70. YILINDA NATO ÜYELİĞİMİZ VE MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ

NATO üyeliğimiz 70, Montrö Sözleşmesi 86 yaşında. İkisi arasında zıt bir ilişki var. NATO üyeliği bağımsız Türk jeopolitiğine en büyük engel iken, Montrö Türk Boğazları Sözleşmesi bağımsız Türk jeopolitiğinin en önemli enstrümanı ve garantisidir. Bu yazıda söz konusu ilişkiyi irdeleyeceğim.

İTTİFAK SİSTEMİNDE TARAFSIZ KALINMAZ

Churchill’in Birinci Dünya Savaşı anılarını yazdığı beş ciltlik “World in Crisis” isimli eserinde geçen şu cümle önemlidir: “Bir müttefik kuvveti savaş meydanına getirmek, savaş kazandıran bir manevra kadar değerlidir.” Soğuk Savaşta Türkiye’yi Avrupa Atlantik jeopolitik mimarisine dahil etmek ve ABD’nin tek rakibi SSCB karşısında bir savaş durumunda tarafsız kalmasını önlemek Truman ve ekibinin hedefiydi. 1949’da kurulan NATO, Avrasya adasının batısını jeopolitik boyutta Amerika adasına entegre etmek ve Sovyetleri Atlantik ile Akdeniz’de kuşatmak için kuruldu. Asli hedefi Avrupa’yı ABD’ye savunma ve güvenlikte bağımlı hale getirirken, Sovyetleri çevrelemekti.

TÜRKİYE VE TARAFSIZLIK

Türkiye’nin NATO üyeliğinin yolu, 12 Mart 1947 tarihinde açıklanan Truman Doktrini ve paralelinde gelişen ABD’nin küresel hakimiyet vizyonu çerçevesinde gelişti. Kenar kuşakta Türk Boğazlarını kontrol eden Türkiye, Balkanlar, Kafkasya, Basra Körfezi ve Süveyş eksenlerinde Sovyetlerin güneye inişini askeri insan gücü ile geciktirecek; temin edeceği hava üsleri vasıtasıyla ABD ve müttefiklerine Sovyetlerin içlerine saldırı imkânı sağlayacak; güçlendirilecek denizaltı filosu ile Karadeniz’de deniz kontrolüne destek sağlayacak çok değerli bir devlet idi. ABD için bu coğrafya çok stratejik idi. Amerikan Genelkurmay’ının 15 Ağustos 1946 tarihli “Griddle Planı” ve sonrasındaki değerlendirmelere göre Sovyetlerin Türkiye’yi işgal planı olmadığı Amerikan ve İngiliz istihbarat raporlarında belirlenmiş olmasına rağmen Sovyet tehdidi 1945-1946 notaları kapsamında canlı tutulmalı ve Türkiye’nin bir savaş durumunda tarafsızlığı mutlaka önlenmeliydi.

AMERİKAN ASKERİ YERİNE TÜRK GENÇLERİ SAVAŞMALI

Bu kapsamda 1948 yılında ABD Türkiye Müşterek Askeri Yardım Misyonu (JAMMAT) Başkanı General McBride’ın raporu her şeyi özetliyor (US Foreign Policy in The Middle East, G.Gresh, T. Keskin, Routledge 2018): “Türkiye’ye yardım paketinin amacı Türk Ordusunun muharebe potansiyelini artırmaktır. Mevcut yardımın çapı Rusları durdurmaya yetmez. Ancak yardımcı olur. En azından Türkiye işgali Sovyetlere pahalıya mal olur. Çok fazla sayıda Rus ölür. Ana fikir budur. Buraya Amerikan çocuklarını getirip savaştırmaktansa, Türklere cephane ve silah vererek bizim yerimize savaştırmak çok daha ucuzdur.” Diğer yandan ABD’ye göre Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunmasından daha çok Anadolu’nun ABD- SSCB çatışmasında savaş alanı olması önemliydi. 1948 yılında Amerikan Genelkurmayından Amiral Conolly şu yorumu yapıyordu (The US, Turkey and NATO 1945-1952, Melvyin Leffler, Oxford Journals, 1985 http://www.jstor.org/stable/1888505): “Büyük bir savaşta Sovyetler Türklere saldırırsa savaşırlar. Ancak saldırmazlarsa tarafsız kalırlar…Türkiye ile ittifak çok önemlidir. Onlardan ikili ittifak anlaşması imzalamamız gerekir. Bu anlaşmada kendi topraklarına veya kendi topraklarına mücavir bir devlete saldırı olduğu taktirde savaşa girecekleri taahhüdünü almamız önemlidir.”

