Emperyalizm ulus devletleri parçalamak için etnik yapı ile dini kullanır. Reform sürecini tamamlamış Hristiyan dünyasında din temelli çatışma dönemi Westphalia ile sona erdi. Kuzey İrlanda ile soğuk savaş döneminde Polonya’yı hariç tutarsak, emperyalizm ilgi ve çıkar alanlarında kendine rakip gördüğü Hristiyan ülkelerdeki Hristiyanları dini kullanarak birbirine düşürmüyor.
İSLAM ALEMİ BÖLÜNMEYE UYGUN
Ancak İslam aleminde dini kullanarak bölmek, kaos çıkarmak ve çıkardığı kaos üzerinden düşman yaratarak büyük güçler mücadelesinde konumunu korumak için her şeyi yapıyor. Bugün emperyalizmin kan kusturduğu, işgal, yıkım, darbe ve rejim değişiklikleri yaptığı ülkeler arasında İslam ve Arap ülkeleri en üst sıralarda. Burada Irak, Suriye ve Libya gibi yıkımın hedef alındığı ülkelerin parçalanma süreçleri öncesinde ulus devlet kurma, modernleşme ve laikleşme skalasında diğerlerine göre üst ligde olduklarını görebiliyoruz. ABD’nin bağımsızlıkçı anti emperyalist siyaset uygulayan ve dinin siyasallaşmasını önlemeye çalışan yönetimleri hedef tahtasına koyduğu bilinen bir gerçek. ABD’nin gözünde iyi huylu veya kötü huylu Müslümanlık kavramı var. ABD çıkarlarına aykırı ise kötü huylu oluyor. Örneğin bugüne kadar Körfez ülkelerinde ABD destekli bir iç savaş yaşanmadı. Dünyanın en geri insan hakları siciline sahip, Vahabi köktenciliğinin kalesi Suudi Arabistan’a ABD’nin demokrasi ihracını hiç duymadık.
İRAN DEVRİMİ VE JEOPOLİTİK KIRILMA
ABD’nin etnik ve dini ayrışmayı kullanmasının temeli jeopolitiktir. Zira Sovyetler -şimdi Rusya- ve Çin’i Avrasya karasına sıkıştırmak, çevreleyerek kontrol altında tutmak; Ortadoğu’da da İsrail’in güvenliğini sağlamak için kenar kuşağı sağlam tutmak zorundadır. Bu amaç için ya ulus devletleri kendi yanına çekerek ya da parçalayarak yoluna devam etmek ister. Ancak tarihin de yaratıcılığı vardır. 1979’da İran’ın Şii dincilere kaybı ABD’de yeni endişelere yol açtı. Birincisi soğuk savaş döneminde bu kayıp, kenar kuşakta yıkım demekti. Sovyetlerin çevrelenmesinde büyük bir delik açılıyordu. Diğer yandan İran, ABD’ye onun da kullanabileceği bir ders vermişti. Dinin siyasallaşması kısa sürede özgürlük ve rejim değişikliği hareketine dönüşebiliyordu. Polonya’da da Solidarite komünist iktidara karşı kiliseyi yanına alarak başarılı olmuştu.
SOVYETLER VE AFGANİSTAN
İran’ın kaybı Sovyetler için de büyük fırsattı. O güne kadar ABD’nin İran, Pakistan ve Afganistan’ı yanına alarak yeni bir çevrelemeye gireceğinden endişe ediyordu. Afganistan 100 yıl önce de İngiltere ve Rusya arasında bir tampon bölgeydi. İran’ın kaybı Sovyetler için Orta Asya jeopolitiğinde yeni bir sayfa açıyordu. Afganistan’da o yıllarda komünistlerin siyasette etkili olması da önemli bir faktördü. Sovyetler Afgan komünistler üzerinden kabilelerden ve etnik gruplardan oluşan Afganistan’ın Tacikistanlaşmasını amaçlıyordu. (Bugün Sovyet etkisinde kalan Tacikistan ile emperyalizm tarafından yıkılan Afganistan’ı yan yana koyunca bu hedefi daha iyi anlayabiliyoruz.) Ancak bu çok zor bir hedefti. Tacikistan 1929 sonrası SSCB’nin bir parçası olmuş ve gerek sosyal gerek siyasi alanlarda modernleşme sürecinde 70 yılda ciddi yol kat etmişti. Her ne kadar 80’li yılların başına kadar geleneklerini koruyan, dini genelde vicdan alanında tutabilen bir Afganistan varsa da feodal yapısı devam ediyordu. Siyasal ve sosyal yapının temeli olan ağalık ve tarikat şeyhliği çok güçlüydü. Ne toprak reformu ne de eğitim reformu yapılmıştı.
