Devletlerin temel sorumluluğu başlıktaki Latince ifadede yer alan temel görevi sağlamaktır. ‘HALKIN GÜVENLİĞİ TEMEL KANUNDUR’. Türkiye’de son yıllarda ve özellikle son haftalarda yaşananlar devletin bu temel görevi karşılamakta hangi noktaya geldiğini göstermektedir. Yurtta barış, dünyada barış prensibi terk edilerek, küresel hegemonlar tarafından kurgulanan stratejilere uyum sağlayan politikalara malzeme olmak, bu süreci başlatmıştır. Daha da öte eğer bir devlet, tüm kurumları ile devlet içi ve dışı, dahili ve harici güçlerin kontrolü altında üretilen politika ve stratejiler sonucu kendi donanması, ordusu ve hava kuvvetlerine büyük ve acımasız kumpasların yapılmasına izin vermiş ve hatta birçok kurumu ile bunu desteklemişse, zaten var oluş nedenini kendi elleri ile yok etmeye başlamış demektir.
Tasfiyeler kaybettirir. Dünya tarihinde devlet gücüyle yapılan büyük tasfiyelerin donanma ve orduları ne duruma düşürdüğü yaşanmış örneklerle doludur. Fransa 1789 devrimi sonrası çoğunu idam ederek tasfiye ettiği donanma amiral ve subay kayıplarının yarattığı zincirleme jeopolitik yenilgileri, İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar yaşadı. İngiltere’ye karşı 1798’de yaşanan Nil Deniz Savaşı ile önce Akdeniz, 1805 yılında Trafalgar Deniz Savaşı ile Atlantik’ten geri çekilmek zorunda kaldılar. 1871, 1914 ve 1941 yıllarında ülkelerini Almanlar üç kez işgal etti. Her işgalde donanma hiç bir şey yapamadı. 1940-43 arasında İtalyanların Korsika adasını işgal etmesini bile önleyemediler. 1940 yılında müttefikleri İngiltere, Cezayir Oran’da Fransa’nın Akdeniz Donanmasının bir kruvazörünü batırdı, 6 savaş gemisine ağır hasar verdi. 1300 Fransız denizci öldü. (İngiltere, Almanların eline geçmemesi için Mers El Kebir’deki Fransız Donanmasını teslim olmaya davet etmiş, onlar da kabul etmedikleri için bu sonuç doğmuştu.)
Başka bir örnek verelim. Stalin, 1937-38 yıllarında Alman istihbaratının sahte belge üreterek geliştirdiği, sahte bir darbe senaryosu üzerine kurulan bir komplo sonucu kendi ordu ve donanmasına ait 30 bine yakın amiral, general, subay ve astsubayı tasfiye etti. Morali kırılan ve nitelikli insan gücü zarar gören Kızıl Ordu, 1940 yılında işgal ettiği Finlandiya karşısında, inanılmaz boyutlarda büyük kayıplar vermek zorunda kaldı.
Biraz da kendi tarihimizden örnek verelim. 1826 yılında II. Mahmut Yeniçeri ocaklarını büyük bir katliamla yok ettikten sonra, önce Yunanistan bağımsızlığına kavuştu daha sonra Osmanlıya başkaldıran Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın orduları Anadolu’yu işgale girişti. Ruslar yardım etmese İstanbul’a kadar geliyorlardı.
Kumpas Davalar ve Tasfiyeler. 2008-2014 arasında Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı uygulanan kumpas davalar sürecinin dünya tarihinde benzeri yoktur. Zira bu süreç devlet içi bir güç savaşından çok, yurt içinde değişik metotlarla etki altına alınmış emniyet, yargı ve medyadaki işbirlikçi gruplar tarafından emperyal düzenin çıkarlarına göre yürütülmüştür. Bu durum, iktidar partisi ile ordunun Türk siyasi kimyasındaki ulusalcı ve koruyucu rolünü değiştirmek isteyen çevrelerin de işine gelmiştir. Bir tekme de onlar atmıştır. Etrafında yangınların sürdüğü bir coğrafyada ve tarihin bugünkü konjonktüründe kendi askeri gücüne, devlet gücü ile komplo kurulmasına ve özellikle Türk Deniz ve Hava Kuvvetlerinin komuta yapısı ile moralinin çökertilmesine, jandarma ve kara kuvvetlerinin terörle mücadele etmiş general ve subaylarının aşağılanmasına, parlamentonun ve muhalefet partilerinin nasıl seyirci kaldığını tarih ileride yargılayacaktır.
Yeni bir Toplumsal Sözleşme. Devletin askeri gücünün sahte delillere, sahte iftira mektuplarına ve yalancı şahitlere dayanan davalar ile örselenmesi sonrasında bugün, kimsenin askerden geçmiş dönemlerin fedakarlığını ve vefasını aynı şekilde beklemeye hakkı yoktur. Karşılıklı güven yara almıştır. Yeni bir güven ortamının yaratılmasına acil ihtiyaç vardır. Adalet sisteminin ve emniyet teşkilatının kumpas davalar sonucu cumhuriyet tarihinin en düşük güvenilirlik seviyesine gerilediği, ülkenin her alanda kamplaştığı, sınırlarımızın yol geçen hanına dönüştüğü, mavi vatandaki deniz çıkarlarımızın korunamadığı ve en önemlisi halkın güvenliğinin sağlanmasının artık riskli bir döneme girdiği bu yeni ortamda, hükümet ve parlamentonun tarihimizde örneği görülmemiş ciddiyet, dikkat ve sorumlulukla hareket etmesi gerekir. Bu kadrolarda bulunanlar, tarihin hatalar sonrasında geri sarılıp tekrar oynatılamayacağını bilmek zorundadır. Adalet ve halkın güvenliğini sağlayamayan devletler, devlet olma özelliğini yitirir.
Cem Gürdeniz