5 yıl önce (30 Eylül 2019) Amiral Soner Polat’ı, en yakın dostum Soner Abi’yi, sonsuzluğa uğurladık. Deniz Kuvvetlerinin nadiren yetiştirdiği fikir insanlarının öncülerinden olan Soner Polat, dürüstlük ve erdem abidesi idi. Onur ve duruş katsayısı, 2002 sonrası oluşan kanserojen konjonktürün yarattığı omurgasız şarlatanlara inat, inanılmaz yüksekti. Her dönem güçlülerin peşinde koşan asalak ve parazitlerin aksine o daima kendi fikir ve prensiplerinin centilmen ve bilge savunucusuydu.
Atatürk’ü rozet ve slogan müptezelliği içinde değil Kemalist bir fedai, onun fikirleri için bedel ödemiş ve her zaman ödemeye hazır bir kahraman olarak benimsemişti. 2003 yılında Deniz Kurmay Albay rütbesindeyken, ‘’İstiklal Harbinde Bahriyemiz’’ isimli mükemmel bir kitabı Deniz Kuvvetleri Kültür hazinesine kazandırmıştı. Bu kitabı hazırlarken atalarımız, kahraman denizcilerin Karadeniz cephesindeki lojistik nakliyata katkısına yönelik onlarca hatırat ve kitap okumuş, adeta onlarla bütünleşmişti.
Ancak çok değil 8 yıl sonra kendisinin de Kuvayı Milliye Donanmasının gönüllü bir fedaisi olarak Hasdal ve Silivri’de yıllarca bedel ödeyeceğini bilebilir miydi?
ERDEM ABİDESİ BİR AMİRAL
Soner Polat, gideceği limanı bilen, rotasını çizen ve şartlar ne olursa olsun zig-zag yapmadan, yalpalamadan, kararsızlığa asla sürüklenmeden hedefine ilerleyen bir akıldır. Bir düşünce yoludur. Türkiye’nin Avrupa-Atlantik yapıya teslim olduğu son 72 yılın her alanda yarattığı döneklik, yolsuzluk, yüzsüzlük, mide bulandırıcı sahte pehlivanlık, zübüklük, şark kurnazlığı, bilgisiz bilgiçlik, kalleşlik, kirlilik, hedonizme teslimiyet ve onursuzluğa inat; erdemin, sadeliğin, dürüstlüğün, yüksek kültürün, cesaret ve vefanın kısacası erdem ve asaletin sembolüdür.
Soner Polat, meslek hayatı boyunca asla boyun eğmedi. Fikir ve görüşlerini şark kurnazlığının sisli duvarları arasında, üst ve amirlerinin beklediği ve onları memnun edecek doz ve kapsamda değil, gerçeği, mutlak gerçeği rehber edinerek söyledi. Hiçbir zaman ön sıralara geçip kendini göstermeye çalışmadı. Neyse o oldu. Engin bilgisi her daim pusulası oldu. Gerçeği aradı. O’na erişmek için daima okudu. Tartıştı. Bilginin erdemle birleştiğinde en büyük güç olduğunu hem astlarına hem üstlerine öğretti. Diğer yandan etrafına devamlı umut aşılayan ve asla ümitsizliğe kapılmayan üstün bir ruha sahip oldu. Son eseri ‘’Mavi Vatan için Jeopolitik Rota’’ isimli kitabının adını vermemi ve önsözünü yazmamı istemişti.
Önsözde Soner’i şöyle tarif emiştim: ‘’Şüphesiz onun en büyük erdemi cesaretidir. Montaigne, Denemeler’ inde şöyle der: ‘Bir adamın değeri yüreğindedir. Gerçek orada yatar. Yiğitlik kolların bacakların değil cesaretin ve ruhun sağlamlığındadır. Yiğit, düşünce cesaretini yitirmeyendir. Ölüm korkusuyla özgüvenini hiç yitirmeyen, ruhunu teslim ederken dahi yılmadan ve horlayan gözlerle düşmana bakan bir kişi, ama onu yenen düşmanı değil talihidir. Erdemin onuru, yenmekte değil dövüşmektedir.’ O bilgisi ve fikirleri ile her zaman dövüştü.’’
