Yeşim Yeliz Egeli
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Strateji Geliştirme Dairesi Başkanı olarak görev yapan ve Türkiye’nin ilk Arktik seferinde görev almış Pîrî Reis Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Norveç eski askerî ateşesi Albay (E) Barbaros Büyüksağnak ile İBB’deki görevi, İstanbul’un denizcileşmesi için gerçekleşen deniz şenlikleri ve yıllardır ülkemizde bir farkındalık olması için çalışmalar yürüttüğü ve artık TBMM gündeminde yer alan Svalbard Antlaşması’nın önemi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sizi tanıyabilir miyiz, İBB serüveniniz nasıl başladı?
Ben 1965 yılında Beşiktaş’ta doğdum. Şu anda otel olan Barbaros İlkokulu’nda okudum. Şanslıydık çünkü Boğaz kenarında okuyorduk. Yüzmeyi ben İstanbul Boğazı’nda öğrendim. 14 yaşında Heybeliada serüvenim başladı. Yazın siyah kışın beyaz üniformalar. İyi de bir Beşiktaşlıyım. Aynı zamanda kongre üyesiyim. 8 sene Deniz Harp Okulu’nda okuduktan sonra donanmaya katıldım ve 16 sene fırkateynlerde çalıştım. Fırkateyn 3 temel harbi aynı anda yapabilen, çok boyutlu düşünmeyi gerektiren ve içerisinde en çok personeli barındıran gemi tipidir. 28 yıl Deniz Kuvvetleri’nde görev yaptım. Akademide kurmaylık da okudum. Bu süreçte TCG Muavenet fırkateyni komutanlığım da var. Daha sonra muhrip komodorluğu yaptım. 2011 yılında da Balyoz Davası fırtınasına yakalandık. 3,5 sene Hasdal Askeri Cezaevi’nde kaldım. Çıktığımda muvazzaftım, devam edebilirdim ama yaşananlardan sonra devam edemedim. Çok sevmeme rağmen ayrılmak istedim.
Sene 2014 daha 15 Temmuz 2016 olmamış. Bütün bu “zatı muhteremler” görev başındalar. Hepsi bizim Hasdal’a girmemizle boşalan kadrolara amiral olarak atanmış durumdalar. Siz albaysınız. Terfi etmek için onların oluruyla terfi etmeniz lazım. Onlar sizin (rütbe) üstünüz konumunda. Ben onlara selam vermek istemedim. Ben ülkemi, bayrağımı ve kurumumu (Deniz Kuvvetleri) çok seviyorum. Akademisyenlik de çok özel ve gurur verici bir meslek ama keşke kuvvetteki görevime devam edebilseydim. Devlet beni 14 yaşından beri okutmuş. Halkımızın vergileriyle yetiştirilmişim. Yakılan yakıtlar, atılan mermiler… Svalbard
Seçilen öğrencilerden bir kısmı komutan olarak yetiştirilip vatanımızı olası tehditlerden korusunlar diye görevlendiriliyor. Olması gereken de bu. Ama bütün bu birikim ülkemizin başına gelenlerle gitmiş oldu. Ben en çok buna üzülüyorum. Bizim de ailemiz, sevdiklerimiz ve onurumuz var. Ne demek durup dururken 3,5 sene hapis yatmak.
Ancak biz hapiste geçen süreyi tabii ki atıl geçirmedik. Yazdık, çizdik. Biz ona “Hasdal aydınlanması” diyoruz. Bu olay benim gibi ve daha değerli birçok insanı mesleğinden erken kopardı. Biz askerî okulda bütün Anadolu’dan toplanmış ve okullarında birinci, ikinci olmuş çocuklarız. Güzel bir eğitim gördük. Çok iyi yetiştirildik. Daha sonra da Donanma’nın çeşitli gemilerinde, uçaklarda ve karada görevler aldık. Bu insanlar zaten seçilmişler. Bundan sonra 10’da birini akademiye alıp kurmay yapıyorsunuz, 2 senede bir eğitimlerini güncelliyorsunuz. Olaylara çok daha stratejik açıdan bakmalarını sağlıyorsunuz. Sonra bunların da bir kısmını gene bir sınavla yurt dışında daha fazla tecrübe kazanması için NATO’ya gönderiyorsunuz. Askerî Ateşe yapıyorsunuz. Sonra da onlardan bir kısmını amiral ve general yapıyorsunuz. Birileri de kalkıyor onların yarısını hapse sokuyor. Şimdi bunların açıklaması var mı? Bunun açıklaması yok.
