16 Aralık 2025 tarihinde ABD, savaş ilan etmeden ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden yetki almadan, Venezuela’yı denizden abluka altına almıştır. Bu eylem, klasik anlamda bir askerî müdahale değildir. Çok daha köklü ve tehlikeli bir dönüşümün işaretidir. Savaşın hukuki ve siyasi tanımı değiştirilmiştir. Abluka, klasik ve çağdaş uluslararası silahlı çatışma hukuku, deniz savaşları hukuku ve örf-adet hukuku bakımından da doğası gereği bir savaş fiilidir. Buna rağmen Venezuela’ya yönelik uygulama, “terörle mücadele” ve “yaptırım uygulanan tankerlerin denetlenmesi” diliyle meşrulaştırılmıştır. Ortada ilan edilmiş bir savaş yoktur, fakat savaşın bütün sonuçlarını üreten yeni bir mekanizma vardır. Venezuela’da uygulanan bu modelin ABD’nin 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS 2025) de geçen Trump Corollary/Monroe doktrini ile ilişkisi vardır. 4 Aralık 2025 tarihinde yayınlanan NSS 2025’e anti tez 10 Aralık 2025 tarihinde yayınlanan Çin’in Latin Amerika ve Karayipler (LAC) Politika Belgesi ile geldi. Çin ABD etki alanından çekilmeyeceğini bu dokuman ile ilan ediyor. Bu iki belgenin Venezuela üzerinden çatışmasının küresel deniz güvenliği sistemine önlenemez etkileri olacaktır.
NSS 2025 İLE MONROE DOKTRİNİNİN GÜNCELLENMESİ
Monroe Doktrini 1823’te Başkan James Monroe tarafından ilan edildiğinde savunmacı, sınırlayıcı ve içe dönük bir ilkeydi. Avrupa’nın Batı Yarımküreye yeniden sömürgeci biçimde müdahale etmesini reddediyor, buna karşılık ABD’nin de Avrupa’nın savaşlarına ve siyasal çekişmelerine karışmayacağını vurguluyordu. Bu yaklaşım, askeri güç kullanımına değil siyasi uyarıya dayalıydı ve genç ABD’nin kırılganlığını koruma refleksini yansıtıyordu. Theodore Roosevelt döneminde doktrin köklü biçimde dönüştü. 1904 tarihli Roosevelt Corollary ile ABD, Avrupa müdahalesini engelleme gerekçesiyle Latin Amerika ülkelerine bizzat müdahale etme hakkını kendinde gördü ve Monroe Doktrini bölgesel bir “polislik” yetkisine, açık bir müdahaleci ve emperyal araca dönüştü. Franklin D. Roosevelt ise bu sert yorumu biçimsel olarak yumuşattı. Doğrudan askeri işgaller yerine ekonomik, diplomatik ve kurumsal araçlarla ABD hegemonyasını sürdürdü ve Monroe ilkesini II. Dünya Savaşı sonrasında küresel düzen kurucu bir çerçevenin parçası haline getirdi. Donald Trump döneminde ise Monroe Doktrini yeniden daraltılmış ama daha keskin bir egemenlik diliyle gündeme geldi. Batı Yarımküre, ABD’nin doğal etki alanı olarak tanımlanırken, uluslararası hukuk, çok taraflılık ve kurumsal düzenekler geri plana itildi, ekonomik yaptırımlar, deniz denetimleri ve tek taraflı güç kullanımı meşrulaştırıldı. Böylece Doktrin, Monroe’da savunmacı bir uyarı, Theodore Roosevelt’te zorlayıcı bölgesel emperyalizm, Franklin Roosevelt’te kurumsallaşmış hegemonya ve Trump’ta ise çok taraflı düzeni reddeden sert ve tek taraflı bir etki alanı doktrini olarak dört farklı evre geçirmiş oldu. Kısacası NSS 2025 belgesi, ABD’nin küresel rolüne dair köklü bir paradigma değişikliğini yansıtmaktadır. ABD artık kendisini “dünya düzeninin bekçisi” olarak tanımlamamakta, bunun yerine öncelikli etki alanlarını batı yarımküreye (Western hemsiphere) yöneltmektedir. Temel varsayım şudur: Batı Yarımküre, ABD’nin özel güvenlik ve etki alanıdır ve yarımküre dışı güçlerin (Çin, Rusya, İran gibi) bu alanda askerî olmayan yollarla dahi nüfuz kurması ulusal güvenlik tehdidi sayılır. Bu noktada kritik olan, NSS 2025’in güç kullanımını yalnızca askerî çatışma ile sınırlamamasıdır. Ekonomik yaptırımlar, hukuk uygulaması görüntüsü altında deniz denetimleri, terörle mücadele söylemi ve tek taraflı icra mekanizmaları, “savaş eşiğinin altında” fakat savaş sonuçları doğuran araçlar olarak tanımlanmaktadır. Venezuela vakası, bu doktrinin ilk somut uygulamasıdır.