SOVYETLER AKDENİZ’E İNMEMELİ

Aynı dönem Amerikan değerlendirmelerinde Türklerin Boğazları savunarak kan kaybetmektense Sovyet işgal güçlerinin önünü keserek ilerlemelerini yavaşlatması ve Torosların güneyinde İskenderun Körfezinde durdurulmaları isteniyordu. Bu nedenle karayollarının geliştirilmesi ve yeni yolların yapılması teşvik ediliyordu. CHP ve DP Hükümetleri bu plana karşı çıkmadı. Kara yolları deniz ve demir yollarına karşılık her zaman teşvik ve tercih edildi. 1952 yılında Türkiye’nin NATO’ya kabulünü sağlayan asli iki güç Amerikan Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları oldu. Diğer müttefikler ikna edilerek Türkiye NATO’ya girmesi sağlandı. Böylece NATO’ya alınan Türkiye’nin 5. Madde kapsamında bir savaş başladığında tarafsız kalma gibi bir seçeneği kalmayacağı değerlendirilmişti. Diğer bir deyişle Türkiye’nin olağanüstü askeri coğrafyası, dönemin yöneticileri tarafından Anglo – Amerikan hegemonya emrine verilmiş oldu.

BOĞAZLARI KONTROL EDEMEYEN ABD

Diğer taraftan, ABD Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesinin sahibi ve uygulayıcısı olarak Amerikan çıkarları için hayati önemdeki bir alanda karar verici ve hakem rolünde olmasını asla kabullenememiştir. 1945 yazındaki Potsdam Görüşmelerinde Sovyetler tarafından teklif edilen Montrö Sözleşmesinin gözden geçirilmesi teklifine destek verdiler. Sonradan Sovyetler ile soğuk savaş başlayınca bu talepten vaz geçtiler ancak Montrö uygulanmasında emrivakiler ve eleştirilerden vaz geçmediler.

ABD VE MONTRÖ İHLALLERİ

ABD soğuk savaş sırasında zaman zaman Türkiye’yi Montrö uygulamaları konusunda test etti. Bunlar geçiş bildirimlerine uymama veya tonaj sınırlamalarını zorlama şeklinde karşımıza çıktı. Örneğin 1966 Nisan ayında iki Amerikan savaş gemisi gece yarısı Ege’den Marmara’ya ısrarla geçmek istedi. Talepleri reddedildi. Aynı yıl Aralık ayında, Samsun açıklarında İncirlik kalkışlı bir Amerikan B57 uçağı düştü. Enkazı bulmak için tonaj limitini aşan savaş gemilerinin geçişine Ankara izin vermedi. Kısa süre sonra Amerikan bayraklı oşinografik/hidrografik bir araştırma gemisi izin almadan Çanakkale’den geçince Marmara’da durduruldu. Gemi geri dönerken tekrar bir deneme yaptı ve yine yakalandı. 1988 yılında 12 Şubat günü Karadeniz’e çıkan iki Amerikan savaş gemisi Sivastopol açıklarında Sovyet karasularından Sovyet deniz yetki alanları kanununa karşı izinsiz geçiş yaparken Karadeniz Donanmasının fiziki müdahalesine maruz kaldılar. Amerikan muhribi USS Caron hasar aldı. Karadeniz’de gerilim arttı.

MONTRÖ BASKISI DEVAM EDİYOR

Soğuk savaşta, Montrö’nün açık eleştirisine yönelik bir makale ABD’nin en önemli Denizcilik Dergisi olan USNI Proceedings’in Ağustos 1988 sayısında (Vol. 114/8/1,026) yerini aldı. ABD Dışişleri Danışmanı ve Deniz Hukukçusu Charles Maechling, Jr. tarafından kaleme alınan ‘’Crisis at the Turkish Straits-Türk Boğazlarında Kriz’’ başlıklı yazı o dönem Türkiye’de çok büyük infial ve tartışmalara neden oldu. Sadece aynı yıl Karadeniz’de yaşanan USS Caron olayı ile ilgili değil, Kuznetsov isimli Sovyet uçak gemisinin (Sovyetlerin ifadesi ile uçak taşıyan kruvazör/aircraft carrying cruiser) ilk kez Boğazlardan güneye geçmesinden önceki tartışmalarla da ilgili olarak yazar şunu öneriyordu: “Birbirini izleyen her ABD yönetiminin Boğazlar sorununu gündeme getirmekten kaçınması şaşırtıcı değildir. Bu nedenle, ABD politikasının amacı, herkesin ve özellikle Türkiye’nin kaçınmak istediği Sovyet uçak gemilerinin geçişi konusunda bir çatışmayı kışkırtmak değil, bir şekilde karar alma sürecine meşru bir şekilde kendisini dahil etmek olmalıdır. Bunu yapmanın en iyi yolu, Montrö Sözleşmesi’ni imzalayanlarla pazarlık ve çekinceler olmaksızın müzakere etmektir. Yararlı bir ikinci adım, Sözleşmeyi gözden geçirecek ve uçak gemileri de dahil olmak üzere kontrollü geçişi mevcut gerçeklerle uyumlu hale getirmenin yollarını araştıracak bir Boğazlar Komisyonu’nun oluşturulması için lobi yapmak olacaktır.”