JEOPOLİTİK ROTA ÇİZMEK
Soner Polat, yüksek teorik alt yapısı ve doğuştan gelen liderliği ile Türkiye’nin geleceğine büyük katma değerler üretmiştir. Türkiye’nin yetiştirdiği az sayıdaki, tarih ile jeopolitiği buluşturabilen akla sahip olan Soner Polat, Nisan 2015’te yayınlanan, en büyük eseri ‘’Türkiye için Jeopolitik Rota’’ isimli eserinde şöyle yazıyordu:
“Coğrafya bir ülkenin kaderini belirler. Siyaset ise bu yazgının değiştirilmesi için uygun yol ve yöntemleri arar. Aralarındaki köprüyü jeopolitik kurar…Türkiye coğrafi bakımdan iç hat (sıkışan) konumundaki bir ülkedir… Batının kısır ve kısıtlayıcı kalıpları içine sıkıştırılabilecek, seçenekleri olmayan bir devlet değildir…‘’
Soner Polat da benim gibi Türkiye’nin denizlerden uzaklaşmasını en büyük tehdit olarak görüyordu. Türkiye’ye 21. yüzyılda Asya’da güçlü bir jeopolitik yer önerirken, denizlere yani hem Mavi Vatana hem de onun ötesine vurgu yapıyordu. Diğer Yandan Amiral Soner Polat, Mavi Vatan çıkarlarımızın korunması ve geliştirilmesine yönelik reçeteyi 2019 yılında çıkardığı, ’Mavi Vatan için Jeopolitik Rota’ kitabının sayfalarında Türk halkına ve devletine sunmaktadır. Sorun bu reçeteyi pratiğe dökebilmektir.
TÜRKİYE VE BATI DÜNYASI
O’nun akıcı Türkçesi ve olağanüstü üslubu ile kaleme aldığı ve her satırı jeopolitik uyanışı tahrikleyen makaleleri, devletin ve halkın jeopolitik uyanışına büyük katkı sağlamıştır ve sağlamaya devam etmektedir.
7 yıl önce 12 Eylül 2017’de yayınladığı ‘’Türkiye’nin Toprak Bütünlüğü ve Güvenliği’’ başlıklı makalesinde, bugünleri görerek şunları yazmıştı:
“Batı emperyalizmi Türk ekonomisinin ayakta duracağı ve gelişeceği bütün kalelere saldırmıştır. Türk devletini sembolik bir varlık haline dönüştürmek için bütün kamu varlıkları insafsızca yağmalanmış, özelleştirme örtü ve aldatmacası ile stratejik tesisler ona buna peşkeş çekilmiştir. Borca ve ithalata dayalı ekonomik model ülkemizi her türlü şantaja açık hale getirmektedir. Türkiye’deki üniter devlete karşı Batı, silahla desteklenen bir savaş başlatmıştır. PKK’ya 1300 TIR dolusu silah, cephane ve teçhizat veren ABD ve müttefikleri önümüzdeki dönemde Türkiye’ye karşı açacakları cephenin lojistik alt yapısını hazırlamaktadır. KCK ve kolları olan PKK, PYD, PÇDK, PJAK gibi terör örgütleri ile Batı arasındaki ilişki, stratejik bir boyut kazanmış ve müttefiklik ilişkisine dönüşmüştür. Hatta “Kader Birliği” tabiri bile rahatlıkla kullanılabilir. Silahlı saldırı devam ederken, Atlantikçi bir iktidar seçeneği için de düğmeye basılmıştır. NATO, AB ve çeşitli girişimlerle ülke tuzağa düşürülmüş, ülkenin bağımsızlığı ve egemenliği Batı ülkelerinin seçim kampanyalarının en önemli gündem maddesi olmuştur. Batı, Türkiye’nin bütün stratejik çıkar alanlarına aralıksız olarak saldırmaktadır. AB’nin 2002 sonrası bütün Türkiye İlerleme Raporları, ülkemize karşı düşmanlık belgeleridir. Türkiye’ye yönelik etnik ve mezhepsel kışkırtmalar Batı ve İsrail’in gizli servisleri tarafından tezgâhlanmaktadır. Alevi kökenli yurttaşlarımızı Atatürk’ten