4 ve 5 Aralık 2025 tarihlerinde dünyaya iki ayrı cepheden iki ayrı haber düştü. Biri, Beyaz Saray’ın açıkladığı 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS 2025) Belgesiydi. Diğeri, Reuters’in Avrupa başkentlerini sarsan haberi: Pentagon’un Avrupalı delegasyonlara kapalı kapılar ardında verdiği 2027 ültimatomu. Birincisi, ABD’nin kendisini mitolojik Atlas’a benzeterek Amerika’nın artık dünyayı omuzlarında taşımak istemediğini ilan ediyordu. İkincisi ise bu yeni doktrinin Avrupa’ya çevrilmiş adeta mafya tehdidine benzer somut baskı aracını ortaya koyuyordu. Bu röportaja göre 2027’ye kadar NATO’nun konvansiyonel savunma yükünün çoğunluğunu Avrupa üstlenecek, aksi halde ABD NATO savunma koordinasyon mekanizmalarından çekilecekti. Bu gelişmeler üzerine, AB ve İngiltere’nin elindeki yaklaşık 2,3 trilyon dolarlık Amerikan Hazine tahvilini, Trump yönetiminin Ukrayna’da Avrupa’yı devre dışı bırakan bir barış planı dayatması halinde silah olarak kullanma fikri Brüksel ve bazı başkentlerde yüksek sesle tartışılmaya başlandı. Diğer yandan NSS 2025 dokumanı ve 2027 savunma ültimatomuna karşı AB’nin söz konusu tahvil kartı hamlesine Brüksel’in elinde tuttuğu 210 milyar avroluk dondurulmuş Rus varlıklarına çökme niyeti de eklenebilir. Bu süreçlerin kesiştiği alan ise Ukrayna. Trump yönetimi bu savaşı sonlandırmak ve Rusya ile yeniden ilişki kurmak istiyor. AB ise kendi halkları Rusya ile savaş istemediği halde Ukrayna Rusya barışına yanaşmıyor. Diğer yandan 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi, süslü “kurallara dayalı düzen” söylemlerini bir kenara bırakmış, somut güç siyasetine dönmüş bir metin. Temel mesajı hiçbir ülkenin ABD’nin çıkarlarını tehdit edecek kadar baskın hale gelmesine izin verilmeyeceği üzerinedir. NSS 25 dokumanı üç ana hat üzerinde yükseliyor. Birincisi Çin. İkincisi Amerika Kıtaları. Üçüncüsü Avrupa.
NSS 25’TE ÇİN
Çin dokumanda resmen “neredeyse eşit” rakip ilan ediliyor. Eski angajman politikasının başarısız olduğu açıkça kabul edilmekte, Çin’in ABD’nin beklediği role girmediği ifade edilmektedir. Birinci Adalar Zinciri, Çin’i çevreleyen askeri bir duvar olarak düşünülürken, Çin ile tam ekonomik kopuştan kaçınılan, ancak iş birliğinin sadece Amerikan gücünü zedelemeyen dar alanlara indirildiği uzun soluklu bir kuşatma stratejisi benimsendiği görülmektedir.
NSS 25’TE RUSYA
Belgenin en dikkat çekici bölümlerinden biri, Rusya’ya dair kullandığı dildir. Rusya, ABD çıkarlarına birincil tehdit olarak tanımlanmamakta; asıl hedef, Rusya ile stratejik istikrarı yeniden tesis etmek olarak belirlenmektedir. Ukrayna savaşı, “mümkün olan en kısa sürede bitirilmesi gereken” bir dikkat ve kaynak sapması olarak görülmekte; Avrupa liderleri ise halklarının barış isteğini yansıtmayan, savaşın uzamasından siyasi çıkar sağlayan aktörler olarak resmedilmektedir. Bu çerçeve Moskova’ya ciddi bir diplomatik manevra alanı açmaktadır. Kremlin, strateji yayımlanır yayımlanmaz “müzakere için esnekliğe hazır” olduğunu açıklamış, ABD aracılı barış önerilerini “yapıcı” bulduğunu vurgulamış, Avrupalı pozisyonları ise “maksimalist ve gerçek dışı” ilan etmiştir. Giderek netleşen tabloda Washington, Ukrayna’da zafer değil, maliyeti azami ölçüde Avrupa’ya yıkılmış bir “dondurulmuş çatışma” peşindedir. Cephe hattına yakın bir yerde hatların dondurulması, NATO üyeliğinin fiilen rafa kalkması, güvenlik garantilerinin muğlak kalması, Rusya’nın ise “stratejik kazanım” anlatısını içeriye ve çevresine pazarlayabilmesi hedeflenmektedir. Bu senaryoda, 2027 ültimatomunu yerine getiremeyeceği şimdiden belli olan Avrupa, hem Ukrayna’nın çökük güvenlik mimarisinin faturasıyla hem de Rusya’yı kendi başına caydırma zorunluluğuyla baş başa kalacaktır. ABD, “Atlas artık bu yükü taşımıyor” derken, Ukrayna’nın sorumluluğunu Avrupa’nın kucağına bırakmaya hazırlanmaktadır.
