Mavi Vatan bir manifestodur

Türkiye’nin kumpas davaları sayesinde deniz jeopolitiğini anlamaya başladığını belirten emekli Tüma. Cem Gürdeniz, “Denizcilik Bakanlığı mutlaka kurulmalıdır.” dedi.

‘Mavi Vatan’ kavramının isim babası ve teorisyeni olan, son olarak Türk Boğazları Sözleşmesi bildirisinde imzası bulunan 104 emekli amiral arasında yer alan emekli Tüma. Cem Gürdeniz, “Mavi Vatan ilk kez 2006 yazında Deniz Kuvvetlerindeki bir seminerde kullanıldı ancak kamuoyu Mavi Vatan’ı ilk kez (SÖZDE) Balyoz davasındaki FETÖ’cü hâkimin sorusuna verdiğim cevap ile duydu.” dedi.

Kumpas davaların esasında farkındalık yaratarak Mavi Vatan’ın doktrine dönüştürülmesinde temel teşkil ettiğini belirten Gürdeniz, Türk dünyasının denizle irtibatının Türkiye üzerinden kurulacağının altını çizdi. Türkiye’nin dünyada eşi benzeri görülmemiş coğrafi bir özgül ağırlığının olduğuna dikkat çeken Gürdeniz, Türkiye’nin ilk amfibi hücum gemisi olan TCG Anadolu’nun da tüm Türk dünyasını temsil ettiğini dile getirdi.

Habererk.com’u evinde ağırlayan Gürdeniz şunları söyledi :

Mavi Vatan 2006’da çıktı

“Mavi Vatan’ı ilk kez söylediğimizde Türkiye özellikle deniz çıkarları açısından çok zor bir dönem yaşıyordu. 2006 yılında Deniz Kuvvetleri Karargahında Karadeniz deniz güvenliğiyle ilgili bir seminer düzenlemiştik. Mavi Vatan’ı ilk kez orada kullandım. Daha sonra da 2011 yılında Balyoz tutuklamalarıyla önce Hasdal sonra Silivri’de kaldım. Silivri çadır mahkemesinde  ben savunma yapmadım. Siyasi ve kumpas bir davada hukuki bir savunma olmayacağını bilerek savunma yapmadım. 29 Nisan 2011 tarihinde bir manifesto verdim. Oradaki hâkim de FETÖ’cüymüş. Zaten şu anda da hapiste. Orada sorduğu bir soruya cevap verirken yine Mavi Vatan’ı kullandım. Böylece kamuoyu Mavi Vatan’ı 2011’den itibaren tanımış oldu.” Silivri’deyken 2013 yılında “Hedefteki Donanma” kitabım yayınlandı. 24 Mart 2013 tarihinde bir gazetede Pazar günleri haftalık köşe yazısı yazmaya başladım. Köşemin adı Mavi Vatan idi. Kamuoyuyla Mavi Vatan’ın sürekli buluşmasının da başlangıcı bu şekilde oldu.

Mavi Vatan siyaset üstüdür

“Mavi Vatan’ın doktrine dönüşmesi aslında bir fedakârlık sürecidir. Çünkü Mavi Vatan Türkiye’nin kıtaya itilmesine; Atlantik sistemin, Türkiye’nin bir kıta gücü olarak kalması ve denizden uzak durması için yaptığı baskıya  karşı bir manifestodur. O nedenle Balyoz kumpasının ağırlık merkezinin Deniz Kuvvetleri olması bile Mavi Vatan’ın ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarıyor. Çünkü Türkiye’nin dünyada eşi benzeri görülmemiş coğrafi bir özgül ağırlığı vardır. Dünyanın en seçkin coğrafyasıdır. Bu coğrafyayı Türkiye nerdeyse 1945’ten bu yana kendi için değil Atlantik sistemin çıkarları için kullanmıştır. Türkiye ne zaman ki soğuk savaş bitip kendi çıkarları için, Türk dünyasının çıkarları için, bu coğrafyayı kullanmaya başladı işte o zaman baskı yemeye başlamıştır. En büyük baskı da malum kumpas davalardır. Kumpas davalar esasında Mavi Vatan’ın doktrine dönüştürülmesinde temel teşkil etmiştir. Çünkü farkındalık yaratmıştır. Türk halkı şunu sorgulamıştır. Neden donanma? Neden Deniz Kuvvetleri? Daha sonra FETÖ darbe girişiminden sonra hükümet de bu gerçeği anlamıştır ve Mavi Vatan’ı sahiplenmiştir. Mavi Vatan siyaset üstüdür ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 21 yy’daki hayat görüşüdür.”

