ABD Başkanı’nın göreve başlamasının üzerinden iki ay geçtikten sonra, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile ilk görüşmesi nihayet telefon aracılığıyla gerçekleşti.
Açık kaynaklara göre, görüşmede “Bölgesel ve küresel konular ele alındı ve Türk tarafı, yıllardır devam eden sorunların çözümüne dair beklentilerini dile getirdi.”
Dikkat çeken bir açıklama da, ABD Başkanı’nın Orta Doğu özel temsilcisinden geldi.
Yapılan görüşmenin “muhteşem ve dönüşümsel olduğu, olumlu şeylerin yakında geleceği” vurgulanınca, ister istemez kaygılanmadan edemedim.
Sakın ola ki; Suriye’de yeni bir garnizon devletçiği ya da İran’a saldırının önünü açacak olan yeni bir BOP girişimi olmasın.
Türkiye’nin dış politikasında, ABD plütokrasisinin etkilerini tek yönlü bir anlayışla görmek mümkündür.
NATO’ya katıldığından beri dış politikasını ABD ekseninde şekillendiren ve ulusal varlığını ittifak içinde gören Türkiye, bu süreçte pek çok sorun ve açmazla karşılaşmıştır.
Bir devlet, güçlü bir ülkenin kontrolü altında geleceğini şekillendirmeye çalıştığında, siyasal ve ekonomik ödünler vermeye zorlanabilir.
Bu durum, haklı olunan davaların, uluslararası arenada kaybedilmesi gibi ağır bedeller ödenmesine de yol açabilir.
Oysa dış politikanın temel amacı, iç gelişmeler açısından ulusal birlik ve güvenliği sağlamaktır.
ABD’nin sığ düşünceli ve öngörüsüz politikaları, Türkiye’yi öyle sıkıntılı olaylarla karşı karşıya bırakmıştır ki, nesnel bir bakış açısıyla şu noktalar ortaya çıkmaktadır:
Kıbrıs sorunu yıllardır çözüme kavuşturulamıyor ve KKTC hala uluslararası alanda tanınmıyorsa, bir sorumlusu da ABD’dir.
40 yıldır mücadele edilen terör sonlandırılamıyorsa, bir sorumlusu da ABD’dir.
Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin hak ve menfaatleri ihlal ediliyorsa, bir sorumlusu da ABD’dir.
Demokrasi’ye müdahale girişimleri ve darbe liderini ülkesinde koruyup kollayarak 15 Temmuz FETÖ hain darbesi yaşandıysa, bir sorumlusu da ABD’dir.
Arap Baharı adı ile başlatılan demokrasi hareketleri ülkeleri ardı ardına parçalıyor ve garnizon devletçiklerinin kurulmasının önü açılıyorsa, bir sorumlusu da ABD’dir.
Tüm bu devasa sorunların yanı sıra, ABD’nin taktik düzeyde yarattığı sorunları da göz ardı etmek mümkün değildir:
USS Saratoga’nın TCG Muavenet’i vurması ve Çuval Olayı.
Papaz Rahip Brunson krizi.
Tehditkâr mektuplar.
Patriot hava savunma sisteminin verilmemesi.
S 400’ler bahane edilerek, Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarılması ve CAATSA yaptırımları.
F-16 satışının sürüncemede bırakılması.
FETÖ üyelerinin Türkiye’ye iade edilmemesi.
ABD’li yetkililerin PKK/YPG/PYD üyeleriyle açıkça görüşmesi ve bu örgütlere askeri yardım sağlaması.
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nde yeni ABD üslerinin kurulması.
Savunma iş birliği anlaşması yaptığı Rumları ağır silahlarla donatması.
Sözde Ermeni soykırımını her sene köpürtmesi.
ABD yönetimi ve Kongresi’nin Türkiye karşıtı lobilerin etkisi altında kalması ve Türkler hakkındaki ön yargılı tutumu.
Tüm bunlar, Türkiye’nin ABD’ye yönelik güvenini zayıflatmış, Türk ve Amerikan çıkarlarının dengelenmesini neredeyse imkânsız hale getirmiştir.
Ukrayna Savaşı, Orta Doğu ve Kafkaslardaki son gelişmeler göz önüne alındığında, Türkiye’nin artık sadece Kuzey Atlantik İttifakının bir “kanat ülkesi” olarak görülmesi doğru bir yaklaşım değildir.
Kendi güvenlik politikalarını ve ulusal çıkarlarını dengeli bir biçimde yürütmek zorunda olan Türkiye, Atlantik ötesinden gelen içi boş açıklamalara mesafeli yaklaşmayı öğrenmelidir.
Dünyayı köklü bir değişim sürecine sokma iddiasında olan yeni ABD Başkanı’nın politikalarını, tüm dünya dikkat ve kaygıyla izlemektedir.
Ülkelerin silahlanmaya ayırdıkları pay artarken, nasıl ki ABD Başkanı kendi ülkesine “Altın Çağ” vadediyorsa, diğer ülkelerinin de aynı hakka sahip olduğu gerçeğini göz ardı etmemelidir.
Medya kişiliği ve iş adamı kimliğiyle sonuç odaklı bir yönetim tarzı benimseyen 47. ABD Başkanı Donald Trump, Türk-ABD ilişkilerini sağlam bir zemine oturtmak istiyorsa, öncelikle Türklerin ABD üzerindeki yargısını kırmak zorundadır.
Yol haritası mı? Yukarıdadır.
Son sözse; Hakikatler bunaltıcıdır.
“Nice bayramlara Hergünşen Kalınız.”
İsmet Hergünşen