalıcı üsler ve istasyonlar gerçekleştiğinde hava gücünün deniz ve kara ülkeleri üzerinde kalıcı stratejik etki ve kesin sonuç elde edebileceğini söyleyebiliriz. Ancak sürekli füzeler, uçak saldırıları, SİHA, TİHA saldırıları ile yani sadece hava unsurları kullanılarak kesin stratejik sonuç elde etmek olası değil. O nedenle savunma planlarında hava gücü mutlaka büyük bir deniz/kara müşterek planının ayrılmaz parçası olarak yer almalıdır. Bir hava gücünün ilk ve temel görevi düşman hava gücünü yok etmek olmalıdır. Yani havadan deniz ve kara ülkemize ateş gücü intikalini engellemelidir. Bu da düşman hava gücünün ve destekleyici unsurlarının yok edilmesiyle başarılır. Yani uçaklar, uçak gemileri, radarlar, meydanlar, uçuş pistleri, yakıt depoları, uçak fabrikaları, bakım üsleri gibi havadan saldırıya destek olacak her tip unsurun yok edilmesi gerekir. Hava üstünlüğü ele geçtikten sonra zaten hareket serbestisi elde edileceğinden inisiyatif dost kuvvetlere geçecektir. Dolayısı ile hava gücünün görevi büyük olasılıkla savaşın ilk günlerinde yoğunlaşacak ve savaşın kaderinde önemli rol oynayacaktır.
COĞRAFYA BELİRLEYİCİDİR
Eşit hava güçleri savaşıyorsa sonucu belirleyecek en önemli faktör coğrafya olacaktır. Coğrafya hava gücümüzün kullanımına bu gücün desteklenmesi ve idamesine en uygun ortamı yaratacaktır. Türkiye’nin doğu ve batı istikametinde uzanan iki yarımadalı coğrafyası ve KKTC’nin varlığı hava gücümüzün kullanımına ideal ortam yaratmaktadır.
HAVA GÜCÜMÜZ STRATEJİK SEVİYEYE ÇIKMALIDIR
Bugün Türk hava gücü, maalesef çoğunluk uçak ve ateş gücü ile ABD’ye bağımlı bir kuvvettir. Milli İHA, SİHA, TİHA ve SOM gibi milli silah geliştirme yeteneklerimizin artışı ve Milli Muharip Uçak (MMU) TF-23 yapımı çok geç kalmış olsa da başlatılmış olması bu açıdan son derece önemlidir. Türkiye coğrafyası seçkin özellikleri ile muharip hava kuvvetinden stratejik hava kuvvetine geçişi sağlayacak her türlü olanağı sunmaktadır. Gelecekte uzun menzilli keşif, istihbarat ve stratejik bombardıman uçaklarına sahip olmamız, donanmamızın açık denizlere ve okyanuslara çıkması kadar önemlidir. Mavi Vatanın ayrılmaz parçası olan gökyüzümüzde hava kuvvetlerimiz öncelikle kıta sahanlığımız/MEB sınırlarımızın her noktasına ateş gücümüzü intikal ettirecek, söz konusu bölgelerin en uzak yerlerinde havada ikmal yaparak uzun süreli himaye görevleri icra edecek yeteneğini geliştirmelidir. Bu kapsamda Türkiye’nin geliştirdiği Akıncı ve Aksungur tipi HALE insansız hava araçlarımızın gerek keşif gözetleme ve gerekse karakol görevlerinde kullanılması Mavi Vatanın her köşesinde görev yapan sismik, sondaj gemilerimizle onlara koruma ve güvenlik sağlayan donanma ve sahil güvenlik unsurlarına en büyük desteği sağlayacaktır.