1978: SONUN BAŞLANGICI
Emperyalizm için sömürülecek fırsat 1978 baharında çıktı. Bir darbe ile komünistler Kabil’de iktidara geldi. Afganistan Demokratik Cumhuriyetini kurdular. Yeni iktidar, medeni hukuk, kadın ve erkek eşitliği gibi konularda başarı sağladıysa da çoğunluk kırsal alanda yaşayan geniş kitlelere reform götüremedi. Afgan darbesinden 10 ay sonra Şubat 1979’da Humeyni, İran’a döndü ve dinci devrimini başlattı. Kenar kuşağın iki önemli kalesinde emperyalizm kaybediyordu. Bu durumdan Rusya kazançlı, ABD ve Çin zararlı çıkıyordu. ABD’nin komünist iktidar ile nasıl baş edeceğinin yöntemi din temelli bir ayaklanmaya dayanacaktı. Bunu İran’dan öğrenmişlerdi.
Kısa süre içinde ülkedeki İslamcılar ulusal bir ayaklanmaya gitti ve İslam siyasetin en büyük aracı olarak aktif şekilde ortaya çıkmış oldu. Zaten Mısır’daki Müslüman Kardeşler okulunun etkisi altında teorik ve pratik alt yapıları da hazırdı. İran’daki olaylar ve dinin enerjisi komünizme karşı uygulanacaktı. Bu hareketlenmeler ABD, İngiltere, Türkiye, Pakistan, Çin ve Suudi Arabistan tarafından desteklenmeye başlandı. Komünist iktidar iç ve dış baskılar altında ve özellikle dinci ayaklanmaları bastıramayınca bugünkü büyük trajedinin fitilini ateşleyecek kararı verdi ve Sovyetleri müdahale etmeye davet etti. 24 Aralık 1979 günü Afganistan’da Sovyet işgali başladı.
DİN KURTULUŞ İDEOLOJİSİNE DÖNÜŞÜYOR
Bu başlangıç Afganistan’da dinin bambaşka bir rolde ortaya çıkmasına neden oldu. İslam bir anda komünizme karşı birleştirici ideolojiye dönüştürüldü. Çok ilginçtir, ABD, İran’da siyasal İslam’ın nefret odağındaydı. Kasım 1979’da Amerikan Büyükelçiliği rehin alınmıştı. Aynı günlerde Pakistan’da Amerikan elçiliği basılmıştı. ABD siyasal İslam’ın Amerikan nefretini bildiği halde Afganistan’da siyasal İslam’ı Sovyet işgaline karşı kurtarıcı ideolojiye dönüştürecek ve bunda çok başarılı olacaktı. Orta Asya’nın kalbinde Pandora’nın Kutusu açılmıştı. ABD için Sovyetlerin Afganistan’dan çıkartılması soğuk savaşın en önemli hedefiydi. Hindistan, Sovyetlerin yanında, Çin ise karşısındaydı. Afganistan artık hem ABD- SSCB, hem Pakistan-Hindistan rekabetinin arenası olacaktı. Pakistan desteğinde Hükümet ve Sovyet güçlerine karşı savaşacak Mücahiddin teşkilatı kuruldu. Halkın din duyguları sonuna kadar sömürülerek komünistlere karşı savaşacak militanlar yetiştirilmeye başlandı. Sovyet işgaline karşı savaşacak radikal İslamcılar da yer kürenin her yerinden mücahiddine katılmaya başladı. CIA ve Suudi Arabistan bu akıma her koşulda destek oluyordu. 1930’lardaki İspanya İç Savaşında uygulanan strateji burada da uygulanıyordu. Mücahit liderler, karizmatik liderler idi. Bu şekilde kabile liderlerinin yerini aldılar. Dolayısıyla her türlü seçimde dini kimlik öne çıktı. Afganistan süratle siyasal İslam’ın tam anlamıyla etki alanına girdi.
