Birinci Dünya Savaşı sonunda Arabistan ve Mezopotamya’dan tamamen çekilen Osmanlı İmparatorluğunun yerini, Basra Körfezinde Fransa ve İngiltere doldurdu. Soğuk Savaş ve sonrasında Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerini de içine alan Arap yarımadası ile Mezopotamya’daki stratejik enerji bölgesinin merkezi olan Basra Körfezini İsrail’in güvenliğini de sağlayacak şekilde ABD şekillendirdi. Her şekillendirme bölgeye kan ve göz yaşı getirdi.
Kritik Coğrafya. Basra Körfezi dünya ham petrol ihtiyacının dörtte birini sağlarken, bu bölge dünya petrol rezervlerinin 2/3’üne ev sahipliği yapıyor. Günde 17 milyon varil petrolün (Türk Boğazlarından geçen miktarın 6 katı) hareket halinde olduğu Hürmüz Boğazı ile Çin’e yönelik en önemli deniz ticaret rotalarının geçtiği Malakka ve Bab-el Mendeb Boğazlarını kontrol, ABD Donanmasının neredeyse temel görevlerinden birisine dönüştü. Özellikle Sovyetlerin 1979 yılındaki Afganistan işgalinden sonra ABD, Carter doktrini ile körfeze tam yerleşti.
Bu denizdeki gemi trafiğinin kesintiye uğraması, enerji güvenliğini alt üst ediyor. 1979–1988 yılları arasında yaşanan İran–Irak savaşında Basra Körfezinde, değişik bayraklı 240 tankere İran ve Irak savaş uçakları, savaş gemileri ve sahildeki füze bataryaları tarafından taarruz geliştirildi. 240 tankerin 55’i batırıldı veya ağır hasar aldı. Savaş boyunca körfezdeki deniz trafiği % 25 azaldı. Bu durum ham petrol fiyatlarının ve gemi sigorta ücretlerinin artışına neden oldu. 2004 yılında Körfez’de Irak’a ait iki terminale yönelik El Kaide saldırısında, sadece iki günde 40 milyon dolar gelir kaybı yaşandı.
Basra çıkışlı petrol her yere erişiyor. Varış ülkeleri içinde Japonya (4 milyon varil), Avrupa (3 milyon varil), ABD (2,2 milyon varil), Çin ( 1,5 milyon varil) ve diğer Asya Pasifik ülkeleri (6,8 milyon varil) yer alıyor. Bu trafiğin kesilmesi, küresel kapitalizmin kabusu olduğundan, ABD ve AB bölgedeki deniz güvenliğinin politika ve stratejilerini kendileri saptıyor. İran hariç, sahildarlar da bugüne kadar söz konusu patronaja hayır demiyor.
ABD’nin Körfez’deki varlığı. Sadece deniz ulaştırma rotalarına değil, 80’lerden sonra özellikle İran rehine krizi ve Sovyetlerin Afganistan işgalinden sonra Basra Körfezi, ABD’nin kara içlerine müdahale edebilmesine olanak sağlayacak bir kuvvet ve komuta yapısını gerçekleştirmesine sahne oldu.
11 Eylül saldırıları sonrası yaratılan saldırgan dönemde, Körfez İşbirliği Konseyi (GCC) ülkeleri kapılarını adına kadar ABD’ye açtılar. Örneğin Bahreyn, ABD 5’nci filosuna ev sahipliği yapmak üzere öne çıktı. Arap Baharında bu ülkede başlayan Şii ayaklanmasına karşı Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez Acil Müdahale Gücünün olayları kanla bastırmasına ABD sesini bile çıkarmadı.
Bugün için Basra Körfezinde ABD’nin kağıt üzerinde dört deniz görev kuvveti var. (CTF 150-151-152-158 ve 52) Ancak savaş gemisi sayısı geçmiş dönemlere nazaran sürekli düşüyor. Halen bölgede tek uçak gemisi var. (George Bush uçak gemisi savaş grubu.) Bütçe kesintileri nedeniyle Körfezde eskisi gibi iki uçak gemisi grubu tutamıyorlar. İngiltere’nin uçak gemisi kalmadığından, Fransa’nın desteğine açıklar. Fransa’nın 2010 sonrası Abu Dabi’de Charles De Gaulle uçak gemisinin yanaşabileceği rıhtımın bulunduğu bir üs teminine bu yüzden karşı çıkmadılar. ABD’nin bölgede ayrıca bir kruvazör ve dört muhribi ile bir tugay gücüne yakın deniz piyadeleri taşıyan iki amfibi saldırı gemisi var. İlaveten, 500 tonluk 10 adet karakol botu ve mayın avlama gemileri grubu da Bahreyn’de bulunuyor.
Suudilerin denizaltı macerası. ABD’nin askeri varlığına bölgeye yönelik silah satışlarını da ekleyelim. ABD sadece 2014 yılı içinde Körfez ülkelerine 20 milyar dolarlık silah sattı. Bu arada ABD dizel elektrik denizaltı üretmediği için, Suudiler Almanya’dan beş adet 209 sınıfı 1000 tonluk denizaltı almaya karar verdiler. Bu sayı ileride artacak. Alman muhalefet partileri bu satışa karşı çıksa da ABD, İran denizaltılarına karşı denge sağlamayı hedefleyen bu hamleye onay vereceğinden görünen o ki, Suudiler, denizaltılara sahip olacaklar. Ancak hatırlatalım. Basra Körfezi ortalama 40-50 metre derinlikler ile sığ olduğundan denizaltı harekatına uygun bir deniz değil. Suudi Arabistan bu denizaltıları derinliklerin uygun olduğu Umman Denizinde kullanabilirse de, bu denizde İran’ın sahip olduğu gibi kıyısı yok. Ayrıca sorun denizaltıya sahip olmak değil. Kullanabilmek. Suudilerin mevcut su üstü savaş gemilerini bile Pakistanlı denizciler ve İngiliz danışmanlar kullanıyor. Başta Fransız yapımı olmak üzere modern gemilere sahipler, ancak bu gemilerin gerek Kızıldeniz gerekse Basra Körfez içindeki faaliyetleri bile pek çok Afrika ülkesinden düşük. Dolayısıyla Suudilerin denizaltı hevesi ABD’nin ürettiği stratejik tavsiyeler paralelinde İran denizaltılarını kağıt üzerinde dengelemeye yönelik olabilir, ancak İran denizaltılarının pratikte dengelenmesi çok zor. Coğrafya İran’ın yanında. Ayrıca İran denizcileri Suudilerden kıyaslanamayacak derecede ileri bilgi ve tecrübe birikimine sahip.
Denizaltıcılık ciddi bir iştir. ABD 1947 yılından bu yana Suudi Arabistan’ın güvenliğini kendi ulusal güvenliği ile aynı değerde tutuyor. Tek nedeni petrol. Bu arada savunma bütçesinde Obama yönetiminin üst üste aldığı çok ciddi kesintilerden sonra ABD artık Körfezde külfet paylaşımı istiyor. Bu nedenle Suudiler son 10 yılda savunma bütçesini 4 kat artırdı. (2014 bütçesi 80 milyar dolar) Diğer taraftan Almanlar da HDW Tersanesinin kasasına girecek petro-dolarları istiyor. Ancak denizaltı filosu kurmak herkesin harcı değildir. Bilgi, tecrübe, kurumsal disiplin ve gayret gerektirir. Dünya denizaltıcılık tarihi büyük heveslerle başlayıp facialarla sonuçlanan girişimlerle doludur.
Cem Gürdeniz