Bu insanların yapacakları bir şeyler vardı. Ben şimdi belediyede olur muydum, olmazdım. Görevime hâlâ devam ediyor olabilirdim. Cem Amiral (Gürdeniz)’e de aynısını yaptılar. O da mesela hâlâ amirallik yapıyor olurdu ama şu anda yaptığının en az 10’da birini yapabilirdi bence. Bize kumpas davalarıyla bunları yapanlar amaçlarına ulaşamadılar. Aslında çuvalladılar. Bunlar bu kumpas davalarıyla hata yaptılar. Bunu anlamadılarsa da anlayacaklar.
Daha sonra bir yıl kadar özel sektörde bir lojistik firmasında iş deneyimim oldu. Nihayetinde Pîrî Reis Üniversitesi’nde o dönem Lojistik Programı yeni açılmıştı. Meslek Yüksek Okulu’nda. Onun ilk hocasıyım. O programı yapan ve düzenleyen ilk hocayım. 6 yıldır da devam ediyorum. Hâlâ derslere giriyorum. Bu konuda rektörümüze de teşekkür etmeliyim. Bana teklif geldiğinde bir İstanbullu olarak kendi şehrime dokunma imkânı olarak gördüğüm bu görevimi yürütürken aynı zamanda ders vermeye de devam edebileceğime dair YÖK maddesini bana kendisi gösterdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)’nde hâlihazırda İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve Boğaziçi Üniversitesi’nden de profesörlerimiz daire başkanlıkları yürütüyorlar. Konusunda uzman akademisyenlerin bu görevlerde olması çok önemseniyor.
Boğazlar herkesin!
Ben 1,5 senedir buradayım. Çok büyük bir yapı. Öncelikle öğrenmeye çalıştım. Yan odalarda, üst kattaki odalarda kimler var, onları öğrenmek bile bir süreç. Belediyelerin kanunları ayrı, Büyükşehir farklı bir şey yapıyor, ilçeler farklı bir şey yapıyor, devlet kurumları farklı hareket ediyor. Yetki karmaşasına vurgu yapmak istiyorum. Bunun mutlaka düzeltilmesi gerekir. Türkiye’nin bir tane bütçesi var. Büyükşehir’e ayrı bölünüyor, ilçelere ayrı bölünüyor, kurumlara ayrı bölünüyor. Bunlar bazen çakışabiliyor. Bazı alanlar boşta kalabiliyor. Deniz konuları gibi. Mesela Boğaz kıyılarının yetkisi kimde ben tam olarak bilemiyorum. Boşlukta kalan konular da dolduruluyor. Bugün gidin Bebek’e, Yeniköy’e tekneler dolmuş. Burada birileri bunu (gezi tekneleri) satıyor. Bu yetkiyi nereden almışlar? Boğazlar herkese ait. İstanbullulara, Türklere, tüm dünyaya ait bir yer. Bu yetkiyi kimden almışlar. İSPARK’tan önce Taksim’de, Şişli’de, Ortaköy’de arabanızı park ettiğiniz zaman değnekçiler gelirdi, sizden para alırdı. Şimdi de Boğazlar bu durumda. Yani orası eğer herkese ait bir yerse ilgili kurumlar İSTMARİN gibi işletmeler kurulabilir. Burada bir başıbozukluk var. Bunun sebebi işin içinde birçok kurumun olması. Yetki kimde belli değil. Dolayısıyla burada bir boşluk oluşuyor. Bu boşluk da bir şekilde dolduruluyor.