YEŞİL KUŞAK DOKTRİNİ SAHADA UYGULANIYOR
ABD, kısa süre sonra, Sovyet müdahalesinin Moskova’yı çok zor duruma düşüreceğini anladı. Yeşil Kuşak teorisinin sahibi Amerikalı Stratejist Brzezinski Sovyetlere karşı ayaklanan asilere süratle öldürücü silahlar verilmesini istiyordu. Ona göre Sovyetlerin yıkılması Afganistan’da köktendinciliğin gelişmesinden daha önemliydi. Bu süreç Pakistan üzerinden yürütülecekti. Yeşil kuşakla Sovyetlerin Akdeniz ve Hint Okyanusuna inmesi önlenecekti. Yani kızıl Marksizm’e karşı, yeşil İslamizasyon kullanılacaktı. Mücahiddin Sovyetlere karşı ilk başarıları sağladıktan sonra popülerliği yükselişe geçti. Hollywood bile ünlü Rambo film serisinin üçüncüsünü 1988 ‘de Afganistan’a ayırdı. Filmde (Slyvester Stallone) Rambo namaz bile kıldı.
PAKİSTAN ATEŞE BENZİN DÖKÜYOR
Pakistan’da 1978 yılında darbe ile iktidara gelen Ziya Ül Hak ülkesinde siyasal İslam’ın yükselişini hızlandırmış ve Cinnah’ın modern Pakistan’ını İslami Cumhuriyete dönüştürmüştü. Buna yakın bir süreç 12 Eylül 1980’de Türkiye’de de yaşanacaktı. Ziya’ya göre Afganistan komünist olursa doğuda Hindistan, batıda Sovyetler (Afganistan) ve Şii İran arasında kalacaklardı. Buna izin veremezdi. Ayrıca sonradan Taliban’a dönüşecek savaşçıları Hindistan’a karşı Keşmir’de de kullanabilecekti. ABD Başkanı Reagan, Pakistan’ın bu kanlı vekillik kararını 1980 yılında 400 milyon dolarlık yardım paketini 3,2 milyar $’a çıkarmakla ve Hava Kuvvetlerine F 16 uçakları vererek ödüllendirdi.
MİLİTAN VE SİLAH BOLLUĞU
Sovyet işgali ve iç karışıklık döneminde Pakistan’a geçen çoğu Peştu 1 milyon sığınmacıdan seçilenler savaşçıya dönüştürülecekti. Pakistan üzerinden mücahiddine dolar ve silah yağmaya başlamıştı. Suud’lar komünizmi önleme fonu altında mücahiddine milyonlarca dolar yardıma başlamıştı. Sadece para değil, kendi ülkesindeki rejim karşıtı ihvancı ne kadar radikal İslamist varsa buraya savaşmaya yolluyordu. Bunlardan birisi de Usame Bin Ladin idi. Çin bile binlerce makineli tüfek göndererek Sovyet karşıtı kampanyaya katılmıştı. 1984’te Amerikalı Senatör Charlie Wilson Washington’da sanki Mücahitlerin fahri senatörü gibi çalışıyordu. Yardımın 1985 başında 50’den 250 milyon $’a çıkarılmasını o sağlamıştı. (Holywood, bu süreci daha sonra Tom Hanks’i senatör rolünde oynatarak Charlie Wilson’s War isimli film ile seyirciye aktarmıştı.)
ABD YARINI DÜŞÜNMEDEN SİLAHLANIYOR
Amerikalılar 1 birimlik yardımla Sovyetlere 10 birim zarar verildiğini anlamıştı. Çok mutluydular. 1984’e kadar mücahitler 14.000 Sovyet askeri öldürmüş, 400 hava aracı düşürmüş, 2750 tank, 8000 kamyon imha etmişti. Mücahitler, Amu Derya nehrini geçerek Sovyet (Özbek) topraklarında bile operasyon yapacak duruma gelmişti. Sovyetlerin 1984 başında kabaca 12 milyar dolarlık kayıpları vardı. Halbuki o zamana kadar Mücahiddin için ABD ve Suudi Arabistan ayrı ayrı 200 milyon $ harcamıştı. ABD yardımı 1986’da 470 milyon $, 1987’de 650 milyon $ oldu. Savaş bittiğinde Afganistan’a silah yardımının toplamda 12 milyar dolar olduğu ortaya çıkacaktı.
