“Açılan davanın hukuken içi boş, onunla ilgili savunacağım hiçbir şey YOK, hukuki argümanları savunmanım sunacaktır. Ama benim haksız yere rencide edilen ve korumam gereken bir onurum var. Tabii ki TC vatandaşları olarak bize yönelik iftira ve saldırılar üzerinden anayasamızda tanımlı demokratik, sosyal hukuk devleti olgusuna yönelik tehditler ve endişelerimiz var!
‘BUGÜNE KADAR SABIRLA BEKLEDİM’
Bilakis, açılan bu davaya karşı savunma yapmanın çok ötesinde davacı olmak, müşteki olmak dururumdayım. Şimdi, bu yargılama sürecinde ulusal ve evrensel hukuka aykırı uygulamaları saptamamız gerekiyor. Bugüne kadar sabırla hukuk ve adaletin işlemesini bekledim, ama bu tam olarak gerçekleşmediğinden şimdi kamuya açık bir mahkemede olanları halkımızla paylaşmak istiyorum.
Ben ömrüm boyunca hiçbir suça karışmadım. Dürüst, idealist olmaya çalışan, insanlara ve çevreye saygılı, hayatının 40 yılını Deniz Kuvvetlerine adamış, ülkesine en faydalı olabileceği bir zamanda FETÖ kurgulu kumpas sürecinde aşağılık iftiralarla tasfiye edilerek üç buçuk yılını demir parmaklar arkasında geçirmiş, yetmiş yaşında şerefli bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşıyım. Benim ve aile fertlerimin bu saydığım değerlerde en ufak bir eksiğimiz yok, zaten olsa bu güdümlü medya ortamında tekrar tekrar boy hedefi oturduk.
O zaman, savunulacak çok önemli başka şeyler var demektir…
‘EMEKLİ AMİRALLERİN EGEMENLİK HAKLARININ AŞINDIRILMASI KONULARINDA ENDİŞELERİ OLAMAZ MI?’
Soruyorum, dava konusu ilk günlerde Montrö Antlaşmasının iptali ya da değiştirilebileceği ile yorumlarla ilgili gelişmeler üzerine ömürlerinin çok önemli bir kısmında Türk Boğazlarının savunulması sorumlulukları üslenmiş Emekli Amirallerimizin Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası ve Uluslararası Antlaşmalarla garanti altına alınmış egemenlik haklarının aşındırılması konularında endişeleri olamaz mı? Egemenlik dışında, İkinci Dünya Harbinde olduğu gibi günümüzde de bölgesel gerginlik ve harplerde bizi harbe girmekten ve taraf olmaktan koruyan böyle bir hakkın aşındırılmasından endişe duyamazlar mı?
Eğer böyle endişeleri oluştuysa, hele hele benzer endişeleri Kılavuz Kaptanlar, Emekli Büyükelçiler, birçok Akademisyen, sağduyulu yorumcular, köşe yazarları, Emekli Parlamenterlerimiz paylaşırken Montrö Sözleşmesini uygulayan Amirallerimiz bunları kamuoyu ile paylaşamazlar mı? Paylaşmak keyfiliği şöyle dursun, hatta bu durum konu hakkında ülkenin en iyi yetişmiş bir kesimini oluşturduklarından kendileri için bir ‘sorumluluk” değil midir?
Soruyorum, Emekli Amirallerimiz yine o günlerde basında ve sosyal medyada muvazzaf bir amiralin askeri disipline, mevzuata ve hiyerarşiye aykırı biçimde resmi üniforma ile cübbe ve sarık giyerek, resmi makam aracını kullanılarak bir dergâha gidildiğinin konu edildiği haber ve görüntülerden rahatsızlık duyamaz mı?
Bunun da ötesinde Amirallerimizin, sistematik bir FETÖ saldırısı yaşamış ve çok değerli kadrolarını bu hain kumpaslara kurban veren Kuvvetlerimizin yeniden tarikatlaşmanın hedefi olmasından, Cumhuriyetimizin anayasal yapısına olası tehditlerden, TSK’lerinin tesanütünün bozulmasından endişeleri olamaz mı? Bu endişeleri anayasal hak ve sorumlulukları çerçevesinde kamuoyu ile paylaşamazlar mı?