VENEZUELA VE ABLUKA HUKUKU
Uluslararası hukukta abluka, kural olarak savaş zamanına özgü bir deniz harp yöntemi olarak tanımlanır ve bir devletin başka bir devletin limanlarına ve kıyılarına denizden giriş-çıkışı silahlı güç kullanarak engellemesi, savaş ilanı yapılmamış olsa bile fiili savaş hali doğurduğu kabul edilir; hukuki meşruiyeti için ablukanın ilan edilmiş olması, etkin biçimde uygulanması ve tarafsız devletlere ilişkin savaş hukuku kurallarına tabi olması gerekir. Bu nedenle abluka, barış zamanında uygulanan yaptırım, denetim ya da deniz güvenliği operasyonlarından nitelik açısından farklıdır. BM Güvenlik Konseyi kararı ya da açık bir silahlı çatışma hali olmaksızın uygulandığında uluslararası hukukun kuvvet kullanma yasağını ihlal eder. Savaş ilanı olmadan “abluka benzeri” uygulamaların normalleştirilmesi ise savaş ile barış arasındaki hukuki sınırı bulanıklaştırarak denizlerde serbest seyrüseferi, küresel ticareti ve tarafsız devletlerin haklarını doğrudan tehdit eden tehlikeli bir emsal yaratır. ABD’nin Venezuela’ya yönelik uyguladığı abluka tam olarak bu durumdur.
24 Kasım 2025’te Maduro yönetiminin “Yabancı Terör Örgütü” olarak ilan edilmesiyle birlikte, Venezuela hukuken suçluya dönüştürülmüştür. 16 Aralık 2025’te ise “terörizmle bağlantılı yaptırım uygulanan tankerler” gerekçesiyle Amerikan Güney Komutanlığı emrinde 4.Filonun unsurlarına deniz ablukası emri verilmiştir. Deniz ablukası savaş zamanı faaliyeti olduğu halde bir nevi kolluk faaliyeti gibi icra edilmesinin yolu açılmıştır. Bu noktada dönüşüm tamamlanmıştır. Yani egemen devletin suç şebekesi ilan edilmesi, daha sonra askerî yığınaklanmanın yoğunlaşması ve sahada kolluk faaliyetlerinin icra edilmesi. Böylece Kongre onayı, BM kararı ve savaş ilanı gereksiz hale gelmiştir. ABD, egemenlik ilkesini fiilen askıya alan bu mekanizma ile yalnızca Venezuela’yı değil, herhangi bir devleti benzer biçimde ekonomik olarak boğabilecek bir emsal yaratmıştır. Bu modelin en tehlikeli yönü, hukuki sınırlarının olmamasıdır. Washington’ın “terör tehdidi” olarak tanımladığı herhangi bir hükümet, devlet olmanın sağladığı tüm uluslararası korumalardan mahrum bırakılabilmektedir. Bildirim zorunluluğu yoktur, hesap verme yoktur, uluslararası denetim yoktur. Bu, uluslararası düzenin gerçekte çöküşüdür.
ÇİN’İN LAC (LATİN AMERİKA VE KARAYİPLER) POLİTİKA BELGESİ
Çin’in Latin Amerika ve Karayipler Politika Belgesi, yüzeysel olarak incelendiğinde ABD’nin Monroe/Trump Corollary yaklaşımıyla doğrudan çatışmıyor gibi görünmektedir. Metin, çok taraflılık, BM merkezli düzen, üçüncü tarafları hedeflememe ve barışçıl kalkınma gibi ifadelerle dikkatle kaleme alınmıştır. Ancak belgenin içeriği, fiilî olarak Çin’in Batı Yarımkürede kalıcı ve derin bir etki alanı inşa etmeyi hedeflediğini göstermektedir. Enerji ve doğal kaynaklar, altyapı ve limanlar, denizcilik ve mavi ekonomi, yerel para ile ticaret, RMB kullanım mekanizmaları ve güvenlik diyaloğu bu stratejinin temel unsurlarıdır. Venezuela’dan Çin’e giden günlük yaklaşık bir milyon varil petrol, bu ilişkinin en somut göstergesidir. Dolayısıyla belge düzeyinde bir çelişki yoktur; fakat strateji-uygulama düzeyinde ciddi bir çatışma vardır. Çin, askeri ittifak kurmadan ve Monroe’yi doğrudan tetiklemeden Batı Yarımkürede derinleşirken; ABD, Venezuela üzerinden bu yayılmaya fiilî bir meydan okuma başlatmıştır.
VENEZUELA ABLUKASI ÇİN’E VERİLEN MESAJ MI?
