SİCİLLİ TÜRKİYE DÜŞMANLIĞI

Fanatizm içeren propagandalara, bu yüzyılda da devam ediliyor.

“1915 olayları” malum kesimlerce, sanki bir Tanrı kelamı gibi sürekli olarak çarpıtılmaya çalışılmaktadır.

Zulme ve haksızlığa uğramış bir toplum imajı yaratılarak hiçbir belge ve kanıta dayanmayan tarihi ve hukuki gerçeklerden uzak, Türk ve Türkiye düşmanlığı üzerine bir ütopya yaratılmak istenmektedir.

Gerek küresel ve gerekse bölgesel güçlerin kendi menfaatleri doğrultusunda Türkiye üzerinde baskı kurma ve dayatma aracı içeren “Tehcir” gene manipüle edildi.

Atlantik ötesinden ve yurt içindeki işbirlikçileri, siyasi söylemleriyle kin ve nefretlerini bu yıl da kustu.

Türk Devleti ve ulusunu karalamayı görev edinen ABD Başkanı Joe Biden “Ermenilerin Türklere yaptıkları mezalimi yok sayan, asılsız Ermeni iddialarını gündeme getiren” politik söylemiyle, Türk kamuoyu üzerinde “olumsuz ABD” izlenimini daha da derinleştirmiştir.

İnanç ve etnik kimlik üzerinden politika yapanların, ülkemiz üzerinde yarattığı travma ve verdiği hasarlar ortadayken, içimizdeki işbirlikçilerin “fikri emperyalizmin” bir sonucu olarak ortaya koymuş oldukları iradeye, ya ne demeli?

Ülkenin kuruluşuna dayanan parti temsilcisinin, kurucusunun “ilke ve devrimleri” ile “tam bağımsızlık” felsesini dışlayacak şekilde söylemde bulunması oldukça düşündürücüdür.

Bölücü terör örgütüyle arasına mesafe koyamamış bir başka siyasetçinin etmiş olduğu yemine sadık kalmayarak, TBMM’nin açılışının 102. yılına denk gelen bir günde, kanun tasarısı vermesi şehit ve gazilerimizin aziz hatırasını kirletmiştir.

Açıklamayı yapanların künyesine baktığımızda, hepsinin ortak paydası Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hasmane tutum beslemeleri ve Türk düşmanlığıdır.

Amaçlanansa; Türkiye’yi Batı Dünyası’ndan uzak tutmaktır.

Asıl suçlanması gereken dış tahrikçiler, asırlar boyunca huzur ve güven içinde yaşadıkları Anadolu coğrafyasında bu cemaatı ayaklanmaya teşvik eden Ruslar, Fransızlar ve İngilizlerdir.

Özü “karşılıklı şiddet” içeren bu meselenin iç yüzünün aydınlatılması için Milletler Cemiyeti dahil ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve İran arşivlerini tarayan, kendi arşivlerini açan Türkiye’nin iddiaları kabul etmesini beklemek beyhude bir çabadır.

Sınırlarını kendi çizen tek ülke Türkiye’nin eli, her konuda olduğu gibi “Ermeni Yalanı”nı da berhava edecek şekilde, temiz ve güçlüdür.

Kaldı ki; konuyu siyasi mesele haline getiren 32 devletin Türkiye’den istediklerini elde etmek için bazı çıkarları olabilir ama diaspora ve Ermenistan, bu oldu-bittilerle hiçbir kazanç elde edemez.

Tarih boyunca sayısız göç ve sürgün olayına maruz kalan Ermeniler; Birinci Dünya Savaşı’nda açıkça Rusya’nın yanında yer almış, Osmanlı Devleti’ne saldırmış, Türk köylüsüne karşı Doğu Anadolu’da etnik bir temizliğe girişmiştir.

Osmanlı Devleti de, her devletin savaş koşullarında yaptığını yaparak, diğer tebaasına olduğu gibi “Millet-i Sadıka” diye andıkları Ermenileri savaşın sirayet etmediği bölgelere nakletmiştir.

Sorun varmış gibi gösterilen, özellikle Fransa ve ABD’de yaşayan diasporanın dümen suyunda viyalayan bu söylem ve eylem sahipleri, Türkiye ve Ermenistan arasında son zamanlarda normalleşme çabalarını sekteye uğratabilecektir.

İki ülke halkını birbirine düşman eden maceracılara ve onların kışkırtıcılarına tepki göstermek, bir noktada istismara kanmayan Ermeni yurttaşlarımıza da düşen bir görevidir.

Tehcir de ortaya konan iddialar gerçeklerle bağdaşmadığı gibi Türkiye açısından ortada ne bir mesele kalmıştır, ne de bir kan davası.

Hal böyleyken, bu tarz politika yapanlara şu soruyu sormak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve her Türk yurttaşının asli sorumluluklarından olmalıdır.

Bu gaflet, bu dalalet, bu ısrar neden?

Son sözse; “Suskunluk işe yaramamaktadır. Aktif bir politik duruş sergilenerek asılsız iddiaları yok hükmünde sayacak bir kanun tasarısının TBMM’de yasalaştırılarak kim dost, kim düşman olduğunun ortaya konmasıdır.”

Nice Bayramlara, Hergünşen Kalınız.

İSMET HERGÜNŞEN