Benim bir buçuk yılda görmüş olduğum, bizim ülkemizin genelinde her yerde olan koordinasyon eksikliği problemi. Mesela ilçe belediyeler ile aramızda hiçbir iletişim yok. En ufak bir konuda dahi muhatap bulamıyoruz.
Belediyede geçirdiğiniz süreçte hangi çalışmalarda bulundunuz, neleri değiştirdiniz, bir denizci olarak İBB’ye neler kattınız?
Polonya’da bir şehircilik forumuna katıldım. İstanbul 36 mega şehirden bir tanesi. Mega şehir 10 milyon ve üstü nüfusu olan şehirlere söyleniyor. Biz de 15’inciyiz. Avrupa’da da 8’inci, büyük ülke kadar nüfusa sahip ve 39 ilçesi bulunan bir şehirden bahsediyoruz. Dolayısıyla bu ilçelerin bütün daire başkanlıklarının tamamının yaptıklarına hâkim olabilmek 1,5 yılda mümkün değil. 5 yılda da mümkün değil. Resmin tamamını görmek inanın çok kolay değil.
Zaten belediyelerin problemi o. Uzun süre kimse kalamadığı için. Bir değişim yaşandığında bütün bir sistem değişiyor. Üst yönetim tabii ki değişecek, bu demokrasinin gerekliliği ancak alt kademelerde devamlılığın esas olması gerekiyor. Tabii ki liyakat ön planda tutulmalı. Başkanımız Ekrem İmamoğlu bu konuda devamlılığı önemsemiş.
Ben buraya geldiğimde ortak akla dayalı tamamen yeni bir belediyecilik anlayışının hâkim olduğunu gördüm. Bu nedir? Bir işin ortak paydaşlarının tamamının bir araya gelerek ortak bir fikir oluşturmasını sağlamak ve bunları değerlendirdikten sonra karara bağlamak. Katılımcılığı sağlamak. Türkiye’de 50 bin nüfusa sahip tüm belediyeler stratejik plan yapmak zorunda. Seçildikten sonraki 6 ay içerisinde 5 yıl sonrasında nerede olacağınızı öngördüğünüz yol haritasını hazırlamak zorundasınız. Bu ilk defa STK’larla ve bütün kurumlarla birlikte ortak toplantılarla oluşturulmuş. Bu stratejik plan ilk kez bu kadar katılımcı olarak oluşturulmuş.
Katılımcı bütçe konusu ilk defa 1989 yılında Brezilya’nın Porto Alegre şehrinde ortaya çıkan bir uygulama. Belediye genelde şehirde yaşayanlara ne istediklerini soruyor. Belediyenin yetki alanlarında hangi projenin gerçekleştirilmesini istediklerini soruyor ve biz onu direkt bütçemize katalım diyor. Türkiye’de ilk defa Eskişehir’de sosyal alanlarda bunu uyguluyor. Daha sonra Bursa Nilüfer ve Şişli Belediyeleri bunu uyguluyor. Ancak İstanbul’da 16 milyon kişinin yaşadığını düşünürsek bu çapta bir şehirde ilk kez bu proje uygulanıyor. Belediye’de Kent Konseyi oluşturuluyor ve başına da başarılı bir mimar olan Tülin Hadi getiriliyor. Ben de göreve başladıktan sonra bu projeyi yapabileceğimizi söyledim ve 1 yıl önce hayata geçirdik. Bu sene de ikinci senemiz. 670 tane proje geldi, bunları ön ve teknik değerlendirmelerden geçirdikten sonra 77’sini oylamaya sunduk.
Dairelerimiz stratejik planlara ne kadar uyuyor? Bunları biz denetliyoruz. Her çeyrek yaptığımız denetimleri dairelerimize sunuyoruz. 5 yıllık stratejik planların her yıl performans programı hazırlanıyor. Bir de projelerin yer aldığı yatırım programı var. Biz burada bütün dairelerin denetimini yapıyoruz.