Yukarıda açıkladığım nedenlerle Venezuela’ya uygulanan ablukanın asıl hedefi Caracas değildir. Mesaj; Brezilya, Meksika, Kolombiya, Arjantin ve Karayip havzasındaki tüm devletleredir. ABD, şu uyarıyı yapmaktadır: Çin’le enerji, finans, liman ve deniz ticareti ekseninde derinleşen her ilişki, egemenlik zırhını ortadan kaldırabilir. Bu hamle aynı zamanda Çin’in enerji güvenliğine dolaylı bir darbedir. Venezuela petrolünün büyük kısmının Çin’e gitmesi, ablukayı yalnızca bölgesel değil küresel bir mesele haline getirmektedir. NSS 2025’in “yarımküre dışı rakipleri alan dışında tutma” hedefi, bu şekilde denizden icra edilmektedir. Bu gelişmeler paralelinde 18 Aralık 2025 tarihinde Çin Dışişleri Bakanlığı özetle ABD’nin Venezuela’ya yönelik baskıların arttığı dönemde Caracas yönetiminin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni acilen toplama talebini ve ülkelerin egemenliklerini ve ulusal onurlarını savunma hakkını desteklediğini, tek taraflı zorbalığa karşı olduğunu ve Venezuela’nın diğer devletlerle karşılıklı fayda esasına dayalı iş birliği yapma hakkına sahip olduğunu açıkladı.
KÜRESEL DENİZ SİSTEMİNİN PARÇALANMA RİSKİ
Bu modelin en yıkıcı sonucu, emsal oluşturma etkisidir. ABD’nin Venezuela’da uyguladığı mekanizma, yarın Çin, AB ve diğer kıtasal ve bölgesel güçler tarafından da kullanılabilir. Tayvan Boğazı’nda “ulusal güvenlik denetimi”, Baltık Denizi’nde “yaptırım uygulaması”, Hürmüz Boğazı’nda “güvenlik kontrolü”, Akdeniz’de AB tarafından yasadışı göçle mücadele adı altında deniz trafiğinin kesilmesi, artık meşru bir şablon haline gelebilir. Bu senaryoda ABD’nin hukuken itiraz etme zemini kalmaz. Daha da önemlisi, ABD Donanması’nın aynı anda Karayipler, Batı Pasifik, Akdeniz, Baltıklar ve Hürmüz’de küresel deniz güvenliğini sağlayacak kapasitesi yoktur. Son 80 yıldır korumakla övündüğü deniz ulaştırma rotaları ve düğüm noktaları, kendi yarattığı hukuksuz model nedeniyle güvensiz hale gelecektir. ABD, denizlerin serbestliği ilkesini aşındırarak, bizzat kendi kurduğu küresel deniz düzenini içerden çökertmektedir.
VENEZUELA BİR DENEME SAHASIDIR
Venezuela, yeni çağın ilk deneme sahasıdır. Bu, bir müdahale değil; bundan sonraki tüm müdahaleler için bir şablondur. Savaş ilanı olmadan abluka, BM kararı olmadan deniz kontrolü, Kongre yetkisi olmadan güç kullanımı artık mümkündür. Eğer bu model normalleşirse, dünya okyanusları parçalı etki alanlarına bölünecek, küresel ticaret, enerji güvenliği ve deniz hukuku geri dönülmez biçimde zarar görecektir. 16 Aralık 2025, uluslararası düzenin fiilen çöktüğü tarihtir. Çoğu aktör bunun henüz farkında değildir, fakat denizler bu değişimi çoktan hissetmeye başlamıştır. Venezuela’da uygulanan bu yeni model, özünde egemen bir devleti “devlet” olmaktan çıkarıp suçlu bir aktöre dönüştürme pratiğidir. ABD, bir hükümeti terör tehdidi olarak tanımlayarak, uluslararası hukukun savaş–barış ayrımını askıya almış; deniz ablukasını askerî bir eylem olmaktan çıkarıp “hukuk uygulaması” kisvesi altında icra etmiştir. Böylece abluka, tarihsel olarak savaşla ilişkilendirilen bir araç olmaktan çıkarılmış; kolluk faaliyeti olarak yeniden tanımlanmıştır. Bu dönüşüm yalnızca Venezuela’yı değil, küresel sistemin tamamını ilgilendiren bir emsal yaratmıştır.
