Roma’nın Çöküşü Denizde Başladı

Doğu ve Batı olarak ikiye ayrıldığı MS 395 yılına kadar 422 yıl hayatta kalan, en güçlü zamanında 6 milyon km kare topraklara sahip Roma İmparatorluğunun duraksaması ve gerilemesi denizde başladı. Roma, cumhuriyet döneminde MÖ 264’te Batı Akdeniz’in kontrolü için için Kartaca ile mücadeleye girişti. MÖ 241’e kadar denizci Kartacalılar karacı Roma’yı 3 kez denizde yendi. Her yenilgiden ders çıkaran Roma, denizci olmayı öğrendi ve dördüncü savaşta Kartaca Donanmasını yok etti. Roma İmparatoru Augustus ile rakibi Romalı Konsül Mark Antony ve müttefiki Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya ait filolar arasında Doğu Akdeniz’de M.Ö. 31‘de yapılan Actium savaşında Augustus’un galibiyeti Akdeniz’de Bizim Deniz (Mare Nostrum) dönemini başlattı. Roma İmparatorluğu’nun ileri senelerde Britanya ve Mısır’ın işgali, deniz ulaştırması ihtiyacını doğurdu. Batı Akdeniz’den sonra Doğu Akdeniz’de de tam egemenliğini kuran Roma yaklaşık 400 yıl boyunca bu yeteneğini korudu.

VANDALLARIN DONANMASI

Akdeniz ve Karadeniz kıyılarının tamamını kontrol eden imparatorluğun ekonomik zayıflaması deniz gücünün gerilemesini tetikledi. Bu durum önemli limanlar, deniz ulaştırma rotaları ve düğüm noktalarının korunmasında zafiyet yarattı. Özellikle Vandallar, Roma gemilerine ve Akdeniz limanlarına saldırmaya başladılar. Vandalların donanmasının MS 5. yüzyılda Kuzey Afrika’yı fethetmeleri sonun başlangıcı oldu. Zira bu bölge İmparatorluğun tahıl ambarıydı. Buranın kaybı ve deniz ulaştırma rotasının saldırılara açık hale gelmesi ile Roma halkı açlıkla karşılaştı. Ekonomi çöküşe geçti.

DENİZ BOŞLUK TUTMAZ

Gerileyen Roma deniz gücünün yerini Vandal deniz gücü doldurdu. Cermen Barbar kavimleri de nehirlerde Roma ordularına büyük kayıplar verdirdi. Deniz ticareti böylece deniz haydutluğuna ve Vandal müdahalesine açık hale geldi. Limanlar birer birer kaybedildi. Bırakalım uzak diyarları MS 455’te Kral Genseric komutasındaki Vandal Filosu Roma’yı yağmaladı. Donanmanın asker ve malzeme nakliyatının korunmasına destek sağlamaması sonucu uzak eyaletler desteklenemedi. İmparatorluğun kıyısal bütünlüğü sağlanamadı. Donanması olmayan deniz imparatorluğu Got, Hun, Vandal ve Cermen istilaları ile karşılaşan kıyısı ya da nehri olan eyaletlere destek veremedi. Bu bölgeler savunmasız kaldı.

YENİLİKLERDEN UZAKLAŞAN ROMA

Roma deniz gücünün gerilemesinde en büyük rolü oynayan diğer bir faktör de karacı gelenekten geldiği için denizci yenilikleri geliştirmek ve korumakta yaşanan zafiyetlerdi. Cumhuriyet döneminde denizci Kartaca ile yapılan Pön Savaşlarında donanma taktik ve teknolojilerini geliştirebilen imparatorluk, sonraki dönemlerinde yenilmezlik kompleksi ile güç tuzağına düştü. Rehavete kapılarak güçlü ve modern bir donanma yerine kara gücüne daha çok yatırım yaptılar. Roma İmparatorluğu, geniş topraklara yayıldıkça savunma ve idare yükü arttı. İmparatorluk, sınırlarını korumak için büyük askeri güçlere ihtiyaç duydu, bu da aşırı askeri harcamalara yol açtı. Bu harcamalar ekonomiyi zorladı ve imparatorluğun mali yapısını zayıflattı. Yeni fetihlerin azalması, ganimet ve vergi gelirlerinin düşmesi ile imparatorluğun mali yapısı bozuldu. Ayrıca Roma İmparatorluğu’nun genişlemesi, merkezileşmiş bir yönetim yapısının getirdiği bürokratik yükü artırdı. Bu bürokratik yük, kaynakların etkin yönetimini zorlaştırdı ve imparatorluğun idari yapısının hantallaşmasına neden oldu. Sonradan denizci olan Roma bu hantallaşma ile deniz gücünden uzaklaştı. Roma deniz gücünün zayıflaması, imparatorluğun ticareti kontrol etme, askeri gücünü yayma ve topraklarını savunma yeteneği üzerinde derin bir etki yaptı ve MS 395’te İmparatorluk bölündü.