1823 tarihli ünlü Monroe Doktrini’nin Trump versiyonunun yeniden sahaya sürülmesi dokumanın önemli temalarından ikincisini oluşturuyor. Batı Yarımküre, yeniden ABD’nin münhasır etki alanı ilan edilmekte; Latin Amerika ve Karayipler’de Çin’in liman, altyapı, maden ve enerji yatırımlarına açıkça meydan okunmaktadır. Bu tablo, daha fazla deniz faaliyeti, hükümetler üzerinde daha fazla baskı ve sınır ile göç konularında sertleşen bir yarımküre hegemonyasıyla tamamlanmaktadır. Dokumanın yayınlanmasından kısa süre sonra Venezuela’ya kara harekatı yapılacağının açıklanması, hava sahasının kapatılması ve muhalefet lideri Machado’nun CIA yardımı ile ülke dışına kaçırılarak yetişememiş olsa da Oslo’da Nobel törenine getirilmesi bu sürecin parçalarıdır.
NSS 25’TE AŞAĞILANAN AB
Dokumanın belki de en çarpıcı unsuru Avrupa’ya karşı kullanılan olağanüstü sert dildir. Dokumanın Avrupa bölümü, klasik “ortak değerler” ve “transatlantik dayanışma” dilini terk ederek Avrupa’yı adeta başarısız bir proje ve çöküşe giden bir medeniyet olarak resmetmektedir. Dokumanda Avrupa, “medeniyetin silinmesi” ile karşı karşıya olan, 20 yıl içinde “tanınmaz” hale gelebilecek bir kıta olarak tasvir edilmektedir. Brüksel merkezli düzenleyici kültür, göç politikaları, düşük doğurganlık, kimlik krizi ve siyasi parçalanma topyekûn hedef alınmaktadır. Milliyetçi Avrupa partileri isim isim (Orbán, Le Pen, Lega, FPÖ, PVV çizgisindeki hareketler), resmen umut kaynağı olarak işaret edilmektedir. Bu yaklaşım, iki şeyi aynı anda yapmaktadır. Birincisi, mevcut merkez hükümetleri gayrimeşru, güvenilmez ve başarısız aktörler olarak çerçevelemektedir. İkincisi, Avrupa içindeki sağ popülist, milliyetçi dalgayı Amerikan stratejisiyle hizalayıp içerden rejim değişimi aracı haline getirmeye çalışmaktadır. Bu, müttefiklerin iç siyasetini doğrudan hedef alan, adeta ideolojik mühendislik niteliği taşıyan bir yaklaşımdır. NATO tarihinde hiçbir strateji belgesi, müttefik hükümetlerin varlığını bu kadar açık biçimde ideolojik tehdit olarak tanımlamamıştır.
NSS 25, AFRİKA VE BATI ASYA
Aynı metin, Batı Asya’yı birincil savaş alanı olmaktan çıkarıp yatırım ve sınırlı güvenlik iş birliği sahasına indirmekte; Afrika için insani söylemi bırakıp maden, enerji ve nüfuz mücadelesine odaklanmakta; iklim başlığında ise fiilen geri çekilip liderlik rolünü isteksizce de olsa Çin’e bırakmaktadır.