Kadınlara yönelik yerel eşitlik eylem planı oluşturuldu. Uzmanların danışmanlığı altında 1 yıl süren bir çalışma sonucunda 2021 yılında 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kapsamında bir plan yayımlandı. 360 farklı eylem belirleniyor. Belediyecilik hizmetlerini sunarken başta kadınları olmak üzere tüm kırılgan tarafları gözeten bir eylem planı hazırlandı. Bunun da takibini bizim Dairemiz yapıyor.
Bir denizci olarak İBB bünyesinde ilk olarak “Denizin Şehrinden Denizcilik Şenlikleri” düzenlenmesine katkıda bulundum. Etkinlik aynı zamanda Denizcilik Çalışma Grubu’nun da ilk projesi. Şenliklerde İBB Kültür Daire Başkanlığı, İBB Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı ile İBB Deniz Hizmetleri Müdürlüğü, ilgili Daire Başkanlıkları, birçok deniz ve denizci dostu gönüllü yer aldı.
Şenlikler kapsamında plaj futbolu, plaj voleybolu, badminton, atletizm parkurları, su topu turnuvası ve yüzme, kürek çekme dragon bot yarışları gibi spor etkinliklerinin yanı sıra, Ferhan Coşkun’un Derinlere Saygı Dalış Topluluğu, Deniz Yaşamını Koruma Derneği’nin Deniz Yaşamını Koruma (İstanbul Mercanları) ve Aktif Balık Adamlar Kulübü Spor Derneği’nin Deniz ve İnsan, İstanbul Mucizeleri sergileri düzenlendi.
Aktif Balık Adamlar Spor Derneği Dip Temizliği etkinliği adı altında dip temizliklerinin de gerçekleştirildiği şenlikte pek çok söyleşi de yapıldı. İlyas Gültaş Deniz Kültürünün Müzelerde Görünürlüğü; Murat Beçir ve Murat Beşer Vapur, Deniz, İstanbul ve Müzik; Cem Gürdeniz Lozan, Kabotaj Hakkı ve Mavi Vatan; Fuat Sevimay Denizüstü Biraz Roman Biraz Öykü; Bayza Akyüz Masallarla İstanbul ve Deniz; Küçükçekmece Belediyesi’nin katkılarıyla Feridun Andaç ve Vecdi Çıracıoğlu İki Deniz Arasında Denizi Konuşuyoruz ve Çağrı Özpideciler Deniz Tutkusu Üzerine isimli söyleşiler gerçekleştirdiler.
Su altında bayrak açma merasiminin de yapıldığı şenlikte yağlı direk yarışması, VR denizaltı etkinlikleri düzenlenirken Kayıp Balık Nemo animasyon filmi de gösterildi.
“Denizcilik Türkiye ve İstanbul’da geri planda tutuldu”
Ben İBB’de Barbaros Büyüksağnak olarak emekli bir albay olarak 6 yıllık bir öğretim görevlisi olarak ve başına bir sürü şey gelse de ülkesini sevmeye devam eden birisi olarak güzel bir çalışma ortamı buldum. Benim burada görevim de belli; Strateji Daire Başkanlığı. Ancak, ben bir denizciyim. Beni buraya getiren irade de bunun farkında olarak getirdi. Denizcilik maalesef ülkemizde olduğu gibi İstanbul’da da geri plana atılmış durumda. Dolayısıyla İstanbul da bu alanda gelişmeye çok açık. Üst yönetimdeki birçok kişi de bunun farkında. Ama herkes kendi işiyle uğraşmaktan fırsat bulamıyor. Denizcilik kültürünün oluşturulması için öncelikle ülkedeki genel iletişimsizlik sorunun halledilmesi gerekiyor. İlçe belediyelerinin, büyükşehir belediyelerinin ve devlet kurumlarının birbirleriyle konuşabiliyor olması gerekiyor. Denizcilik kültürünü insanlarımızın zihnine sokabilecek ve içselleştirmelerini sağlayacak şekilde bir toplum oluşturmamız gerekiyor. Bunu ancak eğitimlerle, şenliklerle, sanatla ve kültürel etkinliklerle sağlayabilirsiniz. Karadeniz’deki İstanbul kıyılarının değerlendirilmesi gerekiyor. İstanbullunun daha çok denize ulaşabilmesi gerekiyor. Kirliliği azaltmalıyız, arıtma tesislerimizi yenilemeliyiz. Marmara’yı yeniden canlandırmalıyız. Seneye çok daha güzel bir deniz festivali ümit ediyorum. Karadeniz kıyılarının daha çok kullanıldığı, insanların denizden beton yollarla ayrılmadığı bir İstanbul hayal ediyorum. İstanbulluları denizle buluşturmamız gerekiyor.
