Duy İstanbul

İdeal bir kent; ticaret, kültür ve bilgiyi bir araya getirerek, içinde yaşayanlara en iyi yaşam koşullarını sunan, güvenliğin sağlandığı ve tarihin korunduğu yerlerdir.

Bu ideal, ancak merkezi ve yerel yönetimlerin uyumlu çalışması ile mümkün olabilir.

Sivil toplum örgütlerinin ve her kesimden halkın kentsel tasarım konusunda söz sahibi olması, kentlerin yenilenmesinde kamu ve özel sektörün kaynakları etkin ve verimli biçimde paylaşarak ortak yatırımlar gerçekleştirilmesiyle ideal kentler yaratılabilir.

1999 Marmara Depremi’nin kıyısından yakalanan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlandığı bir günde 6,2 büyüklüğünde bir depremle sarsılan İstanbul’da durum ne yazık ki bu ideallerden çok uzaktadır.

İstanbul; görgüsüzlüğe ve arsızlığa kurban edilmektedir.

Nüfus yoğunluğu, deprem riski, gürültü ve hava kirliliği, trafik sorunu, park yeri ve yeşil alan eksikliği nedeniyle, insanoğlu eliyle tahrip edilmiş nadir şehirlerden biri olma özelliğini taşımaktadır.

Sıra dışı uygulamalar, yasal boşluklar, etkisiz koruma politikaları, imar afları, plansızlık ve denetimsizlik nedeniyle İstanbul, yaşanılabilir bir şehir olma niteliğini büyük ölçüde yitirmiştir.

Kent, geçtiğimiz günlerde 24 günlük su ihtiyacını karşılayan Sazlıdere Barajı’nın yakınına yapılması planlanan 24.000 konutluk projeyle yeniden gündeme gelmiştir.

Yine ¨Kanal İstanbul¨ olarak adlandırılan, devasa rant ve inşaat projesinin bir avuç çıkar grubu uğruna tekrar gündeme taşındığı açık kaynaklarda yer almaktadır.

Bu akıl dışı projeler gündemdeyken, 23 Nisan’da yaşanan ve dünya genelinde ¨minör¨ olarak değerlendirilen son deprem, Marmara Denizi’nin ortasından geçen fay hattı yerine karada olsaydı ne olurdu?

Üç saatlik bir zaman diliminde 3.9’luk öncüyle başlayan, 6.2 ile zirve yapan ve ardından 5.9 dahil çok sayıda artçı ile devam eden sarsıntılar, İstanbullulara kâbus dolu bir gün ve gece yaşattı.

Olasılıkla önümüzdeki 3 ila 5 gün daha zor geçecektir.

Beton yığınına dönüştürülen, tarihine ihanet edilen şehirde, neyse ki can ve ciddi mal kaybının yaşanmadığı, yetkililer tarafından açıklandı.

Ancak merkezi hükümet ve yerel yönetimlerin yine bir araya gelememesi dikkat çekerken, bilim adamlarından gelen farklı açıklamalar kafa karıştırıcıydı.

Kimisi ¨Hiroşima’ya atılan atom bombası kadar enerji boşaldı¨ derken, kimisi ¨İstanbul’da büyük deprem beklemiyorum¨ söylemini yineledi. Bazıları ise, deprem sonrası yaşanabilecek olasılıkları sıraladı.

Hepsinin birleştiği ortak bir nokta vardı.

Doğal afetlerden ders almıyor ya da almak istemiyoruz.

Ölümlere, servet kayıplarına ve halkın yöneticilere duyduğu güvenin giderek azalmasına rağmen bu tutum değişmiyor.

Zaten Japon deprem uzmanı Yoshinori Moriwaki, bu acı gerçeği yüzümüze çarpmamış mıydı?

¨Japonya da Türkiye de dua ediyor. Ancak sizde deprem için hazırlık yapılmıyor, sadece dua ediliyor. ¨

Son sözse; Siyaset ve hamasetin çok olduğu yerde çözüm yoktur.

İsmet Hergünşen