Bir ulusun bağımsızlık aşkı kokan, olağanüstü bir destana dönüşen mücadelesinin zaferle taçlandığı gündür, 30 Ağustos.
1918’de Birinci Dünya Savaşı sona ermiş, Osmanlı Devleti yenilmiştir.
Bir hayli insan ve toprak kayıplarının yanısıra yaralı, yoksul ve yorgun bir ulus yok olmanın eşiğine gelmiştir.
İttihatçıların kuklası olmaktan öte bir varlık gösteremeyen padişah sözde liderdir.
Liyakatsız ellerde siyasete bulaşmış bir ordu, hezeyanlar sonucunda Haliç’e mahkum edilmiş bir donanma ve bir İngiliz zırhlısında hazin son.
Tam bağımsızlık yerine büyük güçlerle ittifak yoluyla güç kazanma poliikası ve tahtını koruma derdinde olan Osmanlı Hanedanı, tarih sahnesinden böylece silinmiş oluyordu.
Türkler; ulusal tarihlerinin bu bunalımlı döneminde, yüzyıldan geriye kalan tek bir komutan ve önder buldular.
Çanakkale Savaşları’nın Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal.
Köklerinde ne İngiliz ne Fransızcılık ne Rusçuluk ne de yükselen Amerikancılık vardı.
Türk İstiklal Harbi, Mustafa Kemal’in komutasında “Ya istiklal ya ölüm” parolasıyla ulusu, meclisi ve ordusu ile yola çıktığı bir mücadeledir.
Kongrelerle çizilen, Birinci Meclis ile şekillenen yol haritasinda manda ve himaye de kabul edilmeyecekti.
Hedeflenen; “Tam bağımsızlık” yolunda “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktı…”
Emperyalizmi reddeden Türk halkının, ulusal bağımsızlığı için yiğitçe ve muzafferane dövüşmesidir.
1919’da umutsuz bir girişim olarak başlasa da, eşit olmayan koşullar altında sürdürülse de, Türklerin yüz akıdır.
Türkler Başkomutanı ile muharebe meydanlarında kaynaşıp bütünleşmiş, omuz omuza savaşarak düşmanlarını hezimete uğratmıştır.
“Olmasaydı da, olurduk” diyenlere ve “iç isyanlara karşı” verilen bir cevaptır.
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, bu milletin kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz” düşüncesiyle Anadolu’nun zaptedilmez ve Türklerin tutsak edilmez olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır.
Doğu Anadolu’da “Büyük Ermenistan Hayali” peşinde koşanlar hüsrana uğratılmıştır.
Batı’da İnönü Muharebeleri, Sakarya Meydan Muharebesi ile Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi neticesinde İzmir’de denize dökülen Yunan’ın “Megali İdeası” ilk darbeyi almıştır.
Çanakale Boğazı’ndan 73 parça gemiyle geçerek Sarayburnu önlerine demirleyen ve İstanbul’a asker çıkaranlar “geldikleri gibi gitmişlerdir.”
Samsun da başlayan bir ulusun kaderini değiştiren İstiklal Harbi “Ordular! ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri…” emriyle, zaferle sonuçlanmıştır.
Daha kimler yoktu ki, bu savaşta…
Adana-Mersin-Maraş-Antep-Urfa’da Fransızlar…
Samsun-Merzifon’da İngilizler…
Antalya-Konya-Fethiye-Bodrum’da İtalyanlar…
Türk Ordusu’nun kahramanlığı, tarihte bir kez daha seçkin yerini alıyordu.
Geçmişte aradığımız, özlemini bugün bile çektiğimiz değerlerdir, kazanılan zaferler.
Ortaya çıktığı andan itibaren taşıdıkları değerlerle “ulusun birlik ve beraberliğini” sağlayacak ortak ruhu taşırlar.
Bir ulusta kök duygusunu uyandırır ve bu duygu da birey ve toplumda bir ulusa ait olma bilincini canlı tutar.
Toplumlar, ulus olarak varlıklarını devam ettirebilmek için tarihlerini bilmek ve ona dayanmak zorundadırlar.
Kazanılan zafer, cesaret ve sabrın armağınıydı.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk Ordusu’nu bir çığ gibi toplamasaydı, bugün istiklal ve haysiyetimizden söz etmemiz mümkün olmayacaktı.
Yurdu kurtardı, medeniyet alemine soktu.
Bugün ne varsa, herşey Atatürk’ün eseridir.
İstiklal Harbi için her Türk evladı, tarihinin bu kahramanca yaprağıyla sonsuza kadar gurur duymalıdır.
Hürriyet zevkini, egemenliğimizi ve yaşama sevincini bizlere tattıran “Bu toprağa kan düşende, yiğit bağrı ses veren kahramanların” ruhları şad olsun.
Son sözse; “Her Türk’ün onurudur, zaferler ve onları süsleyen bayramlar…”
İsmet Hergünşen