Sayın Ekrem İmamoğlu’nun başlattığı Balkan şehirleriyle yürütülen bir proje var. B40 ağı. Ben de oradaki bir çalışma grubunun başkanıyım. Yerel demokrasi ve göç, akıllı şehirler, iklim değişikliği ve yerel ekonomi çalışma grubu altında Balkan belediyeleri arasında geçen sene Kasım ayında İstanbul’da başlayan bu sene Kasım ayında Atina’ya devredeceğimiz dönem başkanlıklarıyla, daimî sekretaryası İBB’de bulunmak kaydıyla 42 şehrin yer aldığı bir proje. Bütün Balkanlarda bölgesel iş birliklerini geliştirmek amacıyla kurulmuş bir proje. Komşularınızla iyi geçinmelisiniz
TBMM Arktik Bölge’de yer alan Svalbard Takım Adaları özelindeki Svalbard Antlaşması’nı gündemine aldı. Bu konuda ülkemizde bir farkındalık oluşturulması adına uzun yıllardır çalışan ve üzerine kitap yazmış bir öğretim görevlisi olarak görüşlerinizi alabilir miyiz?
Norveç’te 2007-2009 yılları arasında askerî ataşelik yaptım. Oranın millî savunma bakanlığının yaptığı bir sunumda Arktik Bölgesi’ne değinilmesi dikkatimi çekti. Daha önce hiç görmediğim bir konuydu ve ülkemiz adına da bu konunun önemli olabileceğini düşünüp üzerine düştüm. Daha sonra oranın ısındığını öğrendim. Dolayısıyla bu değişim nedeniyle bölgede buzların erimesi, buranın seyir edilebilir hale gelmesine ve alttaki kaynakların çıkartılabilir olmasının konuşulduğunu gördüm. Bir de orada Svalbard Takım Adaları olarak geçen 61 bin km2’lik yaklaşık 9 Kıbrıs Adası boyutlarında ve 1920’ye kadar da kimseye ait olmayan topraklar olduğunu öğrendim. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Paris Sözleşmesi’nde Spitsbergen Antlaşması yapılıyor ve taraf olan ülkelerin bölgede söz sahibi olması şartıyla adaların himayesi Norveç’e bağlanıyor. Norveç daha sonra adaların adını Svalbard olarak değiştiriyor. Bu antlaşmaya Afganistan’dan Arnavutluk’a kadar birçok devlet taraf olmuş. Yunanistan, Suudi Arabistan var, Türkiye yok. Biz bu antlaşmaya taraf olabilir miyiz diye araştırmalar yaptım. 1920 yılında yapılan bu antlaşmaya 1994’te 74 yıl sonra İzlanda ilave olmuş. O zaman biz de olabiliriz diye düşündüm. Nihayetinde depoziter devlet olan Fransa’ya başvuru yapıp üye olup bazı temel hakları elde edebileceğimizi anladım. Ben bunu raporladım. Daha sonra raporum ilgi görmeyince Dışişleri Bakanlığı’ndan rica ettim. 2009’da da Norveç Büyükelçimiz gönderdi.
