Mavi Vatan’dan açık denizlere-I

Denizlerle çevrili Anadolu’yu yurt edinmiş atalarımız, gelecek nesilleri böyle bir vatan seçmekle ödüllendirmiştir. Osmanlı üç kıtada bir imparatorluk kurmuş olmasına ve siyasi coğrafyasının gereksinimlerine rağmen, yaşamsal önem taşıyan deniz gücünü 16. yüzyıl dışında kuramsal anlamda bile kavrayamadı. Böylece sadece jeopolitik olarak denizlerden uzaklaşmadı, aynı zamanda denizcileşemedi.   Denizde ve denizcilikte geri kalışımızda, bilim ve teknolojide geri kalma kadar, en güçlü dönemde denizci ülkelere verilen kapitülasyonlar da önemli rol oynadı. Kapitülasyonları dayatanlar, okyanuslara yayılıp, yeni sömürgelerle zenginleşirken, bu yeni rekabet ortamına, başka oyuncuların çıkmasını engellediler. Türklerin denizcileşmesi ve denizde güçlenmesini önlemek için her şeyi yaptılar. Deniz tarihimiz denizci devletlerin Çeşme, Navarin, Sinop gibi kalleşçe baskınlarıyla doludur. Maalesef bu baskını yapanların çoğunluğu, bugün müttefikimizdir.  Benzer bir baskını 2003-2016 arasında FETÖ üzerinden uyguladılar.

DONANMASIZLIK VE VATANSIZLIK

Denizlerdeki gerileme ve donanmasızlık, imparatorluğun duraksaması ve çökmesi ile ardı ardına toprak ve can kayıplarına ve sonunda Anadolu’nun işgali ile neredeyse Türklerin tarihte ilk kez vatansız kalması aşamasına gelmesine sebep olmuştur. Sevr geçekleşseydi kızgın çöllerde çobanlığa düşecek Türk milletini, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Kurtuluş Savaşı kurtardı.  Türkleri Anadolu’da bir küçük cebe sıkıştıran ve Karadeniz’de 600 km kıyı veren Sevr Anlaşmasının Osmanlı Hükümeti tarafından imzalanmasından birkaç ay önce İngiliz Başbakanı Lloyd George anlaşma maddelerinin Parlamento’daki tartışması sırasında Osmanlı Deniz Kuvvetleri için şu konuşmayı yapar: (Gaston Gaillard, Turks and Europe) ‘‘Türkiye’nin bir donanmaya sahip olmasına izin verilmeyecektir. Türkler bir donanmadan ne bekleyebilirler ki? Bugüne kadar sahip olduklarında bile en küçük bir kullanma becerisi göstermediler. Hiçbir zaman yönetemediler.’’ Aslında bu sene 102. Yılını idrak ettiğimiz Lozan Barış Anlaşmasıyla yırtılıp çöpe atılan Sevr Haritası, emperyalizmin 18. Yüzyıldan itibaren Türklere biçtiği vizyonun bir yansımasıydı. Yunanistan’ın kurulması; 93 Harbi sonrası Kıbrıs’ın, Balkan Savaşlarında Ege Adalarının kaybı; İkinci Dünya Savaşı sonunda 12 Adaların Yunanistan’a bırakılması hepsi Türkiye’nin denizlerden koparılmasına yönelikti. Sevr haritası, açık deniz ve okyanuslardan koparılmış, her taraftan kuşatılmış, bir daha hegemonyaya asla tehdit olamayacak şekilde Türkleri karaya gömen bir haritaydı. Bu haritaya Türkiye önce Kurtuluş Savaşı ve Lozan Anlaşması ile daha sonra Montreux Sözleşmesi ve Hatay’ın Anadolu’ya katılmasıyla, 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı ve 2006 sonrası Mavi Vatan Doktrini ile gereken cevabı verdi. Ancak emperyalizm asla vaz geçmediğini Atatürk’ün vefatından sonra defaten yaşanan hamleler ile hatırlattı. Bugün de emperyalizmin inatçı tutarlılığını Suriye’den Libya’ya; Irak’tan Azerbaycan’a, Karadeniz’den Ege ve Doğu Akdeniz’e ABD, İngiltere, AB ve İsrail’in her türlü kışkırtma ve tehdidi ile yaşıyoruz.