TÜRKİYE’NİN ÖNLEYİCİ HAMLELERİ

Soğuk Savaş bittikten sonra ABD’nin en büyük amacı NATO’nun Karadeniz’deki varlığını sürekli kılmak ve 11 Eylül olaylarından sonra Akdeniz’de başlayan Etkin Çaba (Active Endeavour) Harekatının Karadeniz’e genişletilmesini sağlamaktı. Bu genişlemeye Türkiye BLACSKEFOR ve Karadeniz Uyumu Harekâtı ile engel oldu. Bu süreçte görev alan ben dahil karar verici pozisyonda olan Deniz Kuvvetleri mensuplarının neredeyse tamamı Balyoz ve diğer Kumpas Davalara eklenerek 3,5 yıl Silivri’de hapis yattı. Belli ki içimizdeki vatana ihanette sınır tanımayan FETÖ casusları isim listelerini koordineli bir şekilde hazırlamıştı. Ancak her şeye rağmen NATO harekâtı Karadeniz’e genişlemedi. Genişleme kararını her defasında Türkiye veto etti ve böylece soğuk savaş döneminde Karadeniz’de uyguladığı denge politikasını devam ettirdi. Soğuk savaşta Ankara, Karadeniz’de hiçbir NATO tatbikatına izin vermemişti. 2004 sonrası Romanya ve Bulgaristan’ın NATO üyeliği dengeleri alt üst etti. Soğuk savaşta yarı kapalı bir deniz olan Karadeniz’de Sovyet denizaltısı bulunmazken bugün Karadeniz’de Rusya 5 adet son derece yetenekli dizel elektrik denizaltı tutuyor. Bu gemilerin varlık nedeni ABD kışkırtması altındaki Romanya ve Bulgaristan ile Ukrayna’da yaşanan gelişmelerdir.

KANAL İSTANBUL VE MONTRÖ SÖZLEŞMESİ

Çılgın Projenin gündeme geldiği 2012 yılından sonra ABD Düşünce Kuruluşlarında kanalın Montrö Sözleşmesi üzerine etkilerini irdeleyen yazılar çıkmaya başladı. ABD’nin önde gelen Deniz Güvenliği Dünce Kuruluşu olan CIMSEC’de Paul Pryce imzalı ve “Türk Boğazları Sorunu Tekrar İncelendi” başlıklı yazıda (https://cimsec.org/let-me-get-this-strait-the-turkish-straits-question-revisited/) İstanbul Kanalının Sözleşmedeki Türk Boğazlarının bütüncül tanımını bozacağını ve Montrö Sözleşmesinin ruhuna ciddi bir tehdit teşkil edeceğini, Türkiye’nin yeni yorumla kanalı kullanarak geçiş yapacak savaş gemileri üzerinden Karadeniz’de dengeleri değiştireceği vurgulanıyor. Benzer bir yorum ABD’nin önde gelen uluslararası yayınlarından Foreign Affairs Dergisinde 16 Ağustos 2021 tarihinde Rusya’nın Karadeniz Savaşı başlıklı makalesinde Angela Stent tarafından geldi. (https://www.foreignaffairs.com/articles/turkey/2021-08-16/russias-battle-black-sea) Yazısında “Bu kanal Montrö Sözleşmesine tabi olmayacağından NATO savaş gemileri Karadeniz’e kısıntısız geçiş yapabilecektir.” Ankara, bu yorumlara cevap vermeye tenezzül bile etmemelidir. Ancak ABD’de yaratılan hava budur. Emperyalizm her türlü boşluğu bulur ve acımasızca kendi çıkarları için kullanır.