‘ONUR KIRICI MUAMELEYE TÂBİ OLDUK’
Buraya kadar sorduğum soruların cevabı Anayasasına göre demokratik, sosyal, bir hukuk devleti olması gereken Türkiye Cumhuriyeti’nde evettir. Ama maalesef söz konusu; duyurunun bir şekilde medyaya ulaşması ile birlikte çok şiddetli bir dezenformasyon ve karalama kampanyası ile karşılaşılmıştır. Öyle ki, hiçbir fiili ve somut mesnet olmaksızın siyasi ihtirasları ve devletin üst kademelerine yaranmak uğruna çeşitli merciler, bir kısım siyasiler, sözde akademisyenler ve art niyetli troller organize bir şekilde Emekli Amirallere yersiz ithamlarda, hakaretlere varan son derece rencide edici atıf ve söylemlerde bulunmuşlardır. Ayrıca kendi özelimde bu saldırı kampanyası sürecinde hakkında gözaltı kararı uygulanan ben ve ailem hukuk dışı ve hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yaşamaması gereken onur kırıcı muameleye tabi olduk.
‘GÖZALTINA ALINANLARDAN 7’SİNİN DENİZCİLİK FORUMU’NDAN SEÇİLMESİ BİR TESADÜF MÜ?’
Soruyorum, ben neden gözaltına alındım? Benim hangi Somut fiil ya da girişimim Emniyet Teşkilatının ve bağlısı olduğu İçişleri Bakanlığının tespitine girmiş de, 104 Amiral içinde tefrik edilerek ”arama ve gözaltı” kararı verilen ilk 14 Amiral içine alınmışım.
Benim gözaltına alınmak için söz konusu duyurunun hazırlanmasında özel bir dahlim mi olmuş? Arama ve gözaltı talebinizi şahsımla ilgili hangi tespit ya da gerekçeye dayandırdınız? Hemen saatler içinde bu konuda hakkımda hangi tespitleri yaptınız ki? Somut tespitler varsa, bunlar soruşturma aşamasında Emniyet görevlileri ve Savcılıkça bana sorulmalıydı, ama yok. Sonrasında, somut delillere ulaşıldıysa da iddianame de olmalıydı, ama orada da yok! Niye ben? Ya da niye 104 Amiral hep birlikte değil?
Soruyorum, 03 Nisan gecesinden 04 Nisan 2021 gecesine geçen o 24 saat içinde medyayı aleyhimizde baskı altına alan ve her türlü hakarete varan saldırıyı iktidara yaranmak isteyenler organize etmiş midir? Cumhuriyet Başsavcılığı gerçekten re’sen mi, yoksa bu baskılar altında mı arama ve gözaltı kararı almıştır? Soruyorum, arama ve gözaltı kararı verilen 14 Emekli Amiralden benim de aralarında bulunduğum 7’sinin birden akademik olarak ülkemizin denizlerdeki hak ve çıkarlarını ortaya koyan, denizciliğimizi geliştirmeye çalışan Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu (KUDENFOR), üyelerinden seçilmesi bir tesadüf müdür? Değilse, kimler Cumhuriyet Başsavcılığına bu isimleri ve kurumu hedef göstermişlerdir? Amaçları nelerdir?
Soruyorum, ülkemizin 15 Temmuz 2016 kanlı FETÖ darbe girişimine kadar süren 10 yılı aşkın kumpaslar sürecinde yaşanan o hukuksuz gözaltılardan ve yıllar süren tutukluluklardan sonra masumiyetleri nihayet mahkemelerimizce tescil edilmiş ancak halen mağduriyet tazminatları karşılanmamış kişiler olmamıza rağmen, 05 Nisan 2021 sabahı gece karanlığında evlerimize yapılan ve özellikle ailelerimizi şoklar içinde yeniden kâbuslara sürükleyen bu baskınların gerekçeleri nelerdir? Türkiye Cumhuriyeti’nin daha insani, kişileri rencide etmeden yapabileceği uygulamaları tükenmiş midir?
Soruyorum, Ankara’da gözaltında tutulacağımız mahal ille de Emniyetin Terörle Mücadele Dairesinin en azılı terörist şüphelilerine reva gördüğü, yaşam ye hijyen şartları malum hücreleri mi olmalıydı? Korona Virüs salgınının zirvelerde gezindiği bir süreçte 2 kişilik hücrelerde illa da 3 kişi tutulmasının mahzurları bilinmiyor olabilir mi?
‘GÖZALTINDA FETÖ VE PKK ŞÜPHELİSİ İLE AYNI HÜCREDE KALMAMIZ TESADÜF MÜ?’
