“Terörsüz Türkiye” Masalı ve Gerçek Tehdit: Büyük Ortadoğu Oyunu

Türkiye yüzyıllardır ateş hattında bir ülkedir. Sadece coğrafyasıyla değil, tarihiyle de dünyanın merkezinde durur. Bu topraklar, ne yazık ki, hep birilerinin planlarında “yeniden şekillendirilecek” bir alan olmuştur. Bugün bize “barış”, “demokrasi”, “terörsüz Türkiye” gibi kulağa hoş gelen kavramlarla sunulan projelerin perde arkasında, aslında Türkiye’nin zayıflatılması, kimliğinin silinmesi ve bölünmesi hedefi vardır.

PKK denilen kanlı örgüt, kırk yıldır Türkiye’nin bağrına saplanmış bir hançerdir. Binlerce askerimizi, polis memurumuzu, öğretmenimizi, imamımızı ve sivil vatandaşımızı şehit etti. 383 öğretmen… Yüzlerce çocuk, binlerce anne-baba… Bunlar birer sayı değil, birer hayat, birer umut. PKK’nın işlediği cinayetlerin, gerçekleştirdiği köy baskınlarının, bombalı saldırıların, pusu ve infazların tek bir amacı vardı: Türk milletinin direncini kırmak, devlete olan güvenini sarsmak, korku ve umutsuzluk yaratmak.

Ama başaramadılar. Çünkü bu millet, tarih boyunca korkunun değil, direnişin milletidir.

Bugün aynı senaryo, farklı kelimelerle yeniden önümüze konuyor. “Artık silahlar sussun, masa konuşsun.” “Terör bitsin, barış gelsin.” diyorlar. Ama hangi barıştan bahsediyorlar?
Bizi bölmeyi hedefleyen, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan milli kimliği parçalamak isteyen bir örgütün siyasallaştırılmasından mı?
Yoksa “terörsüz Türkiye” adı altında, Türkiye’nin güneydoğusunu başka bir haritanın parçası hâline getirecek planlardan mı?

Büyük Ortadoğu Projesi: Yeni haritaların eski efendileri

Unutmayalım: “Büyük Ortadoğu Projesi” denen plan, kağıt üzerinde terörle mücadele projesi gibi görünse de gerçekte ulus-devletleri parçalama, kimlikleri çözme ve yeni mikro-devletçikler kurma operasyonudur. Bu proje, yalnızca Türkiye’yi değil, Irak’ı, Suriye’yi, İran’ı da hedef alır. “Demokrasi ihracı” bahanesiyle milyonlarca insanın hayatını mahvetmiştir.

Bu planın en kritik halkası, Türkiye’yi “etnik ve mezhepsel fay hatları” üzerinden bölmektir.
Önce kimlikler parçalanır: Türk, Kürt, Alevi, Sünni, laik, dindar diye ayrıştırılır.
Sonra “barış” adı altında her bir gruba “ayrı bir gelecek” vaat edilir.
Son aşamada, merkezî devleti zayıflatılmış, toprakları fiilen bölünmüş, toplumsal bilinci parçalanmış bir ülke bırakılır.

Bugün yaşadığımız süreç, işte bu planın son aşamasıdır. “Terör biterse Türkiye rahatlar” diyerek, Türkiye’nin birliğine kasteden siyasi uzantılara meşruiyet kazandırmak isteniyor.

Öcalan’ı “barış aktörü” yapmak ihanettir

Düşünün: 40 yıldır çocuk, öğretmen, asker, polis katleden bir örgütün lideri için “barış mimarı” diyen bir siyaset dili oluşturuluyor. Oysa bu kişi, açıkça Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğüne karşı savaş yürütmüş, binlerce masumun ölümünden sorumlu bir suçludur.
Böyle bir figürü “çözümün parçası” gibi göstermek, ne barış getirir ne huzur. Aksine, terörün siyasal hedeflerine ulaşması anlamına gelir.

Bunu açıkça söylemek gerekir: Bir ülke, kendi şehitlerinin kanı kurumadan katillerini meşrulaştıramaz. Bu, sadece adaletin değil, millet vicdanının da inkârıdır.