Daha sonra 2010’da komodorluğa geçtim, ardından kumpas dava Balyoz ve hapis sürecimiz başladı. Hasdal Askerî Cezaevi’ndeyken Antarktika Bilim Seferleri’nin başladığını gördüm. Prof. Dr. Bayram Öztürk’e yazdım. Ben de 2000’den beri Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) üyesiydim. “Siz Antarktika’ya gidiyorsunuz ama bunun bir de Arktik boyutu var.” dedim. “Kuzey de çok önemli, burada önemli gelişmeler olacak.” dedim. Sanırım 2012 senesiydi. Henüz içerideydim (cezaevi). Çıktıktan sonra Prof. Dr. Burcu Özsoy’la tanıştım. Daha sonra Cem (Gürdeniz) Amiral’in aracı olmasıyla Dışişleri Bakanlığı’ndan Çağatay Erciyes ile görüştüm. Ben 5 sene önce bir rapor gönderdim. Hiçbir şey yapılmadı. Bu süreçte “Çekya, Slovakya, Letonya ve Litvanya gibi ülkeler taraf oldular.” dedim. “Biz neden hâlâ taraf olmuyoruz?” diye düşüncemi ifade ettim. Sağ olsunlar destek verdiler. Demek ki ikna etmişler ve biz onu imzaladık. Tüm süreçler geçildi. TBMM’nin de onayıyla birlikte Türkiye de taraf olacak.
Vatandaşlar bundan ne kazanacak? Buralardan gidip ev alabilecekler. İşletme kurabilecekler. Karasularına Türk bayraklı gemilerimizle girebileceğiz. Orada balıkçılık yapabileceğiz. Bilimsel araştırmalarda bulunabileceğiz. Bu arada Meclis’teki Svalbard hakkındaki kanun maddesinin gerekçesinde benim raporumda yer alan gerekçelerin yer aldığını görmek beni mutlu etti. O farkındalıktan sonra birçok kişi Svalbard’la ilgili yazdı sağ olsunlar.
Nasıl bir yol izlenmeli?
Kutup Araştırmaları Enstitüsü (KARE)’nün devletin bünyesine girmesi çok güzel bir gelişme. Düşünün 3 sene öncesine kadar İTÜ’nün inisiyatifiyle devam edem bir projeydi. Burada İstanbul Teknik Üniversitesi Kutup Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (PolRec)’nin kurucusu Burcu Hanım’ın çok ciddi emeği söz konusu. Antarktika’daki antlaşmaya taraf olmuşuz ve belirli bir ilerleme yaşamışız. Ancak kuzeyde henüz bir ilerlememiz yok. Bilimsel bir çalışma yapmamız gerekiyor. Uluslararası arenada söz sahibi olabilmemiz için bir şeyler üretmemiz gerekiyor. Gözlemler gerçekleştirmemiz ve ortaya bir şeyler çıkarmamız gerekiyor. Uluslararası bilim dünyasına katkıda bulunmamız gerekiyor. Bizim genel anlamda Türkiye olarak fazla yapmadığımız bir şey. Bu genel anlamda uluslararası arenada da etkili bir konu.
Kuzeyde Svalbard Antlaşması’na taraf olmak bizim için somut bir adım olacak. Bölgeye özel tek antlaşma. Bugün Ukrayna-Rusya savaşı bir tesadüf olarak görülemez. Çin’e kadar uzandığını ve ABD’nin gücünü kaybetmeden önceki son çırpınışları olduğunu düşünüyorum. Arktik çok önemli bir potansiyel çatışma alanı. Bölgede buzların erimesi buraya harp gemilerinin ulaşabilmesi anlamına gelir. Ticari gemiler de ticaretlerini gerçekleştirebilirler. Rusya buraya çok büyük yatırımlar yapıyor.