2027 ÜLTİMATOMU
Sonuçta ortaya şu resim çıkmaktadır: Çin merkezî rakip, Latin Amerika yeniden Amerikan arka bahçesi, Avrupa sürüklenen ve hizaya getirilmesi gereken kıta, Batı Asya “paraya çevrilecek” alan, Afrika kaynak savaşının sahnesi, iklim sorumluluğu ise ertelenmiş bir dosya. Tüm bunlar olurken ABD savunma bütçesinin 1,01 trilyon doların üzerine çıkması ve bir yılda yüzde 13 artması, bunun bir geri çekilme değil, yükü ve riski ileri hatlardaki müttefiklere kaydıran yeni bir hegemonyanın stratejisi olduğunu göstermektedir. Tam bu noktada Reuters’ın haberleştirdiği 2027 ültimatomu devreye giriyor. Pentagon yetkilileri, Washington’da Avrupalı diplomatlara şu mesajı vermiş durumdadır: 2027’ye kadar NATO konvansiyonel savunma yükünün çoğunu Avrupa üstlenecek, aksi halde ABD NATO’nun savunma koordinasyon mekanizmalarından çekilecektir. Bu tarih, bir gün önce yayımlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde yoktur. Hiçbir resmî belgede 2027 son tarihi zikredilmemektedir. İşte ilk kritik nokta buradadır. 2027 tarihi, konsolide devlet politikasından çok, Pentagon içindeki şahin kanadın ve özellikle Savaş Bakanlığı Müsteşarı Elbridge Colby çizgisinin masaya sürdüğü bürokratik bir zorlayıcı son tarih görüntüsü vermektedir. Amaç, hukuken bağlayıcı bir takvim yaratmaktan ziyade, sahada fiili durum üretmektir. Avrupa’da panik, hızlandırılmış silah alımları, koalisyonların içten çözülmesi, kamuoylarının tehdit algısı üzerinden yeniden hizalanması ortaya çıkmaktadır. İkinci kritik nokta ise, 2027 takviminin fiziksel olarak imkânsız oluşudur. Bruegel ve Kiel Enstitülerinin hesapları ortadadır. ABD’nin Avrupa’daki konvansiyonel caydırıcılığının yerini almak için Avrupa’nın yaklaşık 300.000 ek askere ihtiyacı vardır. En az 1.400 ana muharebe tankı, 2.000 zırhlı muharebe aracı, 700 topçu sistemi gerekir. Mevcut üretim kapasitesi ise yılda birkaç yüz zırhlı araçla sınırlıdır. Alman Rheinmetall 2027’ye kadar 650 paletli araç kapasitesine çıkmayı planlamaktadır. Bu bile toplam ihtiyacın bir kısmını karşılayabilir. Yıllık ek maliyetin yaklaşık 250 milyar avroyu bulacağı, yani savunma harcamalarının ikiye katlanacağı öngörülmektedir. Nitelikli personel yetiştirme süresi 3–5 yıl iken, ciddi bir savunma ekosistemi kurma süresi 5–10 yıl olarak hesaplanmaktadır. Pentagon’un verdiği süre ise 24 aydır. Bu tablo, aslında tasarlanmış bir başarısızlık mimarisine işaret etmektedir. Bu başarısızlık üç temel işlev görmektedir: 1. Avrupa hükümetlerini derhal savunma harcamalarını artırmaya zorlamak ve bunun iç siyasi bedelini mevcut iktidarlara ödetmek. 2. Avrupa yeniden silahlanırken kapasite açığını hızlıca kapatmak için ABD savunma sanayisine yüz milyarlarca dolarlık sipariş akıtmak. 3. Avrupa içindeki fay hatlarını keskinleştirmek, Doğu Avrupa’yı Washington çizgisine daha sıkı bağlarken Batı Avrupa’yı hem takvim hem ideolojik söylem üzerinden köşeye sıkıştırmak. Diğer bir deyişle, Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi kavramsal çerçeveyi, 2027 ültimatomu ise bu çerçevenin sahadaki kırbacını temsil etmektedir.