Soruyorum, ilk dört gün gözaltında bulunduğum hücredeki üç kişinin sosyal ve siyasal özgeçmişlerine bakıldığında, benim Cumhuriyet değerlerine sahip, kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir mensubu, ikinci kişinin bir FETÖ Şüphelisi ve üçüncü kişinin PKK şüphelisi Suriyeli bir sığınmacı olması bir tesadüf müdür? Komşu diğer hücrelerde de gözaltına alınan diğer amirallerimizin de benzer kompozisyonlarda olmaları da mı tesadüftür? Eğer tesadüf değilse, 21.Yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti’nin Terörle mücadeledeki tehditlerinin tanımlanmasında FETÖ ve PKK’ya üçüncü tehdit unsuru olarak Cumhuriyetin temel değerlerine sadık Emekli Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını eklenmesi direktifini kim vermiştir? Israrla “irtica” tehdit tanımından çıkartılırken, bunun yerine cumhuriyetin kurucu değerlerine sahip emekli Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları dâhil Türkiye Cumhuriyeti’nin sadık vatandaşları mı tehdit olarak görülmektedir?
Soruyorum, neden hala arama ve el koyma yöntemlerinde yasal prosedürlere uyulmuyor? Talep ettiğimiz halde arama ve el koyma tutanağının bir kopyası tarafımıza verilmedi, el koydukları dijital materyalin bir (imaj) kopyası da verilmedi. Avukatımızın olay mahalline gelmesi beklenmedi.
Soruyorum, dijital donanımlarımıza el konulmuş olmasına ve devletin yetkili yürütme erki “Daha o gece her şeylerini tespit ettik” denilmesine rağmen, gözaltı kararı neden 4 gün daha uzatılmıştır, olmayan delillere destek olsun diye, olmayan suçun “suç duyuruları” ve ihbarları” yetiştirilsin diye mi beklenmiştir?
Soruyorum, gözaltılar sona erdirildiğinde alınan adli kontrol tedbirleri kapsamında birçok cana mal olan bir kısım kadın ve çocuk tacizcileri bile serbest dolaşırken, birçoğu kalp rahatsızlığı olan Emekli Amirallerimize bir süre elektronik kelepçe takılması gibi rencide edici ve sağlık riski taşıyan bir uygulama hangi gerekçenin ürünüdür? Amirallerimizin çoğu uluslararası akademik, iş ortamı, ailevi ve sağlık dâhil diğer gerekçelerle yurt dışına çıkması gerekirken yasak getirilmesi; bu haklarından mağdur edilmeleri adil midir?
Soruyorum, yıllarca hizmet ettikleri TSK’lerinden emekli olduktan sonra hayatlarının geri kalan sınırlı süresinde sosyal tesislerine giriş hakları hukuk dışı uygulamalarla ellerinden alınabilir mi?
‘ŞİKÂYETLER NE KADAR İNANDIRICI OLDU?’
Soruyorum, bir kamu davası açılmasına zorlama bir gerekçe oluşturmak uğruna FETÖ kumpaslarını andırırcasına Türkiye genelinden alınmaya çalışılan ihbar, suç duyurusu ve şikâyetler ne kadar inandırıcı olabilmiştir? 85 milyonluk ülkemizin her ilinden demek uğruna belirlenen 81 beldenin içinde genellikle iller varken, İstanbul gibi bir mega kentten sadece 3 vatandaşın isminin yer alması, Ankara, İzmir ve Mersin gibi anakent illerimizden ise hiçbir vatandaşımızın şikayetçi olmamaları, buna karşılık illerle ilgili sayının tutturulabilmesi için Sındırgı, Kadirli ve Taşköprü gibi beldelerden birkaç vatandaşımızın isminin yazılması; ülkemizdeki binlerce vakıf, dernek ve sivil toplum örgütleri yanında sadece Bitlis, Erzincan, Afyon ve İstanbul’dan birer örgütle sınırlı şikayetçileri gösterip, duyuru lehinde olan insanlarımız ve kuruluşlara hiç yer verilmemesi iddianameyi ne kadar adil kılmıştır?
‘TÜRKİYE’Yİ İLERİDE BEKLEYEN TEHLİKELERİN FARKINDA MISINIZ?’
