Okuryazarlık ve Cumhuriyet’in aydınlanma serüveni
Yazı, bir toplumun ruhudur. Bir dili, bir düşünceyi, bir geleneği kaydeden; onu çoğaltan, tartıştıran, sorgulayan, değiştiren araçtır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında bu basit ama hayati gerçeğin farkına varılması, Cumhuriyet’in en radikal ve en dönüştürücü hamlelerinden birini “Harf Devrimi’ni“ meşrulaştırdı. Bugün elimizdeki sayılar, o dönem başlayan seferberliğin meyvelerinin ne kadar derin olduğunu açıkça gösteriyor: 1927 nüfus sayımında okur-yazar oranı %10 civarındayken, 1935’e gelindiğinde yeni harflerin ve okuryazarlık kampanyalarının etkisiyle bu oran iki katına yakın bir artış gösterdi. Bu tarihsel kırılma, salt teknik bir değişim değil; toplumsal katılımın, bilgiye erişimin ve vekâleten değil bizzat vatandaşın “söz söyleme” yetisinin bir sıçramasıydı.
Harf Devrimi’nin bir “sihirli değnek” olmadığını, her reform gibi ardında emek, kampanya ve eğitim yatırımı gerektirdiğini biliriz. Ancak sonuç ortada: Cumhuriyet’in ilk on yılında açılan Millet Mektepleri, seferber edilen öğretmenler ve yapılan yaygın öğretim çalışmaları toplumu okur-yazar yapan bir süreç başlattı; bu süreç, Türkiye’yi oligarşik cehaletin kıskacından çıkarma, toplumsal aklı ve bilimi ön planda tutma yönünde atılmış en somut adımlardan biri olarak okunmalıdır. Bu gerçek, harflerin teknik kolaylığından çok daha fazlasıdır—bu, bilgiyi demokratikleştirme hamlesidir.
Günümüze gelirsek: Türkiye’de okuryazarlık oranı son yıllarda istikrarlı bir yükseliş gösteriyor. TÜİK’in yayımladığı 2024 Ulusal Eğitim İstatistikleri’ne göre, 6 yaş ve üzeri nüfusta okuma-yazma bilenlerin oranı %97,8 olarak hesaplandı. Bu, sadece rakamların yükselmesi değil; kız çocuklarının, kırsaldaki gençlerin, daha önce eğitim dışında kalmış kesimlerin eğitimle buluştuğunun da istatistiksel bir yansımasıdır. Eğitimin erişilebilirliği ve niteliği hâlâ geliştirilmesi gereken alanlar barındırsa da, Türkiye’nin okuryazarlık tarihindeki mesafe yadsınamaz.
Uluslararası alanda bakıldığında, gelişmiş ülkelerde genel okuryazarlık oranları genelde yüksektir; örneğin Almanya gibi OECD ülkelerinde yetişkin nüfusta okuma-yazma oranları genelde %97’nin üzerinde ölçülür. Ancak burada bir nokta önemlidir: “okuryazar” olmak ile “yüksek okuma-yazma becerisine” sahip olmak aynı şey değildir. OECD’nin PIAAC (Yetişkin Becerileri Anketi) gibi çalışmalarının gösterdiği üzere, bazı gelişmiş ülkelerde temel okuryazarlık düzeyi yüksek olsa da işlevsel okuryazarlık, eleştirel okuma ve bilgi okuryazarlığı düzeylerinde ciddi farklılıklar ve bölgeler arası eşitsizlikler görülebilir. Bu nedenle uluslararası karşılaştırmalarda sadece yüzde rakamlarına bakmak yanıltıcı olabilir; beceri düzeyleri ve eğitim kalitesi de aynı özenle değerlendirilmelidir.
Bölgesel örnekler de gösteriyor ki okuryazarlık hâlâ bir mücadele gerektiriyor. Irak’ta yapılan son nüfus sayımı ve çalışmalara göre, 10 yaş ve üzeri nüfusta okuma-yazma bilmeyenlerin oranı hâlâ görece yüksek bir düzeyde; literatürde belirtilen illiteracy (okuryazar olmayan) oranı yaklaşık %15 civarında. Bu, bölgesel kalkınma farklarının, savaşın ve göçün eğitim üzerine bıraktığı izlerin somut bir göstergesi. Karşılaştırmalar bize şunu hatırlatmalı: yüzde 90–99 arasında rakamlar her ülke için farklı sosyoekonomik anlamlar içerir; asıl hedef salt nicelik değil, nitelik ve kapsayıcılıktır.
“Harf Devrimi bir gecede milleti cahil bıraktı” miti — neden doğru değil?
Günümüzde zaman zaman duyduğumuz “Harf Devrimi yapıldı; bir gecede millet cahil bırakıldı” türü söylemler, hem tarihsel verilerle hem de mantıkla çelişiyor. Öncelikle, 1927 sayımı Harf Devrimi’nden önce yapılmış ve o sayımda okuryazar oranı zaten düşüktü; zaten amaç da okuryazar oranını artırmaktı. İkincisi, harf değişikliği yeni bir yazı sistemi öğretimi gerektirdi; ama bu değişiklik aynı zamanda Türkçenin okuma ve yazma öğrenimini kolaylaştıracak bir düzenlemeydi. Cumhuriyet’in uyguladığı eğitim seferberliği, okuma yazmanın kitleselleşmesi için gerekli zemini üretmiştir; o yüzden Harf Devrimi’ni “akıl dışı bir uygulama” şeklinde değil, aksine bir modernleşme ve eğitim “altyapısı” kurma hamlesi olarak okumak tarihsel gerçekliğe daha uygundur.