Terörün bitmesi değil, Türkiye’nin direnmemesi isteniyor

Bugün bazı çevreler, “silahlar sussun, Türkiye huzur bulsun” sloganlarıyla ortaya çıkıyor.
Ancak bu cümledeki asıl hedef “Türkiye’nin susması”dır.
Terörün gerçek anlamda bitmesi, örgütün silah bırakması ve yargı önünde hesap vermesiyle olur.
Ama “terörsüz Türkiye” masalını yazanlar, terörle mücadeleyi bırakmamızı, kimliğimizden vazgeçmemizi, bölünmeyi kabul etmemizi istiyorlar.

Tıpkı bir soyguncunun evinize girip “kasayı aç, seni öldürmeyeyim” demesi gibi…
Eğer siz kasayı verirseniz, soygun biter; ama artık ev sizin değildir.
İşte bize dayatılan şey tam olarak budur: “Silahlar susacak ama Türkiye değişecek.”
Hayır!
Türkiye değişmeyecek, teslim olmayacak, bölünmeyecek.

Türk kimliğini silme girişimi

Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözü, sadece bir etnik kimliği değil, bir birlik idealini temsil eder. Türk kimliği, bu topraklarda farklı kökenlerden gelen milyonları bir arada tutan ortak paydadır.
Bugün “Türk” kelimesi sistematik biçimde hedef alınıyor. “Kapsayıcı olalım” bahanesiyle, ulusal kimliğin yerine etnik kimliklerin öne çıkarılması isteniyor.
Bu, bir çeşit kültürel çözülme operasyonudur. Çünkü ulusal kimliği ortadan kaldırırsanız, ortak iradeyi de yok edersiniz.

İhanet, gaflet değil bilinçli tercihtir

Bazı siyasetçiler ve entelektüeller, “cesur olalım, yeni sayfa açalım” diyerek aslında ulusal iradenin temellerini dinamitlemektedir. Bu bir gaflet değil, bilinçli bir tercihtir.
Küresel projelere, dış odakların senaryolarına entegre olmayı “ilericilik” diye sunan bu zihniyet, aslında Türkiye’nin tarihsel direncini kırmakla meşguldür.
Bugün “barış süreci” diye sunulan her girişimin, sahada terörün yeniden güçlenmesiyle sonuçlandığı geçmişte defalarca görülmüştür.

Çözüm teslimiyetle değil, birlikle olur

Evet, biz terörün bitmesini istiyoruz. Ama terörle değil, teröristle mücadele ederek; teslimiyetle değil, adaletle.
Barış istiyoruz ama milletin onurundan, devletin egemenliğinden, şehitlerimizin kanından vazgeçmeden.
Barış, düşmana ödül vererek değil, milletin haklarını koruyarak sağlanır.

Türkiye’nin yolu bellidir:

  • Hukukun üstünlüğü,
  • Eğitimin güçlendirilmesi,
  • Ekonomik kalkınmanın tabana yayılması,
  • Milli kimliğin korunması,
  • Dış politikanın tam bağımsız olarak yürütülmesi.

Bu ilkeler olmadan ne barış kalıcı olur, ne de birlik.

Son söz: Ya istiklal, ya yok oluş

Bugün yaşadıklarımız, sadece bir güvenlik sorunu değil; bir varlık-yokluk mücadelesidir.
Terör örgütleri, onların uzantıları, dış destekçileri, içerideki işbirlikçileri — hepsi aynı hedefe yönelmiş durumda: Türkiye’nin direnç hattını kırmak.
Ama unuttukları bir şey var: Bu millet, tarih boyunca her saldırıdan sonra daha güçlü doğmuştur.

Kim ne plan yaparsa yapsın, bu milletin vicdanı ve iradesi vardır.
Şehitlerimizin hatırası, vatanın birliğini koruyan en güçlü kaledir.

Türkiye teslim olmayacak.
Millet unutmayacak.
Ve tarih, bu ihaneti de yazacak.

Ne mutlu Türküm diyene !

Ünal Gül