İDEF 2025

Berlin Duvarı’nın yıkılması, Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği’nin dağılması, Yugoslavya’nın parçalanmasıyla birlikte ülkelerin yaşam tarzlarını iyileştirmeye yönelik bir akım baş göstermişti.

Devletler, öz kaynaklarını güvenlik sistemlerinden ziyade sosyal hayatı geliştirmeye ve insanın temel ihtiyaçlarını karşılamaya yöneltmişti.

Klasik anlamda askeri tehdit ortadan kalkmıştı.

Ülkelerin gündeminde terörizm, mikro milliyetçilik, kökten dincilik, organize suçlar, uyuşturucu kaçakçılığı, insan ticareti ve yasa dışı göç gibi çok yönlü tehditler yer almaya başlamıştı.

Kuzey Atlantik İttifakı (NATO) bile sorgulanır hale gelmişti.

Eski Doğu Bloku ülkelerinin Batılı ülkelerle gerçekleştirdiği eğitimler ve tatbikatlar, olumlu havayı daha da güçlendirmişti.

Batı ittifakı içinde yer almaya başlamalarıyla birlikte dünya kendini daha güvende hissetmeye başlamıştı.

Soğuk Savaş sonrası güvenlik endişelerinin azalmasının avantajları yaşanırken hakim olan düşünce, önceliğin beka değil refah olduğuydu.

11 Eylül saldırısı, yeni dünya düzeninin fay hatlarını harekete geçiren dönüm noktası oldu.

NATO’nun 5. maddesi bir kurtarıcı gibi yeniden gündeme geldi.

Sonraki yıllarda barış, güvenlik ve istikrarı bozan unsurlar art arda ortaya çıktı.

Rusya Federasyonu’nun Gürcistan’a müdahalesi ve ardından başlayan Ukrayna Savaşı, yeni bir kutuplaşmanın habercisiydi.

Suriye iç savaşı, ülkeyi etnik, dinî ve ideolojik bir bölünmenin eşiğine getirdi.

Filistin topraklarıyla sınırlı kalmayan Gazze Savaşı; İran, Suriye, Yemen ve Lübnan’ı etkisi altına aldı.

Arap Baharı ve sonrasında Irak ve Libya’da kırılganlıklar halen devam ettirilmektedir.

Aynı ittifakta yer aldığımız Yunanistan, Türkiye’nin attığı her adımı kendi aleyhine yorumlamakta; sınırsız üsler tahsis ettiği ABD himayesinde, Rumlarla birlikte yeni krizler üretme çabasındadır.

Bölgesel savaşlar, krizler ve gerilimler gezegeni sarsmaya devam ediyor.

Türkiye; Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkaslar arasında bir istikrar adası olma konumunu sürdürmeye çalışsa da, bulunduğu coğrafyanın bir gerçeği olarak kriz ve savaşlardan en çok etkilenen ülkelerden biri olmayı sürdürüyor.

Tehdit türleri arttıkça, alınması gereken tedbirlerin de çeşitlenmesi; savunmanın güçlü tutulmasını zorunlu kılmaktadır.

Çatışmaların merkezinde yer alan, yıllardır terör örgütleriyle mücadele eden Türkiye, sözde müttefiklerinin yaptırımları nedeniyle savunma sanayisini üst lige çıkarmak zorundadır.

Savunma sanayi faaliyetlerinde dönemsel aksaklıklar yaşansa da, Kıbrıs Barış Harekatı bu alandaki en önemli gerçeği ortaya koymuştur.

Ambargoların olumsuz etkilerini bertaraf etmek amacıyla kurulan Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı sayesinde, savunma sanayi kuruluşlarımız adından söz ettirir duruma gelmiştir.

Tasarlanan, üretilen ve pazarlanan ürünlerin sergilendiği Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı İDEF-25, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da gerçekleştirilmiştir.

Kıtaların buluştuğu bu şehirde düzenlenmesi, Türkiye’nin dış politikasının “Yurtta barış, cihanda barış” ilkesi çerçevesinde şekillendiğini göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır.

Çoklu tehditlere karşı savunma teknolojilerindeki ürün çeşitliliği, “Dosta güven, düşmana korku” verecek nitelikteydi.

Türkiye bugün; üretim yapan, tasarım geliştiren, çalışan, planlayan, araştıran ve her kurumda çok sayıda mühendis istihdam eden bir savunma sanayi altyapısına sahiptir.

Savunma stratejisinin hedefi, yalnızca Türk Silahlı Kuvvetleri’nin değil, milli güç unsurlarının ihtiyaçlarını da karşılayacak şekilde olmalıdır.

Sonuç olarak, ulusal savunma sanayi altyapısını güçlendirmeye hız veren Türkiye, savunmayı bir bütün olarak ele almak ve ulusal kaynaklarını etkin ve verimli şekilde kullanmak zorundadır.

Sonuçta kazanan Türkiye olacaktır.

Son sözse: “Savunma sanayii, bütünleşik caydırıcılık temelinde müşterek harekatı esas almalıdır.” 

İsmet Hergünşen