Türkiye’nin stratejisi ve politikaları Suriye’de başarısız oldu.
Ne savaşın gidişatını, ne isyanın niteliğini, ne de geleceğini belirleyecek doğru adımlar atılmadı; hiçbir öngörü gerçekleşmedi.
Rejim karşıtı olaylar, Suriye Cumhurbaşkanı’nın görevi bırakacağı algısına dayanıyordu.
Konuya müdahil devlet ve hükümet başkanlarının çoğu sahneden çekilirken, Beşar Esad makamını korudu.
Bugünkü haliyle Suriye, üç ana kontrol bölgesine bölünmüş durumda.
Şam hükümeti, PKK/PYD/YPG ve IŞİD/DAEŞ kontrolü altındaki bölgeler ve kuzeyde muhaliflerin bulunduğu alanlar.
Bunların yanı sıra ülkede çeşitli dış güçler ve devlet dışı aktörler mevcut.
Oysa ki Türkiye, gelişmelere itidalli yaklaşabilseydi, bugünlerde başka şeyler yazıp konuşuyor olurduk.
Ancak ya yapamadı ya da yapmasına izin verilmedi.
Uyguladığı karmaşık politikalar ve ortama dair hesaplama hataları, devasa bir sorun haline gelen milyonlarca sığınmacının ülkemize akmasına yol açtı.
Yetmiyormuş gibi Afganlara da kapı açıldı.
Askeri harekatları ve ideolojik olarak kendisine yakın olan gruplarla iş birliği, sınırları boyunca bir güvenlik şeridi oluşturmasına fırsat verse de Suriye’nin iç dünyasına ve hafızasına nüfuz etmesi mümkün olmadı.
Hayal dünyası bir düşünce ürünü olan ¨Stratejik Derinlik¨ uygulamaları, Türkiye’nin demografik yapısında her geçen gün tahribat yaratır hale geldi.
Vize muafiyeti çerçevesinde AB (Avrupa Birliği) ile yapılan Geri Kabul Anlaşması ve Ortak Göç Eylem Planları Türkiye’nin elini kolunu hepten bağladı.
Yapılan antlaşmalar, AB ülkelerince tam karşılığını bulamadı; ülkemiz insanı bir de örtülü vize uygulamalarıyla karşı karşıya kaldı.
Schengen ülkelerinde reddedilen vizeler için 2023 yılı maliyeti 13 milyon Euro olup, geri alınamadığı da bir gerçek.
Son günlerde sığınmacıların neden olduğu olaylar, kökleri derinliklere uzanan yeni bir antipatinin doğmakta olduğunu gösterdi.
Demokrasiyi Orta Doğu’ya getirmek mümkün değildir.
Buna ne tarihleri ne kültürleri ne de eğitimleri izin verir.
Bu coğrafyada en büyük sorun, fena yaşam şartlarına alıştırılan halkların üzerinde yaratılan din ve mezhep istismarı ve üçüncü ülkelerin sömürü düzeninden vazgeçmemeleridir.
Hükümetleri eline geçirenlerin tek gayesi, ekonomik getirileri çerçevesinde iktidarlarını ölümlerine kadar sürdürme istekleridir.
En tuhaf olanı ise yerleşik halkların soy, sop ve ülkelerine bağlılık içeren bir davranış sergileyememeleridir.
Aksi bir durum söz konusu olsaydı, askerlik çağına gelen Suriyeli sığınmacı gençlerin mücadelelerini ülkelerinde sürdürmeleri gerekmezmiydi?
Son yıllarda, ülkemize hiçbir getirisi olmayan Büyük Ortadoğu Projesi temelinde ılımlı İslam modeli dayatması kaygı vericidir.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın müfredatta yaptığı değişiklikler ve dini yapılarla imzaladığı protokollerle laik eğitimi zayıflatma çabaları hız kazanmıştır.
Batı dünyası ile mücadele etmenin tek yolu bilim ve fen temelli eğitim modelidir.
Hele ki inanç istismarından beslenen yönetimlerin ülkelerini ne hale getirdiği ortadayken.
Ankara, Suriye politikasındaki yanlışlardan dönülebileceği sinyalini yüksek sesle verdi.
Şimdi sıra Beşar Esad’da…
Tarihte iyi bir yer edinmek istiyorsa, göstereceği iradeyle ülkesine derin bir nefes aldırabilir.
Yapması gereken mi!..
İdeolojik formattan kendini soyutlaması, cesaret ve sağduyu çerçevesinde atacağı adımlarla ülkesinin üniter yapısı ve toprak bütünlüğünü korumasıdır.
Yaratılacak olumlu hava, iki ülke ilişkilerini!..
- Keşke bölücü terör örgütü ele başının ülkeden çıkartıldığı ve PKK’ya verilen desteğin çekildiği 1990’lı yılların sonlarına götürebilse.
- Keşke Adana Mutabakatı şartlarına döndürebilse.
- Keşke ABD ve Rusya Federasyonu’nun bölgeden çekilmesine olanak verse.
- Keşke çevre ülkelere dağılmış olan Suriyelilerin evlerine dönüşüne fırsat yaratsa.
Son sözse; “Eğer ile meğeri evlendirmişler, onlardan keşke doğmuş.”
İsmet Hergünşen