koparmak ve HDP’ye yapıştırmak için gizli servisler birbiriyle yarışmaktadır…Türkiye şimdiye dek her dönemde stratejik sorunlarını çözmek için Batı ile tek başına göğüs göğse bir mücadele vermiştir. Günümüz için de bu durum geçerlidir. Kıbrıs’ta, Doğu Akdeniz’de, Ege’de ve hatta “Ermeni Soykırım Yalanında” kavga hep tek başına verilmektedir. Ayrıca toprak bütünlüğümüzü tehdit eden güney sınırlarımızdaki gelişmelerde bile Batı baskısı nedeniyle ne komşularımızla ne de Asya güçleri ile buluşabiliyoruz. Hâlbuki jeopolitik yasalar her dönemde geçerlidir. Uluslararası bir güce ancak başka bir uluslararası güç ile mukabele edilebilir. Batı’nın amansız saldırısını akamete uğratmak için yeni dostlar bulmalıyız. Ayrıca “iç hat” konumunda olduğu için tecavüzlere karşı hassas olan Türkiye, etkin ve kademeli bir savunma için stratejik bir derinlik kazanmak zorundadır…Ülkemize yönelik saldırıların bir nedeni de budur! Batı ve İsrail, günün birinde başka bir bloka kayacak olan Türkiye’yi iyice hırpalamak istemektedir. Ünlü Alman Filozof Kant, “Aydınlanmayı insanın kendi aklını özgürce kullanabilme cesaretini göstermesi” olarak tanımlıyor. Eğer önyargılarımızı, bize zorla dikte edilenleri, dayatmaları, ezberlerimizi bir kenara koyarak Türkiye’ye, bölgeye ve dünyaya nesnel koşullarda ve gerçek verilerle bakarsak, hakikatin bizi beklediğini kolaylıkla görürüz. Bu yalın ve çıplak gerçeği göremeyenler Türkiye’yi yönettiği takdirde ülkemize acı ve gözyaşından başka hiçbir şey vermezler.”
GÜNÜMÜZDE MÜTAREKE DÖNEMİ
Soner Polat’ın bu fikirlerine imzamı attığımı bir kez daha belirtmek isterim. Türkiye tarihinde olmadığı kadar köşeye sıkışmıştır. Türkiye’nin başka boyut ve düzlemde yaşadığı farklı bir mütareke döneminin içindeyiz. En önemli farkı, mütareke döneminde fiili toprak işgali vardı. Bugün zihinler ve milli ekonomi tamamen işgal edilmiştir. Örneğin halkın yeni anayasa derdi yokken, iktidar adeta bir yerlerden emir alınmışçasına yeni anayasa yazımını gündeme sokmuştur. Yeni anayasa tartışmalarının, dışımızda savaşlar devam ederken dinci ve etnik bölünmeyi önlemekten çok aksine daha çok bölünmeyi teşvik edeceği artık ayyuka çıkmıştır. 1918’de dışarıdaki savaş bitmişti. Bugün gerek kuzeyimizde gerekse güneyimizde devam eden iki savaş vardır ve her ikisi de büyümeye meyillidir. Özellikle Rusya ile Ukrayna arasındaki silahlı çatışma ABD ve AB’nin çılgın kışkırtmaları sonucu NATO-Rusya çatışmasına ve hatta nükleer aşamaya sıçrayacak koşullara sahiptir. İki okyanus arasında jeopolitik kaygısızlık yaşayan ABD için Avrupa’daki savaşın büyümesinin hiçbir zararı yoktur. Ancak bizim gibi 1952’den bu yana ABD jeopolitiğine eklenmiş bir devlet için ciddi sonuçları vardır. Ne iktidar ne muhalefet bu tehlikenin farkında değildir. İktidar rejimini ve gücünü idame etmek için, muhalefet ise iktidara gelmek için ABD’ye yaklaşma ve taviz vermeyi kendilerine rehber edinmişlerdir. 2002 yılında da iktidarın tamamen ABD ve AB desteği ile büyük bir zaferle iktidara geldiği unutulmamalıdır.