HAYATIN GERÇEKLERİ VE NSS 2025
ABD’nin gerçekte bu derece özellikle Avrupa’ya karşı hızlı bir yük kaydırma politikasının arkasında ne olduğu sorusunun cevabı, Batı Pasifik harekât alanındaki gerçekliklerden kaynaklanmaktadır. Batı Pasifik, Tayvan senaryosunda ABD’nin Çin karşısında çöküşünü hızlandıracak özelliklere sahiptir. Altı ay önce açıklanan ABD, Pasifik Deniz Piyadeleri Stratejisi Çin’le olası bir çatışmada Birinci Adalar Zinciri boyunca yaşanacak çatışmada tahmini zayiat oranları ciddidir. İlk Çin saldırı dalgasında yüzde 30–50 personel kaybı beklenirken, üç günden uzun süren harekâtlarda zayiatın yüzde 70’lere kadar çıkması tahmin ediliyor. Küçük savaş gemileri ve insansız sistem kaybının yüzde 60–80 aralığında olması, adadaki İHA yer kontrol istasyonlarının ömrünün 2–5 saatle sınırlı kalması olağan kabul edilmektedir. Böylece kısa süreli bir çatışmada kabaca 30–50 bin, uzarsa 80–120 bin ABD askeri kaybından söz edilmekte ve rapor şu cümleyle bitmektedir: “Donanma için birinci adalar zincirinde kontrol alanları açabilmek adına orantısız kayıpları kabul etmeliyiz.” Gerçekçi soruyu sormak gerekir: ABD kamuoyu böyle bir zayiatı kaldırabilir mi, ABD ordusu yüzde 50’nin üzerinde kayıpla savaşa devam edebilir mi? Cevap açıktır, hayır. İşte bu yüzden Washington, Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde teoride Asya’yı birincil öncelik sayarken, pratikte stratejiyi iki adım geri çekmektedir. Bir taraftan Pasifik’te yüksek zayiat riskini azaltmak için mümkün olduğunca müttefikleri öne sürmeye, diğer taraftan asıl önceliği kendi yarımküresine, yani Monroe Doktrini 2.0’a kaydırmaya çalışmaktadır. Bunun faturası ise Avrupa’ya kesilmektedir. ABD, aynı anda hem Çin’le yüksek yoğunluklu bir deniz–hava savaşına hem Rusya’yla uzun vadeli kara ağırlıklı bir vekalet savaşına giremeyeceğini bilmektedir. Çözüm, Rusya ile stratejik istikrarı yeniden tesis edip Avrupa cephesini dondurmak, yükü Avrupalıların sırtına yıkmak, güvenlik şemsiyesini tartışmalı hale getirerek finansal ve siyasi baskıyı maksimize etmektir.
AVRUPA’NIN 2,3 TRİLYON DOLARLIK TEHDİDİ
Bugün Ukrayna Rusya savaşı, en az Kiev ve Donbas hattı kadar New York, Brüksel ve Londra arasında uzanan tahvil piyasalarında verilmektedir. AB ve İngiltere ellerinde toplamda yaklaşık 2,3 trilyon dolarlık ABD Hazine tahvili tutmaktadır. Bu rakam, Çin’in elindeki stoktan fazladır. Aralık ayının ilk haftasında Brüksel ve bazı Avrupa başkentlerinde ilk kez yüksek sesle şu senaryo tartışıldı: ‘’Eğer Trump yönetimi Ukrayna savaşında Avrupa’yı devre dışı bırakan bir barış planı dayatırsa, AB ve İngiltere toplamda tuttukları yaklaşık 2,3 trilyon dolarlık ABD Hazine tahvilini topluca satabilir.’’ Tehdit çok netti. 2,3 trilyon dolarlık hazine tahvilinin agresif biçimde piyasaya sürülmesi, ABD 10 yıllık faizlerinde büyük sıçrama, Amerikan konut piyasasının donması, federal faiz ödemelerinin 1,5 trilyon doların üzerine çıkması anlamına geliyor. Bu, bir nevi nükleer doktrinin finansal versiyonu, yani karşılıklı garantili imhaydı. Çünkü Avrupa bankacılık sistemi yapısal olarak dolar likiditesine erişmek için hazine tahvilini teminat olarak kullanıyor. Avrupa Merkez Bankası dolar basamaz ve sistem 72 saat içinde ciddi bir likidite krizine yuvarlanır. Hele dünya borç stoklarının toplam milli gelirler toplamının %310’una eriştiği ve 346 trilyon dolara dayandığı konjonktürde büyük borçlanma içinde olan AB ülkelerinin durumu ortadayken böyle bir blöfün içi boş. Kısacası, bu silahı gerçekten kullanmak, kendi finansal damarlarını kesmek anlamına gelir. Bu nedenle Avrupa’nın gerçek kozunun, tahvil stokundan çok, elindeki 210 milyar avroluk dondurulmuş Rus varlıkları olduğu ortaya çıkmaktadır. Washington bu fonların olası bir barış anlaşmasının yeniden inşa ayağında kullanılması için masada tutulmasını isterken, Avrupa bu parayı hem pazarlıkta kaldıraç hem de kendi savaş ve yeniden inşa faturasını hafifletme aracı olarak görmektedir. 2026’nın ilk çeyreğinde ABD Hazine’sinin uluslararası sermaye hareketlerini gösteren verilerde, yabancı tahvil sahipliğinde bir çeyrekte yüzde 5’i aşan bir kayma görülürse, tehdidin blöf olmaktan çıkıp eyleme döndüğünün işaret fişeği yakılmış olacaktır. Yine de bunun ancak kontrollü, kademeli ve kısmi bir yeniden dengeleme olabileceği açıktır. Ani ve kitlesel bir satış hem ABD’yi hem Avrupa’yı aynı anda zora sokar.