NATO VE HEGEMONYA

Türkiye’nin 1946 sonrası küresel finans kapitali kontrol eden Avrupa-Atlantik blokta yer alması ve 1952 sonrası NATO üyeliği Anadolu coğrafyasını emperyalizm emrine sundu. Türkiye, kara cephesinde ucuza mal edilen askeriyle Sovyet tümenlerini durduracak; havada da gerekirse nükleer silahlar başta olmak üzere Washington planlarına göre verilen görevleri yerine getirecekti. Denizde Türkiye’nin görevi Karadeniz ile sınırlandırılmıştı. Emperyalizm, denizlerde ve okyanuslarda ilerde kendine rakip olabilecek yeni oyunculara tahammül etmez. Türk deniz gücü kıyılarda kalmalıydı. Bu durum içimizdeki karacı yönetici elitin de işine geldi. Örneğin, çevre denizlerde NATO sorumluluk sahaları tahsis edilirken, Ege ve Doğu Akdeniz’i Yunanistan’a bırakacak kadar aymazlık içinde kaldık. Eğer 1963 Kıbrıs krizi ortaya çıkmasaydı, NATO’nun ışıltısıyla büyülenmiş Türkiye yöneticileri, Akdeniz ve Ege’de deniz tatbikatı yapmayı bile düşünemeyecek duruma gelmişlerdi. Deniz Kuvvetlerinin uyanışı Kıbrıs’ta 1963 kanlı Noel’i ile başladı ve 11 yıl sonra Türkiye, 20 Temmuz 1974 günü emperyalizm karşısında Kurtuluş Savaşından sonra ikinci zaferini elde etti. O gün emperyalizmin Türkiye’yi güneyden kuşatmasına son verildi. Artık Deniz Kuvvetleri için Ege ve Akdeniz’deki hayati hak ve çıkarların korunması ve geliştirilmesi gereken en önemli ve öncelikli değerlerdi. Diğer yandan Anadolu 1000 yıldır maalesef denizcileşememiştir. Atatürk dönemi hariç devlet, hiçbir zaman denizci olamamıştır. Bu nedenle devlet aygıtımız hariciye kurumumuz dahil denizci düşünememektedir. Burada iç ve dış dinamikler rol oynamaktadır. Dış dinamikler içinde NATO baş rolü oynamaktadır. Mavi Vatan kavramı her yönü ile NATO’nun Türkiye’ye biçtiği rolün çok önündedir. Zira tamamen ulusal çıkarlara odaklıdır. Bu yönü ile finans kapital ve Amerikan neocon ekolün bir hizmetkarı olan NATO Türkiye’nin Akdeniz ve Ege’de kendi çıkarları hilafına hareket etmesine asla destek olmaz. O nedenle NATO üyeliğimiz devam ettiği sürece Ege ve Doğu Akdeniz sorunları çözülemez.