SAVAŞ ÇIĞIRTKANINA DÖNÜŞEN NATO
NATO bariz şekilde dünyada ve Avrupa’da barışı değil, ABD çıkarları için sonsuz savaşları kışkırtan ve destekleyen bir örgüte dönüşmüştür. Ancak ne iktidar ne muhalefet, NATO aleyhinde tek bir eleştiri yapmaya yanaşmamaktadır. Rusya, 20 bine yakın ambargo ve yaptırıma rağmen son 3 yılda Ukrayna’da cephede kaybeden taraf olmadığı gibi ekonomik bakımdan daha da gelişmiştir. NATO, ABD’nin neocon senatörleri ve çıkar gruplarının tamamen etkisi altında hareket etmektedir. 32 üye aynı vizyona sahip değildir. Ancak her üye ABD tarafından adeta baskı ve şantaj altında tutulmaktadır.
AB’nin durum daha da vahimdir. Daha geçen hafta AB Parlamentosu büyük bir çoğunlukla Rusya’nın içlerinin vurulmasına yönelik silahlara izin verilmesine onay verdi. NATO ile doğrudan çatışmaya sebep olacak bu kararın Türkiye’ye etkisi izahtan varestedir. Ancak Türkiye, bir yandan da iktidar ve muhalefeti ile 67 yıldır ön kapısından adeta kovulduğumuz AB’ye girmek için yanıp tutuşmaktadır.
Bu ahval ve şeraitte Türkiye’nin dolar ve ekonomik baskılar altında kalması sonucunda NATO’nun sürükleneceği savaşa dahil olması ve tarafını ABD/AB yanında seçmesi, gelecek kuşakları sonsuz krizler ve savaşlar dönemine sokacaktır.
Halbuki, Türkiye gerek Rusya-Ukrayna gerekse İsrail-Hamas krizlerinde coğrafyasının kendisine sunduğu fırsatları kullanarak ABD ve AB yanlısı politikalardan uzak durabilir. Doları kendi aralarındaki ticarette %29 seviyesine indiren BRICS+ devletleri ile yeni ekonomik alan yaratabilir. Pasifik’te 2030’lara doğru yaşanacak en büyük hesaplaşma dönemine tarafsız hazırlanmak için başta savunma sanayi olmak üzere milli güç unsurlarını hazırlayabilir. Ukrayna gibi ABD kuklası devletlerin ne duruma düştüklerini görerek ders çıkarabilir.
ATATÜRKÇÜLER VE NATO
Diğer yandan Türkiye’de Atatürk’e bağlı büyük kitleler, ülkedeki gericilik tehdidine karşı AB ve NATO üyeliğini büyük bir güvence olarak görüyorlar. Ancak yanıldıkları en önemli nokta, NATO ve AB’nin Türkiye’de dinci ve etnik milliyetçi bölünmeyi her zaman teşvik etmiş olmalarıdır. FETÖ ve PKK’ya en büyük desteğin 12 Eylül 1980 sonrası yaşanan dönemde ABD ve AB tarafından verilmesi başka nasıl izah edilebilir? Bugün her iki örgüt mensuplarının çoğunluk NATO devletlerinde el üstünde tutulmaları nasıl izah edilebilir? Ege ve Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın her türlü şımarıklığına sessiz kalıyor ve kesin sonuç alamıyor olmamızın temel nedeni, ABD ve NATO sopasıdır.
Daha geçen hafta Datça’da Yunan sahil güvenlik botu, karaya çıkacak kadar küstahlaşabiliyorsa bunun nedeni, NATO üyesi Türkiye’nin diğer NATO üyesi Yunanistan’a savaş ilan edemeyecek olmasıdır. Kardak krizini ne kadar çabuk unuttuk. Amerikalılar ne demişti? Biz güney kanattaki iki müttefikimizin savaşmasına asla izin vermeyiz. Evet de, Yunanistan’ın sürekli kazançlı çıkmasına ve küstahlıklarına sadece izin vermiyor, aksine askeri yığınaklarınızla destek olmaya devam ediyorsunuz.