Türk dünyası denize çıkmalı

“Gelecek kuşaklar denize çıkmalıdır. Sadece 85 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti için değil, Türk dünyası adına denize çıkmalıdır. Asya yüzyılı başlamıştır. Asya’da da hâkim güçler Çin, Rusya, Hindistan ve Türk dünyasıdır. Türk dünyasının denizle irtibatı Türkiye üzerinden kurulacaktır işte Mavi Vatan’ın doktrinleşmesinin temelinde bu vardır. Mavi Vatan sadece deniz yetki alanları kapsamında değildir. Türk dünyasının denizlere çıkması, okyanuslara açılmasıdır.”

Türkiye’yi iki körfeze hapsetmek istiyorlar

“Türkiye’nin deniz yetki alanları Ege Denizi’nde henüz ilan edilmemiş, Doğu Akdeniz’de ilan edilmiş kıta sahanlığı sınırlarıyla Karadeniz’de 1987’den itibaren ilan edilmiş münhasır ekonomik bölgedir. Kabaca 462 bin kilometre karelik bir alandır. Ege Denizi’nde ilan etmememizin temel nedeni 1976 yılında imzaladığımız Bern Mutabakatı ’dır. Ege’de Türk ve Yunan kıta sahanlığı sınırlandırma görüşleri 180 derece farklıdır. Yunanistan tarafı bütün adalara kıta sahanlığı hakkı tanıdığı için hemen hemen Türkiye’ye hiçbir hak tanınmaz konumdadır. Doğu Akdeniz’de de yine Sevilla haritası dediğimiz 2000’lerden itibaren Avrupa Birliği tarafından ortaya atılan ve AB’nin neredeyse yetki alanı dokümanına dönüşen bu harita Türkiye’yi Antalya ve İskenderun körfezlerine hapsetmektedir. Türkiye hem Sevilla haritasına karşıdır hem de Ege’deki Yunan tezine karşıdır. Normalde Türkiye’nin 18 Mart 2020’de Birleşmiş Milletlere deklare ettiği Doğu Akdeniz kıta sahanlığı sınırlarıyla Ege’de 25. boylam civarından geçen ve Yunanistan yarımadasıyla Türkiye yarımadası arasında eşit mesafede bulunan sınırdır. Türkiye zaten bunun mücadelesini vermektedir”

Karada kazanıp adamızı verdik

“Mavi Vatan’ın Girit Adası konusunda eksiği yok. Keşke 1897’de Türk – Yunan savaşını kazandığımızda o dönem donanmamız olsaydı ve Girit’i kaybetmeseydik. Dünya tarihinde karada zafer kazanıp, bir ada veren başka bir örnek yoktur. O dönemin en büyük acılarından birisidir. 1800’lü yılların sonlarına doğru başlayıp 1913’te Girit’in ne şekilde kaybedildiğini biliyoruz. Dilerim Kıbrıs Girit’e benzemez.”