AÇIK DENİZLERE DOĞRU

Türkiye’nin jeopolitiği Soğuk Savaş sonrası köklü bir zihinsel dönüşüm geçirdi. Ancak 2000’lerin başında Türkiye hâlâ kara ağırlıklı bir güvenlik anlayışına sahipti. Ege’deki ABD ve AB himayesindeki Yunanistan’ın bitmeyen emrivakileri, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ve KKTC’nin haklarının gasp edilme girişimleri, enerji rekabeti ve Karadeniz’de değişen dengeler paralelinde Montrö Sözleşmesine saldırılar özellikle deniz jeopolitiğinde yeni bir stratejik bakış açısını zorunlu kıldı.  Bu değişim sayesinde akan yıllar içinde Türkiye, sadece donanma alanında pek çok yönden deniz uygarlığına sahip ülkeler arasına girebilecek gelişme ve kazanımları elde etti. Bu dönem 1994 sonrası Oramiral Güven Erkaya ile birlikte ‘’Açık Denizlere Doğru’’ doktrini üzerinden  donanmanın gelişimini her yönde tetikledi Bu başarı grafiği Cumhuriyet Donanmasının gerek Ege ve Akdeniz’de ganbot diplomasisi; Karadeniz’de ise donanma diplomasisi üzerinden etkin kullanımı ile kuantum sıçraması düzeyinde yükseldi. 2009 yılından itibaren donanmanın Hint Okyanusunda sürekli varlık göstermesi bu süreci hızlandırdı. 2011 yılında merhum Oramiral Özden Örnek sayesinde kendi dizaynımız olan TCG Heybeliada korvetini %70 ulusal katkı ile İstanbul Pendik Tersanesinde gerçekleştirmesi başarı grafiğine son noktayı koydu. Bu başarıların ödülü maalesef hükümet, parlamento, muhalefet ve yüksek komuta heyetinin gözleri önünde Ergenekon, Kafes, Poyrazköy, Balyoz, Askeri Casusluk gibi isimli tertip davalar ile alındı. Türk Deniz Kuvvetleri hizaya sokulmalıydı. Milletinin kuvvet ve komuta yapısı ile gurur duyabileceği bu üstün donanmanın en az gemileri kadar kıymetli 40 amiral ve 400 denizcisi CIA, MI6, MOSSAD ve BND ile iş birliği içinde olan dinci FETÖ yapılanması ve içerdeki iş birlikçilerinin marifeti üzerinden sahte delil ve iftiralarla tasfiye edildi. Hapse atıldı. Türk deniz tarihinin bu en karanlık dönemi sonucunda FETÖ militanları hükümetin gözü önünde silahlı kuvvetlerin kritik kadrolarını ele geçirdi. Daha da ileri giderek 15 Temmuz 2016’da FETÖ militanları hegemonya adına ülkemizde darbe girişiminde bulundu. Darbe girişiminin 2016 Mart ayında Türk Silahlı Kuvvetlerinin güneydoğu Anadolu’da Hendek savaşlarını kazanmasından 4 ay sonra gelmesi tesadüf değildi. 15 Temmuz 2016 sonrası Türkiye’nin jeopolitik ve dolayısı ile ulusal çıkarlarını savunma refleksinde önemli değişim yaşandı. Bu değişimde zengin hidrokarbon kaynaklarına sahip Doğu Akdeniz’in deniz yetki alanları paylaşım mücadelesi en önemli rolü oynadı. Bu sürecin adı 2006 yılında tanımladığım Mavi Vatan sembolü ile öne çıktı.

NEDEN MAVİ VATAN?

2006 yılında Mavi Vatan ortaya çıkmasının koşulları  2003 sonrası yaşanan karanlık dönemde hegemonyanın Kıbrıs’ta Annan Planını devreye soktuğu; Güney Kıbrıs’ın Seville Haritası üzerinden MEB ilan ettiği; NATO’nun Akdeniz’deki Etkin Çaba Harekâtını Karadeniz’e genişletme kararını verdiği zor bir dönemde oluştu. Mavi Vatanın terim olarak ilk kullanımı işte bu kuşatmaya karşı bir manifestoydu. Bu dönemde 2004 yılında Karadeniz Uyumu Harekâtı üzerinden Etkin Çaba’nın Karadeniz’e genişlemesi durduruldu. Daha sonra 2006 yılında Akdeniz Kalkanı Harekâtı ile Güney Kıbrıs ve Yunanistan’a ciddi mesaj verildi. Ancak Kardak benzeri ada, adacık ve kayalıklar için (EGAYDAAK) herhangi bir kazanım bu konuda hariciyede ve hükümet ile muhalefette bir irade olmadığı için söz konusu olamadı.  İlerleyen yıllarda Türk halkı Mavi Vatanı sevdi. Mavi Vatan kutuplaşmaya rağmen her iki ucu da birleştirmeye çalışan bir sembole dönüştü. Halkımızın donanmaya olan ilgisi katlanarak arttı. Kumpas davalarda deniz kuvvetlerinin hedef alınması ve çok büyük yaralar almasına rağmen Ege ve Akdeniz’de üstün başarılar sağlaması; ulusal savunma sanayinin gelişiminde lokomotif rol oynaması bu süreci ivmelendirdi. Bu ivme, jeopolitik bir deniz çıkar kavgasının zamanın ruhuna sunduğu bir ortamda, sosyal medya başta olmak üzere bilginin çok hızla yayılmasının oluşturduğu koşullarda yükseldi. Mavi Vatan bu ilginin somut bir sembolü oldu.

NEDİR MAVİ VATAN?