MİLLİ DAVALARIMIZDA HAVA GÜCÜMÜZÜN BAŞARILARI
Hava gücümüz başarılı 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası 1975 yılından bu yana Ege’de hava sahası sınırları, kıta sahanlığı, FIR, Kardak benzeri EGAYDAAK, karasuları genişliği, Arama Kurtarma Bölgesi gibi sorunların Türkiye lehinde çözülmesi ve mevcut durumun korunmasında çok büyük görevler icra etmekte ve başarılar elde etmektedir. Balyoz ve Ergenekon gibi aşağılık ihanet kumpaslarına, pek çok pilot ve hava subayının FETÖ bağlantısına rağmen geri adım atmamışlardır. Örneğin Kardak benzeri ada adacık ve kayalıklar üzerinde uçuşlarına devam etmişlerdir. Yunan hava sahasını 10 mil olarak tanımayıp 6 mil sınırına kadar girmişler, FIR sorumluğunu egemenlik hakkına tahvil eden Yunan Hükümetlerinin Türk devlet uçaklarını Atina FIR’ı içinde önlemesine misliyle mukabele etmişler; Doğu Akdeniz’de Mavi Vatan sınırlarımız içinde sürekli caydırıcı varlık göstererek gerekirse Rodos ve Girit yakınlarında Kıta Sahanlığımız içinde donanma ile icra ettikleri müşterek tatbikat ve atış eğitimleriyle egemenlik haklarımızı, irade beyanı şeklinde ifade etmişlerdir. Benzer şekilde KKTC’de zaman zaman varlık göstererek, Güney Kıbrıs Haydut Devletinin oldu bittilerine dur demişlerdir. Örneğin 16 Haziran 1998 tarihinde Yunan Hava Kuvvetleri, Türkiye’nin Orta Akdeniz’de Malta Girit adaları arasında kadar uzanan çok büyük çaplı Deniz Kurdu 98 tatbikatına 4 Yunan F–16 uçağını Baf/GKRY’ye intikal ettirerek cevap vermişti. Bu hamle karşılığında Hava Kuvvetlerimiz 6 adet F–16 uçağını KKTC’nin Geçitkale meydanına intikal ettirmişti.
KKTC’DE DENİZ VE HAVA ÜSSÜ KURULMALIDIR
KKTC’nin kara, deniz ve hava ülkesi Türk Hava Kuvvetlerinin sürekli varlık göstermesi için her türlü imkana sahiptir. Bugün Güney Kıbrıs’ı İngiltere egemen üsleri ile Fransa ve ABD karşılıklı askeri iş birliği anlaşmaları üzerinden diğer AB üyeleri ise PESCO kararları ile tepe tepe kullanırken, Türkiye’nin hala deniz ve hava üssü kurmaması anlaşılır gibi değildir. Bu durumu şahsen Kurucu Devlet Başkanı Rauf Denktaş’ın vefatının üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen anıt mezar yapılmamasına benzetiyorum.
HAVA GÜCÜMÜZ TARİHTEN DERS ALMALIDIR
Diğer yandan Hava Kuvvetlerimizin ABD’ye bağımlılığı yakın tarihimizin en büyük stratejik hatalarının başında gelmektedir. Gerek jet uçakları gerekse cephane ve hava savunma sistemlerindeki söz konusu olan bu bağımlılık Türkiye’nin en hayati konularda bağımsız iradesini ipotek altına almıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası ABD tarafından uygulanan silah ambargosu en çok Hava Kuvvetlerini vurmuştur. Donanmanın tarihten aldığı dersleri havacılarımız maalesef çok geç almıştır. 1930’lu yıllarda Eskişehir uçak fabrikasında üretilen uçakların Hollanda’ya bile ihraç edildiği dönemden, uçak perçinlerini bile ABD’den ithal ettiğimiz döneme gelinmiştir. Donanmanın MİLGEM, (Milli Gemi) çabası soğuk savaş sonrası alevlenmiş ancak bu durum hava kuvvetlerinde Milli Uçak ateşini harlatmamıştır. F-35’ler verilmese milli muharip uçak projesinin başlayacağını düşünmüyorum. Henüz Balyoz kumpası başlangıcında 2010 yılı sonbaharında bir Hava Kuvvetleri Komutanına “Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile anlaşılıyor ki, ABD ile ilişkiler çok kötüye gidecek. Neden F-35’lerde ısrar ediyoruz, gelecekte kopma noktasına gelirsek alternatifiniz var mı?” diye bir soru sorduğumda aldığım cevap çok ilginçti: “Biz pilotlarımızı en iyi ile uçururuz.” Sorum Alternatifiniz var mıydı ve Hava Kuvvetleri kumpas davaların başladığı dönemde alternatif uçağı düşünmüyordu. Bezer geç kalmalar özellikle uzun menzilli hava savunma yeteneklerimizde yaşandı. Yıllarca ABD’nin Nike Hercules (140 km) ve Hawk (50 km) menzilli hava savunma füzelerine bağımlı kaldık. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde ne anavatan ne de mavi vatan üzerindeki gök kubbemizi savunamayacağımız ortaya çıktı. FETÖ pilotları hiçbir engelle karşılaşmadan şehirlerimizi bombaladı. Ve uzun menzilli hava savunma füzelerimiz yoktu. Hava Kuvvetleri çok doğru bir muhakeme ile Rusya’dan S-400 füze sistemlerini almaya karar verdi.
