İstanbul’un fethinden sonra Karadeniz ve Akdeniz’e genişleyen Türk denizciliği, “Denizlere hâkim olan cihana hâkim olur” sözüyle anılan Barbaros Hayreddin Paşa’nın Kaptan-ı Deryalığı döneminde altın çağını yaşamıştır.
Yeni Dünya’nın keşfi, kas gücünün yerini teknolojik gelişmelere bırakması, devleti yönetenlerin denizle özdeşleşememeleri, farklı dönemlerde deniz gücünün kapasitesinin doğru değerlendirilememesi, sağlıklı ve planlı adımlar atılmasının önünde engel oluşturmuştur.
II. Abdülhamid’in taht kaygıları ve istibdat döneminin genel yapısının denizcilik kültürünü yok etmesi ile son padişah Vahdettin’in İngiliz Malaya zırhlısıyla ülkeyi terk etmesi, Osmanlı Devleti ve donanması açısından ibret verici bir vesikadır.
“Donanmasız Anadolu olmaz” düşüncesindeki Atatürk Türkiye’sinin denizlere olan ilgisi, 19 Nisan 1926’da Kabotaj Hakkı’nın elde edilmesiyle somut karşılığını bulmuştur.
Bu yasa; Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonlar kapsamında yabancı ülke gemilerine tanıdığı ayrıcalıkları ortadan kaldırmış ve deniz ticareti yapma hakkını Türklere vermiştir.
Böylece, denizlerimizdeki egemenlik haklarımız yalnızca geri alınmamış, aynı zamanda Türklere özgüven de aşılanmıştır.
O günün koşullarında büyük zorluklarla elde edilen yasa, Atatürk’ün Devletçilik ve Milliyetçilik ilkeleriyle de ilişkilendirilmelidir.
Lozan Barış Antlaşması, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Kabotaj Hakkı birlikte değerlendirildiğinde, denizlerimizle sembolleşen Mavi Vatan Doktrini’nin ne ifade ettiği daha iyi anlaşılır.
Bu kavramı bırakın sade ve eğitimli yurttaşlarımızı, denizcilik camiasındaki birçok kişi dahi tam olarak ifade edememektedir. Bu durum düşündürücüdür.
Yasanın yürürlüğe girdiği 1 Temmuz tarihi, “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı” olarak kutlanmaktadır.
Türk denizciliğinin geldiği noktanın anlaşılması için en önemli gün olan bu bayram, ne yazık ki hem kutlama biçimi hem de verilen mesajlar açısından yeterli kamuoyu ilgisi yaratamamaktadır.
Bayramın bürokratik çerçevede, sıradan etkinliklerle kutlanması, akademik çalışmaların yapılmaması, müfredatın yetersizliği, kutlamaların okulların kapalı olduğu bir döneme denk gelmesi ve genel bir tatil içermemesi, denizcilik bilincinin oluşmasındaki başlıca engeller olarak görülmelidir.
Türk Harp Gemi ve botların ziyarete açılması her ne kadar olumlu bir adım olsa da, kitlelere ulaşmadaki yetersizlik, denizciliğin özendirilmesinde beklenen faydanın sağlanamamasına neden olmaktadır.
Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede yaşadığımız için çok şanslıyız; ancak denizcilik sektörünün Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nda doğrudan temsil edilmemesi, tam anlamıyla bir akıl tutulmasıdır.
Hükümetleri yönetenlerin hangi mülahazalarla “Denizcilik Bakanlığı”na yer vermediği ise anlaşılamamaktadır.
Denizcilik gücünün yalnızca deniz kuvveti olarak görülmesi, iyi niyetli yatırım ve atılımlara rağmen, Ulu Önder’in bir karacı subay olarak ortaya koyduğu “Denizci millet, denizci ülke” vizyonunun hayata geçirilmesini zorlaştırmaktadır.
Egemenliğin büyük bir hızla karadan denize kaydığı günümüzde, Türk denizciliği sadece bir beka meselesi değil; aynı zamanda sektörün tüm bileşenleriyle refah açısından da değerlendirilmek zorundadır.
Orhan Veli Kanık’ın “Vatan” şiiriyle noktayı koyalım:
Neler yapmadık şu vatan için
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik.
2025’te, 99. yılını kutladığımız Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nı tam anlamıyla kutlamayı, geleceğe ışık tutabilecek birkaç kelime söylemeyi bile çok gördük.
Türk ulusunun 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı kutlu olsun.
Türk denizcilerinin pruvası neta, denizleri sakin, rüzgârları kolayına olsun. Selametle…
Son sözse: geçmişe saygı, geleceğe güvendir.
İsmet Hergünşen