Deniz Kuvvetleri itici güçtür

“Deniz kuvvetleri her zaman için Cumhuriyet’in en öncü, en ilerici kalelerinden birisi olmuştur. Bu durum, temelini Mustafa Kemal Atatürk’ün attığı Cumhuriyet Donanması nesillerinin özgül ağırlığından kaynaklanır. Çok kıymetli denizciler, çok kıymetli amiraller yetiştirmiştir. Türkiye’ye sürekli zafer ve başarı getirmiştir. Deniz Kuvvetleri’nin tarihinde hata yoktur. Her zaman milli düşünmüştür. Deniz Kuvvetleri; Amerikan ekolünün, Amerikan yardım heyetlerinin 40’lı, 50’li yıllardan itibaren, NATO’ya ilişkilerimizin en yoğun olduğu dönemlerde bile milli çıkarları korumak uğruna çalışmıştır. Bunu gururla söylüyorum. Tabi bu eğilim artarak devam etmiştir. Deniz Kuvvetleri millici olmanın bedelini kumpas davalarla ödemiştir.”

Rusya parçalanırsa Türkiye parçalanır

“Soğuk savaş bitikten sonrada yine Deniz Kuvvetleri’nin öncülüğünde Karadeniz’de, NATO’yu bölgeden uzak tutma, Rusya’yla soğuk savaş sonrası ilişkileri geliştirme ve denge yaratma çalışmaları başladı. Çünkü NATO’nun doğuya doğru genişlemesi demek Türkiye’nin boş tutması gereken Karadeniz’in de NATO ile çevrilmesi demekti. Türkiye bunu görmüştü. Türkiye, Kurtuluş Savaşını nasıl ki Karadeniz’i boş tutarak, Rusya’dan aldığı 300 bin ton cephaneyle yürüttüyse aynı jeopolitik yaklaşım bugün de geçerli olmalıdır. Parçalanan Rusya, parçalanan Türkiye demektir. Çünkü Karadeniz, Atlantik sistem tarafından kuşatılırsa ve kuzeyden baskı rejimi altına girerse, o zaman ne Mavi Vatan kalır ne Kıbrıs kalır ne de Güney Doğu’da kukla Kürt devletini önleme gayretlerimiz kalır. Türkiye bunun bilincinde olmalıdır. Bu coğrafyayı kendi lehine kullanmalıdır. Bugün Türkiye hem batıda kalıp hem PKK ile mücadele etmenin zorluklarını zaten yaşayan bir devlet. Dilerim 100. yılımızda Cumhuriyet bu gerçeği görür”

104 amiral susturulan bir Türkiye demektir

“Benim de içinde bulunduğum 104 amiralin Türk Boğazlarını korumak için imza attığı bildiriye gösterilen tepki bir kumpastır. FETÖ kumpas davalarından hiçbir farkı yoktur. O yüzden ben Twitter’da da, mahkemede de söyledim. Savcılar, Anayasa’nın 25. ve 26. maddelerinin verdiği tekil ya da toplu fikir açıklama hürriyetini bir darbe suçuna dönüştürmektense, bunun Türkiye’de nasıl örgütlenip bir gecede 700 tane kargacık burgacık aynı tip dilekçeyle bir kumpas davaya dönüştüğünü takip etmelidirler. Tartışmaya bile gerek duymuyorum. Bugün bir daha gelsin yine aynı metne imzamı atarım. Hem sarıklı amiral eleştirilmiştir hem Türk Boğazları Sözleşmesi (Montrö) için ‘ortadan kaldırılabilir veya değiştirilebilir’ diyen bir zihniyete bir nevi fikirle karşı cevap verilmiştir. Bu zaten amirallerin yapması gerekendi. Üzüldüğüm şudur ki 104 amiralin basın duyurusundan sonra Türkiye’de hiçbir sivil toplum örgütü, hiçbir kurum ve kuruluş artık bu şekilde toplu fikir açıklaması yapmamıştır. Bu Türk demokrasisi için utanılacak bir durumdur. İleri demokrasi şeklinde övünülecek hiçbir durum da yoktur. Bu da esasen 104 amiral üzerinden susturulan bir Türkiye demektir”