BRİTANYA VE OKYANUSLAR

Roma’nın 422 yıl Akdeniz’de hakimiyet kurmasının daha uzun bir benzerini Britanya 19.yüzyıl başındaki Traflagar Savaşından İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar sonra 141 yıl süre ile başardı. Sadece Akdeniz’de değil neredeyse tüm okyanuslarda Kraliyet Donanmasının hakimiyeti sağlandı. Britanya’nın deniz hegemonyası Protestan ahlakına dayalı kapitalizmi geliştirdi ve emperyalizme dönüştürdü. Kraliyet Donanması küresel çapta liberal kapitalist bir ekonomik düzeni teşvik eden güvenli bir ortam sağladı. Bu hakimiyet, Londra’nın sömürge ticareti ve askeri lojistiği için önem taşıyan hayati deniz yollarını kontrol etmesine olanak sağlıyordu. 20. yüzyılın başlarında, İngiltere’nin deniz üstünlüğü azalmaya başladı. Doğusunda birliğini yeni sağlamış Almanya ve batısında ABD, Kraliyet Donanmasına meydan okudu.  Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, Britanya’nın deniz gücünü örseledi. Birinci Dünya Savaşı sırasında, donanması zayıfladı ve Çanakkale Savaşlarının Birinci Dünya Savaşını 2 yıla yakın uzatması nedeniyle Britanya uzak denizlerdeki ticaret sistemi bozuldu. Ekonomi zorlandı ve ABD’den alınan borçlarla yürütülen savaş sonunda Britanya ancak ABD’nin 1917’de savaşa girmesi ile savaştan galip çıkabildi. Benzer durum İkinci Dünya Savaşında yaşandı. İkinci Dünya Savaşı Kraliyet Donanmasının zayıflamasını daha da kötüleştirdi.

SONUN BAŞLANGICI

Savaştan sonra, ABD’ye borçlu olan Britanya uzak topraklarını savunmak, gerektiğinde gambot diplomasisi ile güç göstermek için kullandığı donanmasının gücünü idame edemedi. Britanya’nın yeteneği azaldıkça, eski sömürgelerini kontrol etme olanakları zayıfladı. Böylece birçok koloni bağımsızlık arayışına girdi. Britanya İmparatorluğu’nun en önemli sömürgesi olan Hindistan, 1947’de bağımsızlığını kazandı ve bunu 1950’ler ve 1960’larda Afrika, Asya ve Karayipler’de sömürgecilik karşıtı hareketler izledi. İmparatorluğun ekonomik temeli çökmeye başladı. Küresel bir deniz gücünü sürdürmenin maliyetleri engelleyici hale geldi. Bu arada ABD’nin ekonomik ve askeri bir süper güç olarak yükselişi ve Sovyetler Birliği’nin etkisi, küresel güç dengesini alt üst etti. 1956 Süveyş Krizi bir dönüm noktası oldu ve ABD’nin karşı çıktığı Süveyş Müdahalesi sonrası okyanusların sahipliğini ABD’ye devretti.