Neden hâlâ tartışılıyor? Çünkü tarih politikleştiğinde, süreçlerin karmaşıklığı basit sloganik ifadelere indirgenir. Bu indirgeyici dil, toplumda kutuplaşma yararına kullanıldığında, geçmişin kazanımları ve bugünümüzün hakikatleri gölgelenir. Oysa Harf Devrimi’nin ve Cumhuriyet reformlarının somut kazançları vardır: okuryazarlığın yaygınlaşması, devletin eğitim politikasının kitlelere ulaşması, kadınların eğitime dahil edilmesi gibi. Bu kazançları savunmak; onları unutturmak isteyenlere karşı uyanık olmak her vatandaşın görevidir.
Aydınlanma ve siyaset — neden okuryazarlık siyasetin merkezinde?
Okuryazarlık sadece metin okuyabilmek değil; metinleri anlamak, eleştirel süzgeçten geçirmek, bilgi ile sahteyi ayırt edebilme yetisidir. Bu bağlamda okuryazar bir toplum, bilgi kirliliğine ve manipülasyona karşı doğal bir bağışıklık geliştirir. Pek çok demokraside görüldüğü üzere, bilgi okuryazarlığı yüksek toplumlar, daha sağlıklı siyasal tercihler yapar, kamu politikalarını daha etkin tartışırlar. Bu yüzden Harf Devrimi gibi devrimler, salt kültürel değil aynı zamanda siyasal bir yatırım olarak okunmalıdır: bireylerin kamusal alana katılımının ön koşulunu oluştururlar.
Bugün için çıkarılması gereken dersler
- Eğitimin niteliği: Yüksek okuryazarlık oranları sevinilecek bir başarıdır, fakat “okuma becerisi”nin derinliği, eleştirel okuma, dijital okuryazarlık gibi yeni alanlarda eksikler olabilir. Okullarda ve yetişkin eğitimi programlarında bu alanlara yoğunlaşmak gerekiyor.
- Kapsayıcılık: Kırsal-kentsel, cinsiyet ve bölgesel eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için hedefe yönelik programlar sürdürülmeli. Cumhuriyet’in erken dönem seferberliği modelinden dersler çıkarılabilir: harekete geçirilmiş kaynak, mobil öğretmenler, yerel okuryazarlık kampanyaları hâlâ etkili olur.
- Siyasi söylem ve tarih: Tarihsel kazanımlar kutuplaştırıcı bir dilin gölgesinde unutulmamalı. Harf Devrimi gibi toplumsal atılımlar, tarihsel bağlamı içinde değerlendirilmeli; popülist ve indirgemeci anlatılara prim vermemek gerekir. Eğitim ve kültür politikaları, dar bir ideolojik zemine sıkışmadan, toplumsal uzlaşı zemininde kalıcı kılınmalıdır.
- Uluslararası işbirliği ve karşılaştırmalı öğrenme: Diğer ülkelerin deneyimleri, özellikle fonksiyonel okuryazarlığın artırılmasına yönelik programlar incelenmeli. Almanya’da PIAAC (Yetişkin Becerileri Anketi) gibi çalışmalardan çıkan “okuryazarlık yeterlilikleri” tartışmaları bize gösteriyor ki, yüzde rakamları yüksek bile olsa beceri düzeyleri üzerinde çalışmak şarttır.
Tartışmanın iki ucu: övme ve suçlama arasındaki ince çizgi
Cumhuriyet’in başarılarını dillendirirken bir yanılsamadan kaçınmalıyız: başarıyı sahiplenmek, eleştiriyi ve eksikleri görmezden gelmek değildir. Aynı şekilde, geçmişi karalamak için abartılı ve yanlış iddialara sarılmak da tarihsel doğruluğu zedeler. Bugünün kamu söyleminde sıkça rastladığımız “bir gece de cahil bırakıldık”, ya da “bu devrim milleti okuryazar yaptı” gibi basitleştirmeler ne tarihsel gerçeği tam ifade eder ne de günümüzün ihtiyaçlarına uygun bir rehber sunar. Sorumluluk, hem başarıları doğru okumak hem de eksikliklere gerçekçi çözümler üretmektir.
Millet aydınlandıkça özgürleşir
Cumhuriyet’in kurucu vizyonunun merkezinde insan vardı: özgür düşünen, eleştiren, öğrenen birey. Harf Devrimi, bu vizyonun sembolik ve pratik bir uzantısıydı. Bugün okuryazarlık oranları yükselmiş olabilir; ama aydınlanmanın işi bitmedi. Bilginin hızla ticarileştiği, dezenformasyonun elini kolunu sallayarak dolaştığı bir çağda, okuryazarlığın “sadece okuma-yazma” değil; eleştirel okuma, dijital okuryazarlık, bilimsel düşünce ve ömür boyu öğrenme olduğunu kabul etmeliyiz. Bu, Atatürk’ün “fikri hür, vicdanı hür nesiller” hedefinin çağdaş bir yorumu ve gereğidir.
Ve unutmayalım: bir milleti aydınlatmak, birkaç lafla, birkaç yasa ile olmuyor; sürekli, sabırlı, kapsayıcı ve bilime dayalı politikalarla oluyor. Eğer bugün toplumun büyük çoğunluğu okur-yazarsa —ve istatistikler bunu gösteriyorsa— bu bir rastlantı değil; yılların emeğinin, seferberliğin ve kolektif iradenin sonucudur. Bu kazanımı savunmak, geliştirmek ve geleceğe taşımak hem tarihsel bir borç hem de toplumsal bir görevdir.
Ünal Gül