VENEZUELA’DA YAPILANIN ÇİN’E YANSIMALARI
ABD’nin Venezuela’da açtığı hukuki ve stratejik gedik küresel deniz dengelerinde ciddi anormallikler yaratacak ve başta Çin olmak üzere kıtasal ve bölgesel güçler tarafından kullanılacaktır. ABD, Venezuela’ya karşı “terörle mücadele”, “uyuşturucu kaçakçılığı” ve “yaptırımların ihlali” gibi gerekçelere dayanmıştır. Çin ise Tayvan söz konusu olduğunda, uluslararası toplumun büyük bölümünün de kabul ettiği “Tek Çin” ilkesini, yani egemenlik ve iç işlerine müdahale argümanını öne sürebilir. Bir başka deyişle, ABD Venezuela’da kendi hukukunu icat ederken, Çin de Tayvan’da mevcut bir egemenlik iddiasına dayandığını savunabilir. BM’nin 2758 sayılı kararı Tayvan için Çin’i tek meşru temsilci olarak tanır, Çin anayasası Tayvan’ı ayrılmaz parça sayar ve ABD dâhil herkes tek Çin Politikasını kabul eder; bu çerçevede Pekin, “ayrılıkçı silahlı yapılanmalar ve dış destekli güvenlik tehditleri nedeniyle deniz ve hava trafiğinin geçici güvenlik denetimine alındığını” söyleyerek ne “savaş”, ne de “işgal” ilan etmeden fiilen abluka yaratabilir. Ya da Güney Çin Denizinde ilan ettiği 9 nokta hattı MEB sahasını korumak maksadıyla söz konusu bölgelerde sürekli yasak bölge/Tehlikeli Saha ilan ederek adı konulmamış bir abluka uygulayabilir. ABD, Venezuela açıklarında deniz trafiğini keserken bunu “abluka” olarak adlandırmamış, “deniz güvenliği denetimi”, “yaptırım uygulaması” ve “terörle bağlantılı ticaretin önlenmesi” dili kullanmıştır. Çin de Tayvan Boğazı’nda benzer biçimde, “gümrük denetimi”, “kaçakçılıkla mücadele”, “güvenli seyrüseferin sağlanması” veya “ayrılıkçı faaliyetlerin engellenmesi” başlıkları altında deniz trafiğini kontrol etmeye başlayabilir. Hukuki terminoloji değiştiğinde, fiilî sonuç değişmemektedir. Deniz ulaştırma hatlarının kesilmesi asıl hedeftir. Diğer yandan Venezuela ile Tayvan/Çin Denizi senaryoları arasında kritik farklar vardır. Venezuela ablukası bölgesel ölçekte ciddi sonuçlar doğurmuş olsa da Tayvan Boğazı küresel ticaretin kalbidir. Dünya yarı iletken üretiminin, Doğu Asya deniz ticaretinin ve Pasifik–Hint Okyanusu bağlantısının düğüm noktasıdır. Çin’in burada uygulayacağı deniz kontrolü, Venezuela örneğinin küresel ölçekte katlanmış bir versiyonu olacaktır. ABD’nin Venezuela’da başlattığı model, Tayvan’da uygulanırsa küresel sistemin sigortaları atar. Diğer yandan Tayvan ve mücavir bölge ABD donanması, Japonya, Güney Kore, Filipinler ve AUKUS arka planıyla askeri koruma şemsiyesine sahiptir, Tayvan, TSMC ve yarı iletkenler nedeniyle küresel tedarik zincirinin merkezindedir ve Çin böyle bir hamlede ABD donanmasını doğrudan karşısına almak zorunda kalır, oysa Venezuela büyük ölçüde yalnızdır, petrolü ikame edilebilir ve ABD Karayiplerde deniz kontrolünde güçlüdür. Bu nedenle Çin için Tayvan’da böyle bir adım, büyük güç çatışması riski taşır.
SONUÇ
ABD, son 80 yıldır denizlerin serbestliğinin garantörü olduğunu iddia etmektedir. Ancak aynı anda farklı alanlarda kriz başladığında bunları idare edebilecek yetenekte değildir. Karayipler’de Venezuela, Batı Pasifik’te Tayvan, Baltıklarda Rusya ve Hürmüz’de İran gibi krizlerin ortaya çıkması gücünü zorlar. Venezuela’da başlatılan bu model, ABD’nin kendi yarattığı deniz güvenliği mimarisini aşındırmakta, rakiplerine ise son derece kullanışlı bir araç sunmaktadır. Bu nedenle Venezuela uygulaması bir emsaldir. Tayvan ise bu emsalin küresel sistem üzerinde test edilebileceği asıl kırılma noktası olma potansiyeline sahiptir. Karayipler’de başlayan bu “savaşsız abluka” pratiği, Pasifik’te tekrarlandığı anda, uluslararası düzenin yalnızca fiilen değil, alenen çöktüğü ilan edilmiş olacaktır. Sonuç olarak savaş ilan edilmeden yürütülen savaşlar dönemine girilmektedir. Denizler abluka benzeri “güvenlik denetimleri”, terörle mücadele kılıfları ve sigorta-liman-banka zinciri üzerinden boğma yöntemlerinin ana sahnesi olmakta ve deniz jeopolitiği hukuktan daha hızlı ilerlemektedir.
Cem Gürdeniz