ÜÇLÜ ÇETE
CIA ve Pakistan Askeri İstihbarat Örgütü ISI ile Suudların İstihbarat Direktörlüğü GID bu kanlı sürecin en önemli aktörleri olmuştu. Peşaver bölgesi başta olmak üzere 33 bin medrese açılmıştı. Buralarda çiftçi ve köylü fakir Afgan gençleriyle dünyanın her köşesinden cihat çağrısına gelen binlerce selefî savaşçıyı önce doktrine edip, daha sonra ellerine ağır silahlar verip komünist avlatıyorlardı. CIA tarafından bu dönemde yüzlerce keskin nişancı yetiştirildi ve el yapımı patlayıcı (IED) düzenekleri imal ve kullanma konusunda eğitimler verildi. Medreselerde intihar savaşçılığı teşvik ediliyordu. ABD hızını alamadı. Mücahidine 26 Eylül 1986’da ilk kez hava hedeflerine karşı kullanılan seyyar stinger füzelerini verdi. Böylece Rus helikopterlere saldırılar başladı. Ruslar helikopterleri geri çekti. 1988 yılında da ilk kez bir Sovyet SU 25 savaş uçağını düşürdüler. Diğer yandan CIA’nın bu savaşta bir hedefi de ele geçirilecek malzemelerden Sovyet askeri teknolojisini öğrenmekti. Uçağın enkazı derhal ABD’ye gönderildi. Ancak 1994’te stinger füzeleri geri istenince 2300 füzeden 600 adedinin kayıp olduğu ortaya çıktı. Molla Ömer’in sadece şahsına ait 53 füzesi vardı.
GORBAÇOV ABD’Yİ İKAZ EDİYOR
80’lerin sonuna doğru Sovyetler Birliği çöküyordu. Afganistan müdahalesi ABD’nin eline büyük koz vermişti. 1985 yılında SDI (Yıldız Savaşları Projesi) de deklare edilince Sovyetler yarıştan çekilmişti. 1986 yılında Devlet Başkanı Gorbaçov, Afganistan Cumhurbaşkanı Necibullah’a 2 yıl içinde çekileceklerini söylemişti. Gorbaçov ABD’ye de bölgenin kontrol dışı aşırı dincileşmesi konusunda ikazını yapmış, “geri çekilirken yardımı kesin çok kan dökülür”, demek zorunda kalmıştı. ABD, bunu ciddiye almadı. Zaten savaş sonrası için elle tutulur bir Afgan politikaları yoktu. Bu işi Pakistan’a devrettiler ve tam felaket oldu. 14 Nisan 1988’de savaş sona erdiğinde 1 milyon Afganlı ölmüştü. Ayrıca onbinlerce bilinç genetiği değiştirilmiş selefi cihatçı savaşçı Afganistan’ın yeni gerçeği olmuştu. 1989’da Afganistan’da 4000 Arap gönüllü kalmaya devam ediyordu. El Kaide, IŞID ve türevlerinin kuluçka merkezi kurulmuştu. Ayıca son 8 yılda ülkeye akan Stinger’den hafif silahlara kadar çok büyük bir envanter dünyanın en büyük açık hava cephaneliğini yaratmıştı. Daha da öte, CIA, Kuveyt işgalinde Saddam ordusunun kullandığı tank ve ZPT’leri 1992’den sonra tamir ettirip mücahitlere gönderdi. Kısa süre sonra bu enerjinin Amerikan aleyhtarlığına dönüşeceğini ilk kez ABD Dışişleri görmüştü. Ancak CIA yardımlara devam etti. Suudi Arabistan ve Pakistan’ın yönlendirmesi ile hareket eden CIA, 21. Yüzyılda Sovyetler çöktükten sonra komünizm yerine koyacağı düşman kavramını bulmuştu. Terör. Özellikle köktendinci terörü.