Soruyorum, Türkiye’nin dört bir yanından ihbar ve şikâyette bulunan kuruluşlar ile toplamda 640 vatandaşımızın “ayrı ayrı” suç duyuruları yaptıkları halde hepsinin tek bir yerden yönlendirildiği apaçık belli aynı cümleyi, “Devletin güvenliğine ve anayasal düzene karşı suç işlemek için anlaşma” ifadesini kullanmaları mümkün müdür, bu hayatın olağan akışına uyar mı? Bu kişi ve kurumlar aynı siyasi şemsiye altında kamuoyu yaratma propagandasının aracı haline dönüştürülüp olmayan suçun “suç duyurusunu” yazılı olarak nasıl yapabiliyorlar? Bunlara aynı anda ‘böylesine bir talimatı Türkiye’de kimler ve hangi makamlar iletebiliyor? Hal böyle ise, bu bir hukuksuzluk değil mi? Hatta suç değil mi? Türkiye’yi ilerde bekleyen tehlikelerin farkında mısınız? Yine soruyorum Cumhuriyet Başsavcılığı bu vahim durumu fark edememiş midir?
Soruyorum, Sayın Cumhurbaşkanı konuyla ilgili değerlendirmesinde “Yapılan açıklamada 2 temel iddia ortaya konmaktadır. Bir, Montrö Antlaşması’nın tartışmaya açılması; İki, basında yer alan bazı görüntülerdir”. Montrö’den çıkmakla ilgili bir çalışmamız yoktur. Ama gelecekte ihtiyaç ortaya çıkarsa, ülkemizi daha iyisine kavuşturmak üzere her sözleşmeyi gözden geçirmekten de çekinmeyiz. TSK’nın disiplin anlayışıyla bağdaşmayacak fotoğraf veren askere olumlu bakmadık, bakmayız” demekle esasen Amiraller duyurusunun endişelerine de cevap vermiş iken, iddianamenin birçok eksiğinin yanında salt bu gerekçe ile bile “Kovuşturmaya Yer Olmadığı” sonucuna gidilmesi gerekmez miydi? Ayrıca mahkemenin Tensip Zaptı duruşmasında bu gerçek ve iddianamenin eksiklikleri görülemez miydi?
Soruyorum, geçtiğimiz yıl içinde hem de muvazzaf ve emekli askerler birlikte ABD’de bir kez Başkan Trump’a, bir kez de Başkan Biden’a, Fransa’da, İngiltere’de ve Kanada’da doğrudan devlet zirvesindeki yöneticilerine ulusal konularda endişelerini dile getiren ve üslubu çok daha şiddetli uyarılarını yaparken onların ki demokratik oluyor da, bizim kamuoyuna duyurumuz anayasanın açıkça 26. Maddesinde tanımlı haklarımıza rağmen anti-demokratik olabilir mi?
‘MONTRÖ SÖZLEŞMESİNİN NASIL BİR DENGE OLUŞTURDUĞU FARK EDİLDİ Mİ?’
Soruyorum, Amiraller duyurusundan henüz bir yıl bile geçmeden halen içinde bulunduğumuz Ukrayna-Rusya kriziyle Türkiye Il. Dünya Harbinden sonra bir kez daha Montrö Sözleşmesinin nasıl muazzam bir denge oluşturduğu, bizi çatışmaların dışında tutabilme özellikleri olduğu fark edilmiş midir? Emekli Amirallere duyuru günlerinde söylediklerinden dolayı, bazı siyasi liderlerin, bazı bakan ve devlet görevlilerinin, bazı komutanların ve sözde akademisyenlerin bir nebze olsun vicdanları rahatsız olmuş mudur?
Ve nihayetinde soruyorum, Amiraller duyurusu özünde anayasamızın başlangıç ve değiştirilmesi bile teklif edilemeyecek maddeleri ile madde 26 ve madde 90 kapsamında Ülkemizin yönetim biçimi, toprak bütünlüğü ve ulusun egemenliğini teyit ederken, buna karşı ihbar ve suç duyuruları yapmaya kalkmak anayasal suç kapsamına girmez mi, asıl bu konuda Cumhuriyet Savcılarımızın re’sen suç duyuruları yapmaları gerekmez mi?
Adım adım gerçeğe doğru ilerleyeceğiz, tarih en büyük tanıktır, bu süreçte yaşadığım her türlü maddi ve manevi haklarımı saklı tutuyorum. Saygılarımla.”
KADIR SADIÇ