24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya Ukrayna savaşı iki yılını tamamladı, üçüncü yıla girdi. Soğuk Savaş sonrası yaşanan en önemli jeopolitik kırılma, bu savaşla başladı. Savaş, ağırlıklı olarak Ukrayna toprakları üzerinde sürerken, etkileri Avrupa merkezinden genişleyerek küresel alana yayılıyor. Cephede, operasyonel kazanım ve kayıpların, karşı hamleler ile dengelenmesi şeklinde süre giden bir boğuşma var. İki yıl içinde öyle bir denklem oluştu ki, yenilen yok olacak. Bu yok olma korkusu, savaşın sürmesini besleyen en önemli etken.
İki yılın sonunda Ukrayna madden ve moral olarak tükendi. Yıkım korkunç boyutlarda. Ülkenin yeniden yapım maliyeti olarak 500 milyar dolardan söz ediliyor. Siz bu rakama inanmayın. Ülkenin nüfusu tükendi. cephede ölen/yaralananlar, yurtdışına göçen/kaçanların yerine koyacakları birşey yok. İşgücü tükenmiş, üretim neredeyse durmuş durumda… Ukrayna aslında, yoğun bakım odasındaki koluna serum takılı, günleri sayılı bir hasta gibi. Buna rağmen bu ülke ABD ve AB tarafından acımasızca savaştırılıyor. Çünkü, Ukrayna yenilirse, yıkımın bileşke etkisi ABD/AB’ni derinden sarsacak, siyasi ekonomik ve finansal maliyeti çok daha büyük olacaktır.
ABD sisteminin en acımasız temsilcilerinden Senatör Linsey Graham bir süre önce, “Ukrayna savaşı sayesinde kendi askerimizin burnu kanamadan Rusya’yı çok yıpratıyoruz” diyerek zavallı Ukrayna halkının ABD çıkarları için nasıl tüketildiğini en ufak bir utanma emaresi göstermeden itiraf etmişti…
Savaşın üçüncü yılında barış için umutlar tükenirken, aksine, tırmanma olasılığı artıyor.
Savaşın yıldönümünde, AB liderleri Kiev’de Zelensky’i ziyaret edip, yüklü bir destek paketi ile birlikte moral vermek istediler. Bu ziyaret medya görüntüsü olarak bir anlam taşısa bile, Avrupa halklarında bu savaşa verilen destek dibe vurmuş durumda. Bu arada, Fransa’da çiftçilerin yaktığı direniş ateşi tüm Avrupa ülkelerini sardı.
Polonya çiftçileri ucuz tarım ürünlerinin Ukrayna’dan girişini engellemek icin sınır geçişlerini traktörler ile kapatıyor.
AB, bir ütopya olmaktan uzaklaşıp adeta bir distopyaya dönüşüyor.
Rusya’dan gelen ucuz enerjinin yarattığı rekabet edebilir üretim, maliyetlerin savaş sonrası büyük oranda artması ile, talep daralması yaşanıyor. Tüm Avrupa çok az büyüme ve Almanya gibi Avrupa’nın motoru olan ülkeler ise, durgunluk sarmalına girmiş durumda. Bu da, aslında çok kırılgan olan Avrupa Birliği liderliği konusunu, toplumun dev sorunlarını yönetmedeki en büyük sancı olarak öne çıkarıyor.
Birkaç yıl önce “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti”diyen Fransa Cumhurbaşkanı Macron bu kez, “Ukrayna’ya, NATO birlikleri gönderilmesi düşünülmelidir” diyebiliyor (!).
Avrupa Birliği içinde demografik görünüm, Avrupalı nüfusun tükenişinin çok güçlü emarelerini taşıyor. Bu açığı kapatmak için, AB dışından göç alma dışında bir seçenek neredeyse yok olmasına rağmen, Avrupalı yaşlı nüfusun buna direniyor olması, ülkelerdeki faşist ırkçı partileri iktidar ortağı yapacak siyasi yolu açıyor.
ABD’nde seçim yılına girilmiş olması ve seçimin Amerikan tarihinin en kırılgan iç ayrışma yaratacak potansiyeli yaratmaya aday olması, şimdilik var görünen ABD/Avrupa dayanışmasının da sonunu getirebilir. ABD Başkanı Biden, Ukrayna Savaşı’nın destekleyecek kaynakların Kongre’den onayının alınmasında çok zorlanıyor. Trump; seçimi kazandığı taktirde Avrupalılara, “pamuk eller cebe” diyeceğini daha şimdiden söyledi. Avrupa’nın bu yükün altından finansal ve siyasi olarak kalkması da kesinlikle mümkün değil.
NATO dayanışması diye pazarlanan “mit” en zor sınav ile 2025 yılında yüzleşecek…
2025 yılı AB, ABD/AB ilişkileri, NATO’nun geleceği için belirleyici bir yıl olacak.
Avrupa’nın güvenliğini sağlamak üzere meşru nedenlerle kurulmuş olan NATO; SSCB ve Varşova Paktı tasfiye olduktan sonra, görevini tamamlamış en başarılı güvenlik paktı olarak tarihteki yerini alıp, barışın sürdürülmesi rolünün öne çıkarmaya çaba harcamak yerine, ABD’nin dünya jandarmalığında, onun hizmetine giren bir rolü benimsemiş olması da artık tartışılmaya başlandı.
