Türkiye, 1970’li yıllarda Ermeni-ASALA terör örgütü ve aşırı sağ/sol örgütler, 1984 yılından itibaren bölücü terör örgütü PKK ve dinci terör örgütü FETÖ’ye karşı mücadele vermektedir.
Eruh ve Şemdinli saldırılarıyla ülke gündemine giren PKK’nın elebaşı için Yargıtay’ın onayladığı idam kararı cezası, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilmiştir.
Önce iktidarın Anayasa değişiklik talepleri, ardından ortağının Ekim ayında yaptığı açıklama ile başlayan umut hakkı, ada ziyaretleriyle başka bir boyut kazandı.
Maddi ve manevi kayıpların baş sorumlusu olan bölücü terör örgütü lideri için başlatılan süreç, İmralı çağrısıyla yeni bir aşamaya geldi.
PKK, yapılan çağrı üzerine 1 Mart 2025 tarihinde ateşkes ilan etti.
Daha önce de 1993, 1995, 1998, 1999, 2006, 2009 ve 2013 yıllarında her köşeye sıkıştığında ateşkes ilan etmişti.
PKK’yı sonlandırmanın ilk adımı 2009 Oslo görüşmeleriyle atılmış, Suriye iç savaşının 2011 yılında patlak vermesiyle sonuca ulaşamamıştır.
2013 yılında akıllarda kalan en önemli olaylardan biri, bölücü terör örgütü elebaşının Nevruz’da yaptığı “Silahlar sussun, siyaset konuşsun” çağrısıdır. Ancak PKK, bu çağrıya karşılık vermemiştir.
Aynı dönemde oluşturulan 62 kişilik Akil İnsanlar Heyeti’nin çalışmaları da sonuçsuz kalmıştı.
Dolmabahçe görüşmelerinde mutabakat sağlanamayınca, süreç bir kez daha akamete uğramıştır.
Toplumun büyük tepkisini çeken Habur görüntülerini de anımsamakta yarar vardır.
Birlik ve beraberliği hedef alan eylemlerine devam eden PKK’nın, şehirlerde düzenlediği saldırılarda birçok insan hayatını kaybederken, yöre halkı kurtuluşu ülkenin batısında görmüştür.
O dönem PKK üç talepte bulunuyordu:
- Seçim barajının düşürülmesi. (Nitekim; yüzde 10 olan seçim barajı, 31 Mart 2022 tarihinde yüzde 7 olarak değiştirilmiştir.)
- Bölücü terör örgütü elebaşının serbest bırakılması.
- Anayasal değişiklik yapılması.
PKK’nın iki talebi, reddedilse bile pazarlık konusu yapılmak istendiği açıkça görülmektedir.
TBMM çatısı altında etnik zeminde siyaset yapan parti ilgililerinin sürdürdüğü bu süreçte, en dikkat çekici gelişmelerden biri de Irak Kürt Yönetimi’nden öneri ve destek alınmasıdır.
Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından bir kez daha zor duruma sokulan PKK, işbirlikçi ya da uzantıları dahil silahlarıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti adaletine teslim olmalıdır. Bunun dışındaki hareket tarzlarının kabulü mümkün değildir.
Anayasamızın “Türkiye Devleti, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütündür” hükmü varken, Türk birliği, dirliği ve vatanın bütünlüğü bağlamında yapılan bazı açıklamalar, sorunu farklı bir boyuta taşıyacak niteliktedir.
İşte birkaç örnek:
¨Vatandaşlık tanımı yeni anayasada elbette ki gözden geçirilebilir. Bir etnik kimliği tanımlamak, öne çıkarmak değil de vatandaşlığı, etnik kimlikten bağımsız olarak önceleyen bir güncelleme yapılabilir.”
¨Türk, Kürt, Arap, Zaza, Laz, Çerkes… Hepimiz bu topraklarda biriz, beraberiz, kardeşiz. Sünni, Alevi fark etmeksizin hepimiz kardeşiz. Biz hep birlikte Türkiye’yiz…¨
Ulus kavramına farklı anlamlar yükleyen bu tür ifadeler, önemli sorunları beraberinde getirebilir. Kimileri ¨eyalet¨ kimileri ¨özerklik¨ diyebilir.
Devlet TEK’tir. Ülke BÜTÜN’dür. Ulus BİR’dir.
Ulusal birlik; devleti kuran, ulusu oluşturan toplulukların ya da bireylerin, etnik ve mezhepsel kökenleri ne olursa olsun, yurttaşlık hukuku içinde ayrımsız bir bütünlükte var olmasıyla mümkündür.
Kamuoyunda demokratikleşme adı altında çok uluslu bir yapı dayatmasını görmeyenler için bu durum endişe vericidir.
Devletin en büyük gücü güvenirliliğidir.
Terör örgütü ya da örgütleriyle açık veya kapalı ilişki kurmak, müzakere etmek ve taviz vermek, devletin güvenirliliğini sarsar ve yurttaşların gözündeki değerini zedeler.
Bu bağlamda en önemli nitelik, hukukun üstünlüğüne saygı ve Anayasa’ya bağlılıktır.
Son sözse; Uyuşukluk ve uyku yitime götüren karanlıklardır.
İsmet Hergünşen