Yunanistan tampon bir devlettir

“Yunanistan zaten 1830’da Londra borsasında kurulmuş tampon bir devlettir. Yunanistan kendi adına konuşmaz ve iş yapmaz. Yunanistan Anglosakson ekolün İngiltere ve ABD’nin kontrolünde ve hükmünde olan bir ülkedir. O nedenle Yunanistan’ın Sevilla haritasını inkâr edip, pratikte Sevilla haritasını uygulaması Yunanistan’a uygun bir tarzdır. Yani şaşırmadım diyebilirim”

İtalya kendi Mavi Vatanını üretti

İtalya, Fransa’nın baskını dengelemek için Mediterraneo Larghetto adını verdiği Mavi Vatan’ın karşılığı bir doktrin üretti. Bu doktrin esasında Afrika’nın en büyük kargaşasının yaşandığı ve bu kargaşa nedeniyle yasadışı göçün, düzensiz göçün en yoğun olduğu Kuzey Afrika ve Sahel bölgesinin uzaktan kontrolünü amaçlıyor. İtalya geleneksel olarak denizci bir devlettir. Bugün de iki tane uçak gemisi olan, savunma sanayinde dünyanın sayılı devleri arasında yer alan bir devlettir. O nedenle İtalya’nın böylesine iddialı bir doktrinle ortaya çıkması şaşırtıcı değil. Çünkü İtalya 2011 Libya müdahalesinden mülteci akını ile en çok zarar görmüş devlettir. O bakımdan ben İtalya’nın Türkiye’nin yanında hem Kuzey Afrika’da hem de Akdeniz’de, Fransa’ya karşı bir denge unsuru olacağını düşünüyorum.”

Mısır Türkiye ile kıyaslanamaz

“Mısır Donanması, Türkiye’yi dengelemek, Türk dünyasının Süveyş/Kızıldeniz ve Bab al-Mandab üzerinden Hint Okyanusu’na açılışını önlemek için birinci set olarak karşımıza çıkartılmıştır. Yakından inceleyenler görecek ki 2000 yılına kadar adı bile geçmeyen Mısır donanması 2010’dan sonra çok hızlı ve yüksek tempoyla silahlandırıldı. Çok modern firkateyn, denizaltı ve helikopter gemileriyle donatıldı. Mısır donanması, Türk donanmasına karşı Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi silahlı unsurlarıyla  bir set çekmek için, bir nevi 1920’lerin Kafkas setti gibi bir Akdeniz setti çekmek için güçlendirilmiştir. Tabi ki burada AKP iktidarının çok büyük hataları olmuştur. Özellikle Rabia politikası Müslüman kardeşler grubunun hükümet tarafından desteklenmesi, Mısır’ın Türkiye aleyhtarlığını da kamçılamıştır. Mısır donanması hemen hemen her sene son 8 yıldır ortaklarıyla birlikte Türkiye aleyhinde Medusa serisi tatbikatlar yapıyor. Mısır’ın ikna edilmesi gerekir. Neticede Osmanlı ile 400 yıl beraber yaşamış bir dost ülkedir. Ancak şu an tamamen Atlantik sistemin, Anglosakson sistemin emrindedir. Unutulmamalıdır ki Türk gücünün okyanuslara erişiminin iki noktası vardır. Birisi Cebeli Tarık Boğazı diğeri de Süveyş Kanalı Kızıldeniz üzerinden Bab al – Mandab Boğazıdır. İşte bu bölgenin girişi Mısır tarafından kontrol ediliyor. Diğer yandan Doğu Akdeniz’de Mısır’ın Yunanistan’la ve GKRY ile yaptığı anlaşmaların hiçbiri şu an için Türkiye’nin 2020’de  Birleşmiş Milletlere deklare ettiği kıta sahanlığına müdahale etmiyor. Ancak Libya’nın çıkarlarına ters durum yaratıyor. Onlardan pay çalıyor.  O yüzden Mısır’ı dikkatli takip etmemiz lazım. Askeri açıdan Mısır bir tehlike teşkil edebilir mi diye sorulursa, 1967 ve 1973’de İsrail ile girdikleri harplerdeki performanslarına bakarak Türklerle kıyaslanamayacak derecede olduklarını söyleyebilirim”