KEMALİZM VE TÜRKİYE
Türkiye’nin 72 yıl aradan sonra tekrar Kemalizm ile buluşmasının yolu artık açılmıştır. Zira en büyük Anti-Kemalist olan ABD gerilemektedir. Emperyalizmin Türkiye’de yeni hainler devşirmesi, yeni darbeler ve kumpaslar tezgahlaması için kaynakları kısıtlıdır. Borç batağındaki ABD, küresel çapta etkisini koruyabilmek üzere Çin, Rusya, İsrail gibi çok daha öncelikli alanlara yönelmiştir. Ayrıca kendi içinde de kan kaybetmektedir. Nasıl ki Atatürk, 1918’de İngiliz İmparatorluğunun çöküşünü görerek geleceğimizi büyük bir irade ile şekillendirmişse, bugün de Türk milleti olarak aynı muhakemeyi yapabilmeliyiz.
ABD/AB savaşları başlatıyor ancak sonuç asla alamıyor. Hızla güç kaybediyorlar. Avrupa’daki NATO genişlemesi ve Yugoslavya’nın parçalanması dışında zaferleri yoktur. Türkiye’miz eşsiz coğrafyası, 85 milyonluk nüfusu, ekonomik potansiyeli, çalışkan ve pes etmeyen halkı, Asya’daki akrabalık bağları, KKTC ve Azerbaycan’ın münhasır varlıkları, Ortadoğu, Levant, Kafkasya, Balkanlar; Kuzey Afrika ve Akdeniz’deki zengin tarihsel mirası ile bağımsız dış ve güvenlik politikaları uygulayabilecek durumdadır.
İçerde tarımda kendine yeten, başta su kaynakları olmak üzere tüm doğal kaynaklarını halkının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde kullanabilen, sanayi, hizmet ve tarım sektörlerinde dengeli büyüyebilecek potansiyele sahip bir devletiz. Bu hedeflere erişim, çıkar odaklı dış müdahalelerden, siyasi İslamist hülyalardan, vahşi kapitalist kazanma arsızlığından, NATO Atatürkçülüğü ile Amerikan Türkçülüğünden, nihilist boşvercilikten ve şark kurnazlığından sıyrılabilen, Kemalist ideolojiye dört elle sarılabilen, Atatürk’ü sözde değil özde seven kitleler ile başarılabilir.
Türkiye’nin, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında, ana muhalefet partisinin 70 yıl aradan sonra terk ettiği altı oka geri dönmesi ve ‘nerede kalmıştık’ demesi; ya da altı okun için dolduracak yeni bir siyasi partinin ortaya çıkmasından başka yarını yoktur.
Bu yarını kurmanın en uygun dış koşulları oluşmuştur.
Türkiye’nin Kaçınılmaz Yarını Kemalizm’dir.
SONER POLAT VE SONSUZLUK
Tanıdığım en büyük Kemalistlerin başında gelen merhum Soner Polat Amiralimizden 5 yıldır yoksunuz. Onu tasfiye eden FETÖ ve ortakları ile sessiz kalarak teslimiyete onay verenler yaşamaya devam etseler de her gün yalnızlaşacaklardır. Yaşarken saklanan ve onursuzlaşanlara inat, o aramızdan ayrılırken bile devleşmiştir.
Tarihin kayıtlarında hain olarak kaydedilen kirli isimler karanlıklara gömülürken, bu dönemin Soner gibi vatanseverleri, aydınlık ve onurlu sayfalarda sonsuza dek başrol alacaklardır.
Ne mutlu haysiyetiyle yaşayan ve doğru tarafta olan insanlara.
Ne mutlu Mustafa Kemal’in gerçek fedailerine.
Eşi Sevgi ve ailesinin kıymetli fertleri ile Türkiye’deki ve yurt dışındaki vatansever dostlarına vefatının 5. yılında sabır ve başsağlığı diliyorum.
O’nun halkımız ve devletimiz için yarattığı fikirler ve çizdiği jeopolitik rotalar önünde takdir ve saygı ile eğiliyorum. Rotası cennet olsun.
Cem Gürdeniz