TÜRK YUNAN HAVA GÜÇ DENGESİ
Türk kamuoyu olası bir Türk Yunan savaşında hava kuvvetlerimizin yenilenecek ve modernleşecek Yunan Hava Kuvvetleri karşısında gerek eskiyen uçaklarımız gerekse FETÖ nedeniyle boşalan pilot kadrolarımıza bağlı olarak zayıf kalacağına inanmaktadır. Bu propaganda tamamen nicelik değerlendirmesine göre yapılmaktadır. Harbin bütünleşmiş bir gayret olduğunun bilincinde olmayan bu kesimler ne hava gücümüzün muharip yetenek birikimini ne doğu batı eksenlerindeki coğrafi üstünlüğümüzü, ne insansız hava araçları alanında oyun değiştirici yeteneklerimizi, ne de Anadolu’nun başta SOM olmak üzere pek çok stratejik silahın milli üretiminde kritik eşiği çoktan geçtiğini görmezden geliyorlar. En önemlisi Ege sahillerimizin her kıyısına, her koyuna, her tepesine konuşlandırabileceğimiz uzun menzilli mobil füze bataryaları ile Kuzey Güney eksenindeki Yunan ana karasının ve özellikle hava meydanlarının kısa sürede kullanılamaz hale geleceğini, pistlerde açılacak büyük kraterlerin Türkiye üzerinden dönecek uçaklara iniş sağlayamayacağını; Ya da benzer etkinin pilotlu uçaklara bile gerek kalmadan kamikaze rolündeki yoğun insansız sürü hava araçları ile yaratılabileceğini düşünmüyorlar.
TÜRKİYE KENDİNE GÜVENMEYİ ÖĞRENMELİDİR
Barışın ne kadar kıymetli olduğunu buradan Yunan tarafına hatırlatalım. Biden NATO zirvesinde güler yüz gösterdi, Türkiye’ye F-16 satışı ve modernizasyonu gerçekleşecek ve belki ABD F-35’leri verecek diye sevinen Atlantikçi eroinmanlara da hatırlatalım. Savaş ne kadar zararlıysa, ABD siyaseti ve jeopolitiğine boyun eğmek aynı derecede tehlikeli ve zararlıdır. Önemli olan ulusal çıkarları savaşmadan elde etmektir. Her gün şehit verdiğimiz bir konjonktürde hava gücümüzün geleceğini Amerikan kongresinin lütfuna bağlamak, F-16 satışı üzerinden ABD’ye ve NATO’ya iman etmenin Damat Ferit’in mütareke yıllarında İngiltere’yi tanrılaştırmasından farkı yoktur. Türkiye kendine güvenmeyi öğrenmelidir. Türkiye’ye F-35 satışının engellenmesi büyük maddi kayba rağmen çok hayırlı olmuştur. MMU/TF-23 dizayn ve inşası hızlanmıştır. Milli Hava Savunma Füze sistemlerinin üretimi hızlanmıştır. Atmaca füzesi denizdedir. Akya torpidosu yakında denizaltılarımızda yerini alacaktır. Mavi Vatan gücünü anavatandan alır. Anavatanda oluşacak güç Mavi Vatana yansıtıldığı sürece zafer ve başarı elde edilir. Mavi Vatanın ayrılmaz parçası, üzerindeki gök yüzüdür. Mavi Vatan deniz suyunun altı, sathı ve üzeridir. Hava gücümüz Mavi Vatan üzerinde sonsuza kadar donanmamızın en büyük desteği ve kuvvet çarpanı olmaya devam edecektir. 1 Haziran 1911 günü Türk bayrağı ile buluşan Türk semaları Atatürk’ün İstikbal Göklerdedir direktifi ile gerek kamu gerekse devlet aklı ve vicdanında yerini almıştır. Hava gücümüzün bundan sonraki en büyük prensibi tamamen millileşmek ve Amerikan Silah Sanayi boyunduruğundan kopmak olmalıdır.
Dilerim ABD ve NATO’nun Hansel ve Gretel masalları tadındaki büyüsüne kanmadan mevcut ve gelecek hükümetler milli yeteneklerimizi geliştirmeye devam ederler. Söz konusu projeleri kumpas davalarla saldırılardan çok önce düşünen ve uygulamaya koyan tüm büyüklerimizi başta Özden Örnek Amiral olmak üzere rahmet ve minnetle anıyorum. Onlar sayesinde Türkiye ve savunma sanayi kendine güvenmeyi öğrenmiştir.
(Tüm okuyucularımın bayramını kutlarım.)
Cem Gürdeniz