Mavi Vatan bir kavram, bir sembol ve aynı zamanda doktrindirKavram olarak Türkiye’nin ilan edilmiş veya edilmemiş tüm deniz yetki alanları (iç sular, karasuları, kıta sahanlığı, Münhasır ekonomik Bölge) akarsu ve göllerini kapsamına alır. Mavi Vatan, tam anlamıyla, 26-45 Doğu Boylamları ve 36-42 Kuzey enlemleri arasındaki ana vatanımız üzerindeki stratejik egemenliğimizin denizler ve deniz diplerindeki uzantısıdır. Mavi Vatan, 25-45 Doğu Boylamları ve 33-43 Kuzey enlemleri arasında kalan tatlı ve tuzlu su kitlesi üzerindeki yetki ve ilgi alanlarımızın adıdır. Sembol olarak Türkiye’nin 21. Yüzyılda yüksek stratejik hedefi olması gereken devleti ve halkı ile denizcileşmesinin sembolüdür. Türkiye’de yüzyıllardır hâkim karacı devlet anlayışını denize ve denizciliğe yönlendirmeyi ve bu şekilde halkın denizcileşmesini sağlamayı sembolize etmektedir. Doktrin olarak halkımız ve devletimizle nasıl denizcileşmemiz gerektiğinin denizcilik gücüne hayat veren tüm alanlarda cevabını veren; Anadolu’yu çevreleyen denizlerle, Anadolu periferisindeki diğer okyanus ve denizlerdeki hak ve çıkarlarını korumaya ve geliştirmeye yönelen jeopolitik bir yol haritasıdır. Mavi Vatan bir bütün olarak sadece deniz yetki alanı iddiası değil ülkenin jeopolitik bağımsızlığını enerji güvenliğini ve askeri caydırıcılığını deniz boyutuna taşıyan bütünsel bir doktrindir. Böylece kendine özgü özellikler taşıyan, denize ve denizciliğe ait ilke ve düşünceler, jeopolitik bir bütünlük içinde yol gösterici öğretiye dönüşerek, geleceğimizi etki alanları ve savunma eksenleri perspektifinden tarif edebilecektir. Mavi Vatan 21. Yüzyılda denizcileşmemizi hedefler. Sürekliliği olan bir süreçtir. Sona ermez. Jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel sonuçları vardır. Ne salt deniz hukuku alanına ne de kuvvet yapısı veya muharebe doktrini gibi alt seviyelere indirgenemez. Tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu düzene; Atlantik Çağından Asya Çağına geri dönülmez geçiş döneminin yaşandığı bugünkü küresel süreç içinde, Doğu Akdeniz, Ege, Karadeniz ve Boğazlar üzerinde Türkiye’nin jeopolitik kontrolünü güçlendiren yeni fırsatlar sunar. Türkiye’nin küresel, kıtasal ve bölgesel ilişkiler manzumesinde yepyeni fırsat ve değişim pencereleri açabilir. Doğal olarak bu doktrin, Türkiye’nin uluslararası hukuktan meşruiyetini alan deniz yetki alanlarına hakimiyet ile bu alanları jeopolitik, siyasi, diplomatik, askeri ve ekonomik boyutlarda etkileyecek karadaki ve havadaki oluşumları tetikleyecek yetenek ve irade sahipliğini gerekli kılar.

MAVİ VATAN SİYASET VE ZAMAN ÜSTÜDÜR

Mavi Vatan, Büyük Stratejiyi (Grand Strategy) ilgilendirirDönemsel değildir. Yani zamanın ruhunu sürekli temsil eder. Bağımsız dış ve güvenlik politikasını savunur. AB ve ABD’nin saldırgan realist siyasetine karşı, savunmacı realist bir çerçeve sunar.  Kalıcı ittifak ve bloklaşmalara uzaktır. Ancak ‘’devletlerin sürekli düşmanı ve dostu yok, çıkarları vardır’’ prensibinden hareketle deniz hak ve çıkarlarımızın korunmasına yönelik konjonktürel geçici ittifaklara ve iş birliğine açıktır. Atatürk çizgisindeki iç ve dış barışın tesis ve idamesini esas alır. Çevrecidir. Bu nedenle deniz-okyanus ekolojisinin gezegendeki doğal döngünün ana belirleyicisi olduğu hakikatine sadıktır. Tartışmalı alanlarda gücünü uluslararası hukuk, hak ve nısfetten alan adil ve hakça paylaşımı savunur. Ancak karşısına çıkarılan Seville Haritası gibi maksimalist haritaları tüm gücü ile reddeder. Haklılığını güç ve her an harbe hazır olma üzerinden yüksek caydırıcılık içinde ispat edebilecek yetenek ve kararlılığa sahip olmayı hedefler.