OKYANUSLARIN YENİ HEGEMONU ABD

ABD, dünyanın önde gelen ekonomik ve deniz gücü olarak Britanya’nın yerini açıkça aldı. ABD Donanması’nın özellikle 100’e yakın ülkede sağladığı üsler zinciri ile deniz hakimiyeti sağlandı. İkinci Dünya Savaşı bittiğinde 6000 savaş ve yardımcı gemiye sahiptiler. Küresel deniz gücündeki değişim, ABD’nin küresel süper güç olarak devraldığı, Britanya’nın ise emperyal rolünden çekildiği daha geniş bir jeopolitik değişimin simgesiydi. Bu arada deniz savaşının doğası 20. yüzyılda önemli ölçüde değişti. Hava gücünün, denizaltıların ve daha sonra nükleer silahların ortaya çıkması, bir zamanlar Britanya deniz gücünün omurgasını oluşturan geleneksel savaş gemilerinin ve kruvazörlerin artık küresel hakimiyeti sürdürmek için yeterli olmadığı anlamına geliyordu. ABD Donanması, dünya genelinde denizlerin özgürlüğünü garanti altına aldı ve dünya ticareti için istikrarlı bir deniz ortamını destekledi. Amerikan donanması nükleer uçak gemileri ve nükleer denizaltıları ile dolar ve okyanus hakimiyetini sağladı. Sovyetler Birliği Soğuk Savaş sırasında ABD karşıtı bir denge unsuru olarak ortaya çıksa da okyanus ve denizler ABD’nin kontrolündeydi. ABD Donanması bu üstünlüğünü yirmi birinci yüzyıla kadar sürdürdü.

ABD VE ROMA BENZERLİĞİ

ABD kendisine örnek olarak Roma İmparatorluğunu almıştır. Başkentindeki binalar ve isimler bile Roma ile yanıdır. Bugün ABD’nin gerilemesi ve çökmesi ile Roma arasında güçlü benzerlikler vardır. Amerikan Donanması, Roma ya da Britanya İmparatorluklarının denizde gerilemesi ile çöküş süreçlerinin hızlanmasına benzer bir süreç içine girmiş durumda. Roma Vandalların, İngiltere Almanya’nın denizde kendilerine rakip olmasını önlemek için savaşmak zorunda kaldılar. Bugün de Çin donanması (Rusya ile birlikte) Amerikan deniz gücüne özellikle Batı Pasifik’te meydan okuyorlar. Ancak ABD Donanması gerek nicelik gerekse nitelik olarak bu meydan okumaya karşı duracak donanım ve üstünlüğe sahip değil. En önemlisi Asya Pasifik’te savaş lojistiğini idame edecek deniz ticaret filosuna sahip değiller. 1950’de, 1.087 ticaret gemisi ABD bayrağı taşıyordu. Ayrıca, Rezerv Filosunda 2.277 gemi daha bulunuyordu. Toplamda, bu rakamlar dünya tonaj kapasitesinin yarısından fazlasını oluşturuyordu. Bugün itibariyle, sadece 178 adet ABD bayraklı ticaret gemisine sahipler. Donanmanın durumu daha da vahim. 297 savaş gemisine sahipler. Bu gemilerin füze taşıma kapasiteleri görece fazla olsa da Amerikan anavatanından binlerce mil uzakta seyreden gemilerin cephane yüklemelerinin sağlanması bilhassa Asya Pasifik cephede çok zor. Bugün Çin, yaklaşık 370 savaş gemisi ile dünyanın en büyük donanmasına sahip ve hızla büyümeye devam ediyor. 2030’a kadar savaş gemisi sayısının 430’a çıkması bekleniyor. Çin, Amerika’nın baş edemeyeceği bir hızda savaş gemileri inşa etmeye devam ediyor. Tayvan üzerine yapılan harp oyunları, ABD donanmasının Çinlilerle bir çatışmaya girmesi durumunda, ada savunmasında yetersiz kalacağını gösteriyor.