En büyük korkum Kıbrıs’ın Tayvanlaşması

“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 13 Kasım 1983’te kurulduğunda dünya Türk tarihinde çok ama çok ciddi bir dönüm noktası oldu. İlk defa bir Türk ada devleti ilan edildi. O yüzden Rauf Denktaş’ı büyük bir vefayla, büyük bir şükran ve takdirle anıyorum. Fakat biz bu devletin varlığını devam ettirebilmek, ekonomik bağımsızlığını devam ettirebilmek için çok şeyler yapamadık. Örneğin soğuk savaş bittikten sonra özellikle Provide Comfort (Çekiç Güç) kapsamında güneyimizdeki Barzanistan veya Talabani bölgelerinin kalkınması için Türk iş adamları, Türk ekonomisi seferber oldu. Türkiye’deki en büyük markalar, Süleymaniye’de, Erbil’de oteller, fabrikalar kurdular. Ben şimdi Türk vatandaşı olarak şunu soruyorum 1983’den sonra niçin aynısını Kıbrıs’ta yapmadık. Niçin Kuzey Kıbrıs’ta sadece kumarhane ve üniversite kurabildik. Bunun cevabını vermemiz gerekiyor. O bakımdan biz bunu yapmadığımız gibi yabancılara – özellikle İsraillilere – toprak satılmasının, yabancılara hem konut hem arazi alımlarında sınırların, kısıtlamaların azaltılmasını çok büyük jeopolitik tehlike olarak görüyorum. Yarın öbür gün nüfus dengeleri bozulduğunda aynen Filistin’de yaşananlar olabilir. 1945’teki Filistin’e bakın, 2023’deki Filistin’e bakın. Diğer yandan son belediye seçimlerinde federasyoncu Türkiye karşıtı partiler ciddi oy alarak belediyelerin pek çoğunu ele geçirdiler. Bir yandan emlak konut satış patlaması, bir yandan federasyoncuların güçlenmesi iyi işaretler değil. O bakımdan her ne kadar orada bir kolordumuz olsa da benim en büyük korkum Kıbrıs adasının Tayvanlaşmasıdır. Kıbrıs Tayvanlaşırsa Türkiye’nin denize çıkmasını istemeyen batı büyük kazanım sağlayacak ve baskılarını artıracaktır.”

Türk Dünyasını temsil eden bir gemi

Türkiye’nin amfibi hücum gemisi TCG Anadolu’nun, zamanında Deniz Kuvvetlerinin stratejik hedef planına girmesinde önemli rolü olan amirallerden birisi olarak denizlere çıkmasını büyük bir gururla izliyorum. Her ne kadar bu gemiye Türkiye’nin ihtiyacı olmadığını savunan çevreler olsa da bu gemi 85 milyonu değil, Türk dünyasını, doğumuzdaki Hazar Denizi’ndeki kıyıdaşları, Türk gücünü temsil eden önemli bir platformdur. Artması gerekiyor. Bir tane yetmez”