MAVİ VATAN DENİZDEKİ SEVR’İ REDDEDER

Mavi Vatan, Türkiye’de hangi siyasi iktidar yönetimde olursa olsun, uygulanması gereken bir devlet paradigmasıdır. Bu yaklaşım, Mustafa Kemal Atatürk’ün attığı adımlarla başlamış bir sürecin devamıdır. Atatürk’ün Montrö Sözleşmesi ile Türk Boğazları üzerinde tam egemenliği geri kazanması bu sürecin ilk dönüm noktasıdır. Ardından 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Ege kıta sahanlığı ve karasuları mücadelesi, Kardak krizi ve 2019-2020 arasında Akdeniz ve Ege’de askeri ve deniz hukuku alanında başarıyla uygulanan Mavi Vatan doktrini bu paradigmanın etkili aşamalarını oluşturmuştur. Bugün ise karşı karşıya olduğumuz temel tehditler güneyimizde denize çıkışı olan ABD, AB ve İsrail desteğinde kukla bir Kürt devleti; KKTC’nin ve adadaki askeri varlığımızın sonlandırılmasına yönelik gayretler ile Ege ve Doğu Akdeniz’de, Yunanistan ve GKRY üzerinden yaklaşık 200 bin km²’lik bir deniz alanını Türkiye’nin egemenliğinden koparmaya çalışan Seville haritasının yürürlükte kalmaya devam etmesidir. Bu haritada ABD, İngiltere ve AB’nin desteğini arkasına alan Yunanistan ve GKRY ikilisine artık İsrail de eklenmiştir. Bu durum, tarihteki Sevr dayatmasının bir benzeri olarak “İkinci Sevr” nitelemesini hak etmektedir. Bu nedenle jeopolitik farkındalık ve toplumsal bilinç oluşturmak bir zorunluluktur. Zira Türkiye’nin yaklaşık 462 bin km²’lik deniz yetki alanı yalnızca mavi ekonomi ve kaynaklar açısından değil, aynı zamanda savunma ve stratejik derinlik bakımından da vazgeçilmezdir. Mavi Vatan, Atatürk’ün 1 Eylül 1922’de ordularına verdiği “İlk hedefiniz Akdeniz’dir” emrinin 21. yüzyıldaki yansımasıdır. Bugün Mavi Vatan bir doktrin olarak hazırdır, ancak kalıcı başarı için askeri, diplomatik ve ekonomik stratejilerle desteklenmesi ve uzun vadeli bir devlet politikası haline getirilmesi gerekir.

MAVİ VATAN VİZYONU

Mavi Vatan vizyonu, 21. Yüzyılın geri kalanında yüzünü tamamen denizlere dönmüş, deniz yetki alanlarındaki hak ve çıkarlarını garantilemiş ve Akdeniz dışına çıkmaya odaklanmış, 100 milyon nüfuslu, dünyada ilk on ekonomi içinde yerini alan, savunma sanayinde kendine tamamen yeterli demokratik, laik ve hukuk devleti Türkiye vizyonuna hizmet eder. Uzun vadelidir. Emperyalizme karşı duruşu ile Kemalist bir doktrindir. Bir nevi dünya görüşüdür. Bu doktrin günlük siyasi tartışmalara indirgenmemeli, milli güvenlik siyaset belgesi niteliğinde kurumsal bir rehberle uygulanmalıdır. Ne yazık ki bazı kesimler Mavi Vatan’ı yanlış yorumlamakta; onu yeni Osmanlıcılık, genişleme siyaseti veya bir kuvvet milliyetçiliği aracı olarak tanımlamaktadır. Bu durumun oluşmasında iktidarın donanmayı seçim propaganda malzemesi olarak kullanmasının da önemli rolü vardır. Oysa Mavi Vatan Türkiye’nin denizden kıtaya itilmesini reddeden, emperyal dayatmalara karşı bir bağımsızlık manifestosudur. Bugün güneyimizde denize açılması planlanan yapay bir Kürt devleti girişiminden, KKTC’nin güvenliğine; Seville Haritasına itirazdan, Montrö’nün ve Karadeniz’deki denge rejiminin korunmasına kadar geniş bir jeopolitik alan Mavi Vatan’ın ilgi sahasına girer. Bu alanlar, 21. yüzyıl Türk jeopolitiğinin temel ağırlık merkezleridir. Diğer yandan Türkiye, ancak denizcileşerek 21. yüzyılın meydan okumalarını karşılayabilir. Deniz gücünün kara, hava, siber ve uzay unsurlarıyla bütünleşmesi; Akdeniz’in ötesine, okyanuslara uzanması; küresel müştereklerde etkin bir aktör haline gelmesi bu doktrinin nihai hedefidir. Diğer yandan Türk devletleri Teşkilatı çerçevesinde gelişen Türk dünyasını denizlerde temsil edebilecek tek güç, Türkiye Cumhuriyeti’nin donanması olacaktır. Mavi Vatan bu nedenle 21. yüzyıl deniz jeopolitiğimizde, sadece kıyılarımıza ve deniz yetki alanlarımıza yönelik değil, okyanuslarda da görünür olmamızı gerekli kılmaktadır. Türk dünyası adına yaşanacak bu evrim, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek en kritik stratejik tercih olacaktır.