Bölgeye kıyısı olan 5 ülke var. Norveç, Rusya, ABD, Grönland’dan dolayı Danimarka ve Kanada. Bütün bu ülkelerle ilişki önemli bir konu. Arktik Konseyi var. Burada nasıl varlık gösterilir? Bilimsel varlık göstermeniz gerekiyor. Bilim insanlarınız buluşlar yapacak. Uluslararası bağlantılarınızın da iyi olması gerekiyor. Çin mesela kendini “Arktik’e yakın devlet” olarak tanımlıyor. Japonya ve Güney Kore de bölgeyle çok ilgili.
Orada Kuzey Deniz Rotası’nda çok ciddi altyapı yatırımları var. Buzkıran gemileri inşa ediliyor. Oradaki ticareti açabilmek adına harıl harıl çalışıyorlar. Denizcilik firmalarımıza bu bölgede yeni fırsatlar çıkabilir. Deniz turizminden, deniz kaynaklarına, taşımacılıktan tersaneciliğe kadar bütün sektörlerimize yeni iş imkânları oluşabilir.
Buzulların erimesi deniz ticaretini ve dünya siyasetini nasıl etkileyecek?
ABD’nin bölgede 1867 yılında 7,2 milyon dolara Rusya’dan satın aldığı Alaska üzerinden kıyısı var. Hatırlarsanız eski ABD Başkanı Donald Trump, Grönland’ı Danimarka’dan satın almak istedi ama vermediler. Çünkü burayı satın almak demek, münhasır ekonomik bölgesi üzerinden Arktik Bölge’de söz sahibi olmak demek.
Çinliler de buraya “Polar İpek Yolu” diyorlar. Kendi buzkıran gemilerini inşa ediyorlar.
Burası oldukça popüler ancak önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde pek ekonomik gözükmüyor. Mesela Maersk 3,600 TEU’luk küçük bir gemiyle Seul’dan Saint Petersburg’a bir taşımacılık seferi gerçekleştirdi. Testlerini yaptıktan sonra burasının cazip olmadığına karar verdi.
Biz sadece dünyayı önemseyen büyük bir devlet olarak dünyanın iki kutbundaki gelişmelerden bihaber olamayız. Biz büyük bir devletiz. Afrika açılımı yapıyoruz, Güney Amerika açılımı yapıyoruz. Burası yaşadığımız kuraklıkları doğrudan etkileyen bir yer. Bizim bilim insanlarımızla burada var olmamız gerekiyor. Bunu da sağlayacak tek şey Svalbard Antlaşması. Çok geciktik ama geç olsun güç olmasın.
Bölgedeki kaynaklarla ilgili iki görüş bulunuyor. Svalbard Adaları’nın etrafındaki petrol ve doğal gaz bir görüşe göre taraf devletlere Norveç’in görüşüne göre ise sadece Norveç’e ait. Bir ihtimal ileride buzlar eridiği takdirde, buradaki doğal gaz ve petrol çıkarıldığı zaman biz de antlaşmaya taraf olduğumuz için gelir sağlayabiliriz. Burada böyle bir potansiyel olduğunu da belirtmek istiyorum. Ancak ben şahsen buradaki buzların erimesini asla istemem. Önümüzdeki 10-15 sene içerisinde burası daha çok gündeme gelecek.
Rusya, burada nükleer buzkıranlar kullanıyor. Rusya’nın Sibirya’nın kuzeyinde yer alan Yamal Bölgesi’nde devasa LNG tesisleri bulunuyor. Bunları gerek Asya gerek Avrupa pazarlarına ulaştırmayı amaçlıyorlar. Rusya’nın 10-12 adet kuzey sınıfı tanker sınıfı bulunuyor. Yeni limanlar yapılıyor, altyapı oluşturuluyor. Polar Code denilen Kutupta Seyir Kuralları diyebileceğimiz 2017’de IMO’nun çıkarttığı kurallara uymak gerekiyor.
Kaynak: Marine Deal – https://www.marinedealnews.com/barbaros-buyuksagnak-svalbard-antlasmasina-taraf-olmak-bizim-icin-somut-bir-adim-olacak/