Ukrayna savaşı yeni bir yıla girerken, Avrupa’da bazı askerî yetkililer, 3.ncü Dünya Savaşı sözünü sık kullanır oldu. Ukrayna’nın NATO’ya alınması da, ABD’nin NATO’daki sadık elemanı Genel Sekreter Stoltenberg tarafından, yetki sınırlarını aşarak kısa bir süre önce bir kere daha dile getirildi.
Rusya ise; tüm bu gelişmeleri, cephedeki statik durumu koruma, savaşa diğer NATO ülkelerinin girmesini caydırma ve gerektiğinde nükleer silah kullanmaktan kesinlikle çekinmeyeceğini çok anlaşılır şekilde açıklayarak ABD’ni hesap hatası yapmaktan uzaklaştırma ile süreci kendi kontrolünde yönetmeye çalışıyor.
Rusya’nın Karadeniz Filosunun önemli bölümünü Ukrayna karşısında kaybetmiş olması, onun için hem utanç verici bir durumdur, hem de, savaşın Karadeniz’e genişlemesi konusunda planlama yapanları cesaretlendirmektedir. Bu durum Türkiye için çok titiz bir risk yönetimini zorunlu kılıyor.
Montrö Sözleşmesinin tartışmasız uygulanması her zaman olduğu gibi, şimdi de Türkiye’nin ulusal güvenlik politikasının olmazsa olmazı olarak öne çıkıyor.
Bununla birlikte, Romanya’nın Karadeniz’deki ileri üssü hâline gelmiş olması, bu ülkenin Yunanistan/Dedeağaç üzerinden sürekli askerî yığınak yapılan bir ülke haline getirilmiş olması, özel dikkat gerektiriyor….
Özetle, geçmişte yaşanan iki Dünya Savaşı’nın kaderinde Türk Boğazlarını açık ya da kapalı oluşu sonucu etkileyen belirleyici faktör oldu. Şayet gelişmeler yeni büyük savaşa evrilirse, Türk Boğazları yine savaşın sonucunu kalıcı olarak etkileyecektir. Türkiye’nin kararı belirleyici olacaktır.
Gazze’de sürmekte olan acımasız İsrail soykırımı nedeniyle ABD için öncelik, bu çatışmanın bölgesel savaşa tırmanmasını önlemek olmakla beraber, asli cephe Ukrayna’dadır.
Belirli dengeler ve ateşkes sağlandıktan sonra ABD’nin Rusya’yı yıpratma savaşına yeniden döneceğini öngörmek gerçekçi bir değerlendirmedir.
Türkiye Cumhuriyeti, kuzeyi ve güneyindeki ateş çemberinin tam ortasında geleceğini ve bekasını etkileyecek çok kritik tercihlerle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Bu tercihlerin ulusal uzlaşmaya dayalı bir bütünlük içinde yapılması hayati önemdedir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “iç cephe” dayanışmasının önemini hatırlattığı tarihî uyarı ülkeyi yönetenler için rehber olmadır.
Bu bağlamda, çalışma başlatıldığı açıklanan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi çok önem kazanacaktır. Geçmişte bu belgenin en önemli özelliği, siyaset ve partiler üstü bir anlayış ile kaleme alınması idi. Belgeye esas olan unsurlar içinde öne çıkan husus ise, yetkili kurumların titizlikle hazırladıkları iç ve dış tehdit değerlendirmeleri idi. Bu bölümlerin güncellemesi ile ilgili çalışmalar yapılırken, özellikle iç tehdit/risk tanımlarıda, nasıl bir tutum izleneceği büyük önem taşıyacak, toplumun iç tehdit algısı ile iktidarının iç tehdit yorumu arasındaki fark resmî belgeye nasıl yansıyacaktır?
Dış tehdit ise cok geniş ve karmaşık bir yeniden tanım ve yorum gerektirecektir. Türkiye NATO üzerinden Türkiye’yi Rusya ile çatıştıracak senaryoların önünü, konu daha gündeme gelmeden kapamalıdır. Putin, kendilerini tehdit edecek nükleer varlıkları meşru hedef olarak gördüğünü son birkaç ayda sıklıkla tekrar etti. Türkiye bu mesajı çok iyi değerlendirmeli ve kendi güvenliğine hiçbir katkısı olmayan ABD nükleer varlığının ülkemizden gönderilmesi için bu durumu bir fırsata çevirmelidir…
Dünyayı, bölgemizi ve ülkemizin büyük zorluklar beklemektedir.
Avrupa Birliği’nin, bir ‘birlik vasfı’nın giderek tartışma konusu olacağı görünür gelecekte, bu yapıda kendisine onurlu bir konum sunulacağı hayali ile artık zaman kaybetmemeli, Norveç modeli bir ilişki üzerinde ciddi olarak olabilirlik çalışması yapmalı, BRİCS üyeliğini ise öncelikle gündemine almalıdır.
Hızla geçen zaman, bu trenin de kaçırılması ile sonlanmamalıdır.
Mustafa Özbey
Kaynak:
Mustafa Özbey yazdı…
Avrupa 2024: Ütopyadan distopyaya https://t.co/tOO7Vcumpg pic.twitter.com/00kLaE8nzd
— Veryansıntv.com (@veryansintvcom) March 1, 2024