TALİBAN ORTAYA ÇIKIYOR
Nisan 1992’de Afganistan İslam devleti ilan edildi. İlk kez siyasal İslam tam anlamıyla devlet gücünü ele geçirmişti. Ülke kısa sürede yönetilemez hale geldi. Uyuşturucu kaçakçılığı ve suç olayları zirve yaptı. Kadınlara davranış politikaları tüm dünyada infial yarattı. Bu şekilde mücahidin bir zamanlar sahip olduğu bütün güveni kaybetti. 1994 sonbaharında Taliban isimli grup ülkeyi savaş ağaları ve suçlulardan temizledi. Hedefleri Suudi modelinde selefi bir şeriat devleti kurmaktı. Taliban’ı Pakistan desteklemişti. Suud’lar Pakistan’a büyük kaynaklar aktarıyordu. Karşılığında Peşaver ve Pakistan kırsalında Suudların Vahabi öğretisi öne çıkıyordu. Asya’nın göbeğinde yeni bir Suud rejimi tesis ediliyordu. Bu rejim uygar her şeye düşmandı. Taliban liderlerinin çoğu Pakistan’da medreselerde eğitilmiş, 1979 sonrası savaştan ve iç çatışmalardan kaçan göçmenlerdi. Kandahar‘da bulunan karargahı ile peştun militanlardan oluşan Taliban kısa zamanda her kesimden adam toplayarak genç bir ordu kurdu ve ülkeyi anarşiden temizledi. 1996’da Kabil’e girdiler ve 2001 Amerikan işgaline kadar Afganistan’ı yönettiler.
METASTAZLI KANSER
Afganistan bu süreçte her yerde metastaz yapan bir kanserle yaşıyordu. Başta CIA olmak üzere batının yeni düşmanı rolünde kullanılmaya hazır bekleyen binlerce militan; dünyanın en büyük açık hava silah cephaneliği; terör eğitim merkezleri ve uyuşturucu kaçakçılığı büyük oyunun en önemli unsurlarıydı. Atatürk’ü ziyarete gelen ilk Kral olan Emanullah Han’ın yarattığı Afganistan yeryüzündeki cehenneme dönüşmüştü.
11 EYLÜL 2001 SONRASI
Yeşil Kuşak metamorfoz geçiriyordu. ABD kendi eli ile humani hostis yaratmıştı. Dr. Frankenstein yani ABD, yarattığı canavarı daha büyümeden kontrol altına almak ve Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünya düzenindeki yerini konsolide etmek üzere kimin yaptığı hala tartışmalı olan 11 Eylül saldırıları bahanesiyle doğrudan kendisi işgal ederek 7 Ekim 2001’den itibaren Orta Asya’nın kalbine yerleşti. 11 Ağustos 2003 sonrası NATO Antlaşmasının 5. Maddesini kullanarak ISAF (Interational Security Assistance Force) kapsamında müttefiklerini de sahaya çekti. Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi- PNAC’ın neoconları kalpgâhın ortasına mafya tabiri ile çökmüştü. Aradan geçen 20 yılda 150 bin askerle ABD ve NATO varlığı yeni bir devlet inşasına yetmedi. Afganistan’ın kendi dinamikleri çalıştı. Amerikan dolarları, baseball şapkaları, Mac Donalds hamburgerleri yarattıkları canavarı dönüştürmeye yetmedi. Aynı zamanda Pakistan’ın Çin ile jeopolitik bağlamda yakınlaşması ve Pakistan Çin Ekonomik Koridorunun (CPEC)bölgede oyun değiştirici rol oynaması, ABD’yi yeni arayışlara itti. 20 yıl süren işgal ve savaş sonrasında teslim aldıkları Afganistan’ı tekrardan Taliban’a teslim ettiler. Bu tarihte nadir görülen siyasi bir olaydır.
ABD YENİLGİSİ
Burada ABD yenilgisi dört kapsamda ele alınmalıdır. Birincisi savaşı yürütme azim ve kararlılığını yitirmiş olmalarıdır. İkincisi işgali başarmakla birlikte bir düzen kuramamış olmalarıdır. Üçüncüsü müttefiklerine danışmadan geri çekilme kararı almalarının yarattığı güven sorunudur. Sonuncusu kollama ve koruması altına giren Ukrayna, Polonya vb. gibi ülkelerin kamuoylarında yaratılan terk edilme korkusudur. Bu çerçevede özetle ABD ve dolayısı ile NATO, Afganistan’da yenilmiştir. Zira ISAF görev talimatında belirtilen hedefler başarılamamıştır. ABD ve NATO için büyük prestij kaybıdır.