TARİHİN ZOR DÖNEMİNDEKİ AMERİKAN DONANMASI

Bugün, ABD Donanması Filipinler, Kızıldeniz, Çin Denizleri, Karadeniz ve Arktik Okyanusu gibi stratejik bölgelerdeki çok sayıda meydan okuma ile karşı karşıya. ABD için Arktik Okyanusunda yeni açılan ve tamamen Rusya kontrolünde bulunan Kuzey Deniz Yolu (NSR) başlı başına bir sorun alanı. Diğer yandan donanma unsurlarının, karadan, havadan ve denizden atılabilen gemiye karşı dron ve füzelerin ateş gücüne maruz kalmaları asimetrik bir durum yaratıyor. Donanması olmayan Husilerin Kızıldeniz’deki deniz trafiğini kesintiye uğratma yeteneği bu zor durumun en ciddi örneği durumunda. Son bir yılda Bab El Mendeb geçişli trafiğin yarısı Ümit Burnuna yönelmiş durumda ve bu durum devam ediyor. ABD bölgede uçak gemisi darbe grubu ve B52 bombardıman uçaklarını kullanmasına rağmen durumu değiştiremiyor. Diğer yandan başta 1922 tarihli Jones Act olmak üzere bir dizi Amerikan kanunu değiştirilmediği sürece, ABD donanmasının, ticaret filosunun ve tersanelerinin 1940’lı yılların benzeri dinamik ve etkin bir konuma gelmeleri sağlanamaz. ABD nitelikli tersane işçisi ve denizci temininde tarihinin en zor dönemine girmiş durumda. Amerikan imalat sanayinin ekonominin finansallaşması sonucu senelerdir yurt dışına kaymış olması bu durumun yaratılmasında başat rol oynadı. Savunma Sanayi ve gemi inşa sektörü uzun vadeli insan sermayesi yatırımlarından ziyade kısa vadeli kârlara odaklandılar ve böylece nitelikli üretime yönelik uzmanlık azaldı. Örneğin soğuk Savaşı tek kurşun atamadan kazanmanın zafer sarhoşluğu ile 300 ‘e yakın tersaneyi kapatmış olmaları da tersane işçilerinin yetişmesine büyük darbe vurdu. Son günlerde uçak gemisi ve denizaltı tamiratlarını yapan tersanelerde üst üste kaynak ve teknik hataların çıkması tarihte önceden benzeri görülmüş durumlar değil. Kısacası ABD, Roma’nın hatalarını yapıyor. Kontrol dışı askeri büyüme ve bitmeyen savaşlar ekonomisini etkiliyor. Zafer sarhoşluğu içinde rakipsiz kalan 600 gemilik donanmayı kısa sürede 297 gemi seviyesine küçültmeleri ve bu çerçevede askeri tersanelerin kapatılması kadar sivil tersanelerin de azaltılması jeopolitik deniz körlüğü olarak görülebilir. Benzer hataları İngiltere de yapmıştı. Ancak onu her iki dünya savaşında ABD kurtarabilmişti. Bu kez ABD’yi kim kurtaracak belli değil. Ancak kesin olan şu ki, ABD kendinin kurtaracak durumda değil.

TÜRKİYE DERSLERİ

ABD’nin gücü yetmese de İsrail ile birlikte Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde kukla Kürdistan devletini kurmak, Türkiye’de iktidar ve muhalefeti etki altına alarak laik ve ulus devlet yapısını parçalamak için her yolu deneyeceği izahtan varestedir. ABD’nin özellikle 1973 Arap İsrail Savaşından sonra bölgede Arap milliyetçiliğini öldürmesi, Arapları parçalamayı başarmış olması Gazze’de yaşanan trajedinin asıl nedenidir. Milliyetçilikten uzaklaşan Arapları, Anglosaksonlar ve İsrail, İslamizasyon ve din üzerinden yeniden bölmüş ve zayıflatmıştır.. ABD, Arpalar için uyguladığı başarılı modeli Türkler için de denemiştir. Ancak 1980 sonrası batı desteği ile iktidara gelen tüm İslamcı partilere, kumpaslar, kışkırtma ve FETÖ darbe girişimi gibi hamlelere rağmen Türk halkı, milliyetçi ve laik kimliğinden ısrarla vaz geçmemiştir. Türk milliyetçiliğini Amerikan Turancılığına dönüştürme denemeleri de 1970’lerden sonra kısmen başarılı olsa da kalıcı etki yaratamamıştır. Ancak, Türkiye NATO’da kaldığı sürece ABD jeopolitiğinin etki alanında kalmaya devam edecektir. Son sözü söylemesi mümkün olmayacaktır. Bunu Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya kabulünde gördük. PKK’nın şehit ettiği askerlerimizi toprağa verirken TBMM, ABD isteğine tek muhalefet şerhi bile düşmeden onay verdi. İsveç NATO üyesi yapıldı. ABD, parçalanmış Akdeniz ister. ABD, Süveyş Kanalı, Türk Boğazları ve Ege Denizi Geçitlerinin mutlak kontrolünü ister. ABD, İran, Irak Suriye ve Türkiye topraklarını kapsayan kukla bir Kürdistan (İkinci İsrail) ister. Ancak artık gücü yetmez. Türkiye’deki Amerikan mandacılar, hayranları ve FETÖ gibi gönüllü istihbarat elemanları bu gerçeği görmelidir. ABD’ye güvenenlerin sonunu Vietnam, Afganistan ve daha pek çok yerde gördük.

Cem Gürdeniz