Denizcilik Bakanlığı gereklidir

“Atatürk 1926 ile 1928 sonlarına kadar hizmet etmiş olan Bahriye Vekâletini (Denizcilik Bakanlığı) kurmuştu. Maalesef Türkiye Osmanlı’dan aldığı karacı sosyo genetik kodları o dönemde devam ettirdi ve bana göre o dönem bir kumpas dava olan “Yavuz Havuz” davasıyla bu vekâlet kapatıldı ve 1949’a kadar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı kurulmadı. Deniz Kuvvetleri, Genelkurmay’a ve Milli Savunma’ya bağlı bir daire olarak yönetildi. O zaman sivil denizciliğin zaten bir bakanlığı yoktu. Ulaştırma Bakanlığı’na bağlıydı. 12 Eylül’den sonraki Bülent Ulusu zamanında Denizcilik Müsteşarlığı kuruldu. Bu müsteşarlık bana göre çok önemli bir adımdı. Keşke o dönem bakanlık kurulsaydı. Daha sonra 2001 yılında dönemin hükümeti Denizcilik Bakanlığı kurmak istedi ancak başarılı olamadı. Son dakikada bir bakanın imza koymaması nedeniyle başarılamadı. Türkiye bir deniz devleti ve Mavi Vatan 21. Yy’ın en büyük jeopolitik ağırlık merkezi. Türkiye denizcilik gücünden 14 değişik alanda faydalanan bir ülke ancak denizcilik gücüne hayat veren unsurlar bütüncül bir biçimde yönetilmiyor. Herkes paramparça ve ben merkezli. O yüzden de tabi ki bir senfoni orkestrası gibi düzenli ses çıkartamıyorlar. Dolayısıyla Denizcilik Bakanlığı bir seçenek değil, bir gerekliliktir. Çünkü bir deniz devletiyiz, denizci olmak zorundayız”

Devlet kalıcıdır, hükümetler gelir geçer

“Devlet kalıcıdır. Hükümetler gelir geçer. Bu ülkenin kurucu ideolojisi Mustafa Kemal Atatürk’tür. O ideolojiyi kimse yenemez. Kimse yıkamaz. Çünkü yoktan var edilmiş, kurulmuş bir Cumhuriyet’in sahipliğini simgeler. Dünya tarihinde örneği görülmemiş büyük bir devrimi ve Türk Rönesans’ını simgeler. Onun yerine koyulabilecek bir şey henüz çıkmamıştır”

Deniz sevgisi erken verilmeli

“Askeri liselerin kapatılması büyük bir hatadır. Bu sadece ideolojik nedenlerle değildir. Ağaç yaşken eğilir. Deniz sevgisi ne kadar erken verilirse yelken, kürek, yüzme ve denizcilik mesleğinin zorlukları daha küçük yaşlardan itibaren disiplinle, görgülüyle, örf adetle ne kadar erken verilirse, geleceğin liderleri o kadar güçlü olur. Bunu anlamayanların İngiliz kraliyet ailesinin veya İngiliz devlet yöneticilerinin çocuklarını hangi okullara gönderdiğini öğrenmelerini tavsiye ederim”

Deniz jeopolitiğini anlamalıyız

“Türkiye’nin en ciddi sorunu deniz kültürünün azlığıdır. Çünkü devlet denizci değildir. Dünyada hiçbir halk denizci doğmamıştır. Halklar denizci yapılır. Halkları denizci yapan devletin kendisidir. Ama Türkiye devleti bugüne kadar denizci olamamıştır. Denizcilik bakanlığı bile olmayan 85 milyonluk koskoca bir ülkedir. Dünya’nın en seçkin coğrafyasında, bir yarımada devletini teşkil ediyoruz. Denizcilik hakkında karar verenlerin hayatında kürek çektiğini, yelken yaptığını sanmıyorum. Yüzme bildiklerine bile emin değilim. Türkiye, denize, denizcileşme ve deniz jeopolitiği gözüyle bakmalıdır. Önce deniz jeopolitiğini, yani Mavi Vatan’ı anlamamız lazım. Ondan sonra da denizcileşme sürecine eğilmemiz lazım. Deniz kültürü devletin teşvikiyle artacaktır. Yoksa bir avuç yelken kulübü, spor kulübü, bizim gibi az sayıda yazan çizenler, düşünürlerle olacak iş değildir. Devletin bunu bir politika haline getirmesi lazım. Dilerim Türkiye denizciliği, Atatürk’ün 1 Kasım 1937’deki Türkiye Büyük Millet Meclisi konuşmasında söylediği gibi ülkü olarak benimser. Siyaset demiyorum. Ülkü olarak benimsemeli ve az zamanda başarmalıdır.”

Röportaj: Ferda Eylül Atalay

Kaynak: Haber Erk – https://www.habererk.com/mavi-vatan-kahramani-habererke-konustu