SONUÇ
1945 sonrası kurulan transatlantik düzen iki temel sütuna dayanıyordu. Birincisi, Avrupa güvenliği için Amerikan askeri şemsiyesi; ikincisi, Amerikan finansal hegemonyası için Avrupa’nın dolar fazlasını Amerikan Hazine tahvillerine yatırmasıydı. Bugün her iki sütun da aynı anda çatırdamaktadır. Ulusal Güvenlik Stratejisi, “Atlas artık bu yükü taşımayacak” demektedir. Reuters’ın haberi, bunun sahadaki takvimini 2027 diye işaret etmektedir. Avrupa’nın tahvil bombası ise bu çatlağın finansal cephede nasıl bir risk ürettiğini göstermektedir. Eski dünya kapanıyor. Kıta Avrupası için soru artık şudur: ‘’ABD’nin ideolojik ve stratejik olarak kendisini “sorun” ilan ettiği bir çağda hem savunma yükünü devralıp hem sosyal devleti ve siyasi istikrarı koruyabilecek midir?’’ Hem dolar sistemine bağımlı kalıp hem de Washington’la açık finansal çatışmaya girebilecek midir? ABD için soru daha yalındır: Çin’i “neredeyse eşit” ilan etmiş bir imparatorluk, Rusya ile stratejik istikrar, Latin Amerika’da yarımküre hegemonyası, Pasifik’te yüksek zayiatla bir deniz–hava savaşı ihtimali ve Avrupa’da parçalanmış, birbirine şüpheyle bakan ordular üzerine kurulu bir sistemle küresel üstünlüğünü ne kadar süre koruyabilir? Gerçek şudur ki Atlas omuz silkmiş durumdadır. Artık mesele, bu omuz silkme anının hangi kıtada, hangi para biriminde ve hangi savaş sonu haritasının altında tarihe geçeceğidir.
TÜRKİYE TAVSİYELERİ
Avrupa’nın içine kapandığı, ABD’nin geri çekildiği ve küresel düzenin sertleştiği bu dönemde Türkiye için en büyük risk, başkalarının yazdığı senaryolarda figüran olmayı kabullenmektir. En büyük avantajı ise aynı anda Avrupa, Asya, Rusya, Orta Doğu ve Afrika ile konuşabilen nadir ülkelerden biri olmasıdır. Türkiye, bu çözülmenin yarattığı jeopolitik boşlukları kendi lehine stratejik kaldıraçlara dönüştürmek zorundadır.
ABD’nin 2027 AB ültimatomu, fiilen Avrupa ordularını Washington’un ileri karakolu haline getirirken Türkiye’yi de aynı maliyet ve risk tuzağına çekmeyi hedeflemektedir. Transatlantik mimarinin askeri, finansal ve ideolojik olarak eş zamanlı çözüldüğü bir ortamda Türkiye’nin ne AB’nin yükünü üstlenmesi ne de Washington’un taleplerine boyun eğmesi mümkündür. Bu kırılma, Türkiye açısından egemenlik alanlarını genişletecek bir yeniden konumlanma süreci olarak okunmalıdır. Avrupa ordularının 2027’ye kadar ABD’nin yerini doldurmasının teknik olarak imkânsız olduğu açıktır. Bu açığı Türkiye üzerinden kapatma girişimleri kaçınılmaz biçimde gündeme gelecektir. Türkiye’nin yanıtı net olmalıdır: Avrupa’nın stratejik dağınıklığının bedeli, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin angajman alanlarının genişletilmesi olamaz. Savunma sanayii iş birlikleri ticari ve teknolojik temelde sürdürülebilir; ancak askerî taahhütleri büyüten, sınır ötesi riskleri artıran hiçbir kolektif savunma kurgusuna girilmemelidir. Bu çerçevede Türkiye, NATO içinde “yük paylaşımı” söylemiyle yöneltilecek ilave askerî ve mali sorumlulukları peşinen reddetmeli; katkılarını kendi coğrafi öncelikleriyle, özellikle Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu ekseninde sınırlamalıdır.