DENİZCİLİK GÜCÜNÜN GELİŞTİRİLMESİ

Mavi Vatan bir doktrin olarak halkımız ve devletimizle denizcileşme sürecini başarabilmemiz için denizcilik gücümüzün geliştirilmesini gerekli görür. Denizcilik gücümüze katkı sağlayan her alt unsur (Donanma, sahil güvenlik, tersanecilik, limanlar, deniz ticaret filosu, deniz turizmi, balıkçılık, deniz bilimleri, deniz çevreciliği, deniz eğitim ve öğretimi, deniz sporları, amatör denizcilik, deniz hukuku, deniz bilimleri, denizcilik destek sektörleri, vd.) bütüncül bir bakışla geliştirilmeli ve mutlak surette gelecek planlaması tek bir bakanlık veya kurumun kontrolünde olmalıdır. Denizcilik gücümüzün amiral gemisi donanmadır. Zira donanmanın gelişimi denizcilik gücünün diğer alanlarındaki gelişmeleri tetikler. Donanmanın fiziki gelişimi mutlak surette dışa bağımlı olmadan milli savunma sanayi sayesinde olmalıdır. Donanmamız özellikle Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası yaptığı öncü çalışmalar ile Türk Savunma Sanayiinin uzun yürüyüşünü başlatmıştır. Merhum Oramiral Özden Örnek sayesinde başarılan MİLGEM ile savunma sanayimizin diğer alanlarında moral üstünlüğü yakalanmış ve Türkiye bugün hak ettiği yere gelmiştir. Bu gidişat FETÖ kumpasları ile engellenmeye çalışılmışsa da donanma rotasına devam etmiştir. FETÖ kumpasları ve iktidarın zamanında FETÖ’ye sağladığı iklimde donanmadan kumpaslarla veya mobinglerle ayrılan subaylarımızın çoğu bugün deniz savunma sanayiinin en önemli kitlesini oluşturmuşlardır. Diğer bir deyişle Cumhuriyet Donanması savunma sanayinde de en az kendisi kadar güçlü kalmaya devam etmektedir. Bundan daha önemlisi donanmanın personel gücü de mutlak surette Atatürk ve ilkelerine sadakat temelinde bilinç ve vizyon birliği sağlamış, denizi aklı ve kalbi ile seven personelden oluşmalıdır. Tekrar hatırlatalım Deniz Kuvvetlerimiz ve silahlı kuvvetlerimizin tek ideolojisi olmalıdır. O da Atatürk çizgisidir. Aksi düşünülemez. Diğer taraftan milli savunma sanayinde kendine yeterlilik, kriz ve savaş durumlarında hayatta kalabilme ve kısa sürede toparlanabilme, hammadde ve ara madde ithalatında tedarikçi seçeneklerini artırma dikkate alınmalıdır. NATO müttefiklerimizin olası Türk- Yunan savaşında Türkiye’yi en kısa sürede şeytanlaştıracakları ve binlerce yaptırım ve ablukaya boğacakları unutulmamalıdır. Diğer yandan Türk mavi vatan savunması her türlü olasılığa göre önceliklendirilmelidir. Bu kapsamda anavatanda ve dış ülkelerde yeni üslenme olanaklarının geliştirilmesi öncelikli gereksinime dönüşmektedir.  (Devamı Yarın) 

Cem Gürdeniz