TÜRK BOĞAZLARINI RUSYA’YA KAPAMAK

2004 yılında Baltık Cumhuriyetlerini NATO’ya katarak Rusya’nın Baltık üzerinden Kuzey Denizi ve Atlantik çıkışını kapayan ABD; aynısını Karadeniz’de yapmak istiyor. Şimdi eski Amerikan Avrupa Kara Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral (B. Hodges) çıkıyor ve sözde bir Türk Televizyon kanalına röportaj vererek şunları söylüyor: “Bence Türkiye batının, Rusya’nın ekonomik misillemelerine karşı kendisini koruyacağına daha çok güvense o zaman Montrö Sözleşmesini daha sıkı uygulayabilir. Rus denizaltıları bu sözleşmeyi ihlal ediyor” diyebiliyor. Aynı kişi, İngiliz LBC kanalında katıldığı bir yayında da benzer şeyleri söylüyor: “Esasında Rusya’ya karşı kullanabileceğimiz, fakat kullanmadığımız bir koz var. Bu da Türkiye’nin boğazlar üzerindeki denetimi. Türk müttefiklerimizle, onların Rusya’nın karşı tepkisine maruz kalmayacaklarından emin olacakları doğru bir ilişki kurmamız durumunda, Türkiye’nin elinde Rus askeri gemilerine boğazları kapatmaları için meşru nedenler bulunuyor.”

104 AMİRAL VE AMERİKALI GENERAL

Amerikalı emekli bir general Türkiye’nin doğrudan egemenlik hakkına müdahale edebilecek yorumları bırakalım İngiliz televizyonunu, Türk televizyon kanalında söyleyebiliyor. Türk kamuoyu bundan rahatsızlık duymuyor. Ancak 104 emekli Amiral yaklaşık bir yıl önce Montrö Boğazlar Sözleşmesinin önemine vurgu yapan ve Deniz Kuvvetlerinde görevli bir Amiralin üniforma üzerine dini kıyafetler giymesini eleştiren bir basın açıklaması yapınca yer yerinden oynuyor. Darbe imalı bildiri adı altında savcılık soruşturma açıyor. ABD destekli FETÖ militanlarının kumpasları ile 3,5 yıl hapis yatan ben dahil onlarca Amiralin de içinde bulunduğu 104 amiral mahkeme mahkeme dolaştırılıyor. Tam da NATO’ya girişimizin 70. Yıldönümünde ve batının kışkırtması ile Rusya’nın savaşa teşvik edilmesinin yaşandığı bu günlerde söz konusu davanın görülmeye başlaması ancak tarihin yaratıcılığı ile izah edilebilir. FETÖ ve işbirlikçilerinin kumpas davalar sürecinden sonra bu yaşananlar da tarihin şaşmaz terazisinde ve ceridesinde yerini alacaktır. Ancak hukukun siyasallaşması ve vatanseverliğin üst üste yargılanması Türk tarihinde hiç bu dönemdeki kadar insafsızca ve adaletsizce olmamıştı.

MONTRÖ TARAFSIZLIĞIN GARANTİSİDİR

Bir daha hatırlatayım. Montrö Sözleşmesi Türkiye’nin dış politikada bağımsızlığının en önemli unsurlarındandır. İkinci Dünya Savaşında NATO üyesi olmadığımız halde gerek mihver (Almanya) gerekse müttefikler (ABD vd.) yanında savaşa girmemiz için büyük baskılara maruz kaldığımız konjonktürde Montrö Sözleşmesi sayesinde aktif tarafsızlık politikasını etkinlikle uygulayabildik. Bugün NATO üyesiyiz ve General Hodges gibi düşünenlerin varlığını göz önüne alırsak Ukrayna yüzünden NATO Rusya çatışması çıktığında oluşabilecek senaryoların Türkiye’ye verebileceği zararı hayal bile edemeyiz. NATO üyeliğine rağmen bir savaş durumunda bizi koruyacak en önemli tarafsızlık unsuru Montrö Sözleşmesi olacaktır. Montrö Sözleşmesini korumak Vatana, Mavi Vatana ve Atatürk’e en büyük sadakattir. Karadeniz, Akdeniz ve Ege için emperyalizmin FETÖ ve dahili ortakları üzerinden uyguladığı ihanet davaları üzerinden ailemle birlikte 3,5 yılı hapsolmak üzere 5 yılım ayrılıklar ve zorluklar içinde geçti. Ancak sonunda Mavi Vatan kazandı. Onun için bedel ödemiş olmanın gurur ve gücü ile geleceğe daha büyük bir umutla bakıyoruz. Hodges gibi 250 yıllık geçmişi olan bir ülkeye ait generaller ve içimizdeki hainler bu duyguyu anlayamazlar. 24 Şubat 2022 tarihinde İstanbul/Çağlayan Adliyesinde 24. Ağır Ceza Mahkemesinde 10.40’ta başlayacak 104 Amiral davasının duruşmasında bu duygular ile varlık göstereceğim.

CEM GÜRDENİZ

Kitap Tavsiyesi: Türkiye’nin yetiştirdiği bir avuç gerçek siyaset ve devlet adamlarından birisi olan Sayın Kemal Anadol’un Meşe Kitaplığından çıkan yeni kitabı “Ege Yazıları (Prekerya)” Türkiye’nin geçmiş ve geleceğine ışık tutuyor.