Karadeniz’de Montrö rejimi bu dönemde Türkiye’nin en güçlü stratejik kozudur ve kesinlikle pazarlık konusu yapılmamalıdır. ABD–Rusya arasında Ukrayna dosyasının dondurulması ihtimali, Montrö’nün merkezi rolünü daha da güçlendirmektedir. Öte yandan Türkiye, Avrupa için oluşan ciddi güvenlik boşluğunu doldurma pazarlığında somut jeopolitik taleplerini açıkça ortaya koymalıdır: Doğu Akdeniz’de Sevilla haritası dayatmalarının geri çekilmesi, Türk kıta sahanlığının tanınması, KKTC’de iki devletli çözüme onay verilmesi ve güneyimizde denize çıkışı olan bir kukla Kürt devletinin kurulmasına karşı net tutum alınması. Bu hedefler elde edilmeden Avrupa’ya verilecek her taviz, yeni tavizleri ve kayıpları beraberinde getirecektir. NSS 2025’in Avrupa’daki milliyetçi–popülist hareketleri açık biçimde destekleyen dili, Brüksel merkezli düzenin çözülmesini hızlandıracaktır. Bu süreçte Türkiye, Avrupa içindeki hiçbir ideolojik kampın parçası olmamalı; ilişkilerini devletler arası çıkar temelli bir zeminde tutmalıdır. Avrupa’nın iç gerilimleri Türkiye’ye karşı yeni baskı mekanizmaları üretebileceğinden, Ankara’nın diplomatik refleksi soğukkanlı, mesafeli ve çok kanallı olmalıdır.
Washington’un Avrupa’yı ideolojik olarak tasfiye etmeye yöneldiği, Brüksel’in Rus varlıklarına el koyması gibi hukuk dışı adımlarla meşruiyetini aşındırdığı bir ortamda Türkiye, “hukuk, müzakere ve denge” söylemini gerçekçi güç politikasıyla birleştirebilen az sayıdaki aktörden biridir. Ukrayna–Rusya savaşında her iki tarafın da kabul edebileceği nadir arabuluculardan biri olan Türkiye, bu rolü sembolik düzeyde bırakmamalı; kalıcı bir güvenlik mimarisi önerisine dönüştürmelidir. Aksi halde Karadeniz’de tırmanan her kriz doğrudan Türkiye’nin kıta sahanlığını ve ticaret hatlarını hedef almaya devam edecektir. Deniz gücü, enerji geçiş hatları, savunma sanayii ve arabuluculuk kapasitesi Türkiye’nin gerçek kaldıraçlarıdır. ABD’nin dünyayı omuzladığını iddia ettiği Atlas rolünden çekildiği, Avrupa’nın yönünü kaybettiği, Rusya’nın stratejik sabırla alan kazandığı bu dönemde Türkiye’nin asıl gücü, hiçbir blok adına risk almadan her blokla konuşabilme yeteneğidir. Bu güç askerî angajmanla değil; jeopolitik mesafe, ekonomik akıl ve stratejik tutarlılıkla korunabilir. “Atlassız” bir dünya kurulurken Türkiye’nin önceliği başkalarının yükünü taşımak değil, kendi ağırlığını denge unsuru olarak masaya koymak olmalıdır. Aksi halde 2027 ültimatomları, 2030 yaptırımları ve 2035 krizleri arasında savrulan bir çevre ülke konumuna düşmek kaçınılmazdır. Türkiye’nin yolu ne ABD’nin daralan vizyonundan ne de çökmekte olan AB düzeninden geçmektedir. Türkiye’nin yolu, kendi jeopolitiğini merkeze alan, dengeyi ihraç eden, savaşı değil istikrarı pazarlık konusu yapan bağımsız bir stratejik akıldır. Bu akıl 1923-1938 arasında Mustafa Kemal aklında saklıydı. Zaman Atatürk’e dönme ve Kemalizm’in pusulasında rota tutma zamanıdır.
Cem Gürdeniz
Trump yönetimi artık Avrupa’yı taşımıyor. NSS 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinden hemen sonra Reuters’te yayınlanan 2027 ültimatomu bunun sahadaki kırbacına dönüşmüş durumda. ABD NATO içindeki savunma yükünü Avrupa’ya yıkıyor; Avrupa’nın bunu 24 ayda karşılaması… https://t.co/qgLNBnSqpK
— Cem GÜRDENİZ (@cemgurdeniznet) December 14, 2025