İMPARATORLUK ÇÖKERKEN
ABD artık oyun kuramıyor, ancak diğer güçlerin oyun kurmasına da her türlü engeli çıkarabiliyor. Bugün Peşaver bölgesi başta olmak üzere Afganistan’da binlerce dinci terörist veya cihatçı muharip başta CIA olmak üzere büyük güçlerin istihbarat ajanslarının kuklası olarak kullanıma hazır haldedir. ABD’nin geri çekilirken geride 40 hava aracı (uçak, helikopter, dron) ve 2000’e yakın zırhlı/arazi aracı bıraktığını da hatırlatalım. Bir nevi cihatçı/selefi çekim merkezi haline dönüşen Afganistan’a Talibanın geri gelmesinden sonra intikaller artacaktır. Bu grupların çok kolay taraf değiştirdiği de göz önüne alınırsa Afganistan’ın yeni dönemde güçler mücadelesinde en kullanışlı coğrafya ve insan deposu olacağını söylenebilir. Menü çok geniş. Keşmir, Sincan, Libya, Yemen, Suriye, Kuzey Irak…
ORTA ASYA’DA YENİ SUUDİ ARABİSTAN
Taliban’ın kurduğu Emirlik Orta Asya’nın ortasında fakir bir Suudi Arabistan’ın kurulması gibidir. Asya’da Türk dünyasının merkezinde ilk kez kurulan Vahabi temelli köktendinci devlet şüphesiz çevresinde büyük dengesizlikler ve rahatsızlıklar yaratacaktır. Taliban’ın BM tarafından terör listesine alınan bir yapı olduğunu hatırlayalım. BM bu sicili değiştirip tanıma sağlasa bile yeni emirliğe herkes kuşku ile yaklaşacaktır. Diğer yandan Afganistan’ın Libyalaşma ve sonunda parçalanma riski de söz konusudur. Taliban coğrafi bütünlüğünü ancak sınırdaşları Pakistan ve Çin ile stratejik iş birliği kurarak koruyabilir. Ancak bunu ABD’ye rağmen başarması kolay değildir. Diğer yandan eğer Afganistan yönetimi gelecekte ABD ile iş birliğine gidip Pakistan ve Çin’e karşı tutum takınırsa yine ciddi zorluklarla karşılaşabilir. Pakistan ile sorunlar çıkarılarak CPEC bağlantısında engellemeler beklenebilir. Benzer kışkırtmalar Çin ve İran’a mücavir bölgelerde beklenebilir.
TAVSİYELER
Türkiye, Afganistan politikasında acele etmemelidir. Amerikan politikalarının sonu daima hüsran ile bittiğinden, Amerikan güvencesi verilerek gerek ekonomik gerekse askeri faaliyetler içine girilecekse, bundan kaçınılmalıdır. Türk iş adamları ve müteahhitler için yaratılacak iş fırsatlarına ülkede genel güvenlik, düzen ve disiplin sağlanmadan iştirak edilmemelidir. Afgan göçü her koşulda kontrol altına alınmalıdır. Türk kamuoyunda 16 Ağustos günü Kabil’de yaşananlar derin izler bırakmıştır. Halkımız bir kez daha Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin temel niteliklerini hatırlayıp ders çıkarmış ve şükretmiştir. Afganistan’da son 45 yılda yaşananlar dinin emperyalizmin bir kurgusu olarak siyasallaşmasının ordu ve vatan kaybettireceğini gözler önüne sermiştir. Havaalanında kaçanların hepsinin ABD ile iş birliğini yapanlar olduğunu sanmak saflıktır. Kaçanların önemli kısmı karanlık bir orta çağ rejiminde yaşamak istemeyen insanlardır. Türkiye de 12 Eylül 1980 sonrası yeşil kuşak doktrininden etkilenmiş bir ülkedir. Ancak direnci yüksektir. Bugüne kadar hem iç hem dıştan yapılan hamlelere ve tarifsiz ihanetlere rağmen Türkiye laik yapısını korumaya devam ediyor. ABD Türkiye’yi yeşil kuşağa uyumlu hale getirecek politikalarını soğuk savaş sırasında uygulamaya koymuştu. FETÖ bu politikanın en iddialı sonuçlarından biriydi. Türkiye gelecekte asla ABD’nin din temelli politika kurgularının aktörü veya figüranı olmamalıdır. Yeni dünya düzeninde Türkiye Atatürk çizgisine ve Kuruluş devriminin ilke ve prensiplerine geri döndüğü ve bu politikayı başta İslam ülkelerine ihraç ettiği sürece yükselecek ve itibar görecektir. Din temelli dış ve iç politikaların sonucunu Afganistan’dan daha iyi anlatan örnek olamaz.
(Bu yazıda sayısal değerleri Steve Coll’ün 2004 de piyasaya çıkan ve Pulitzer Ödülü kazanan ‘Hayalet Savaşlar -Ghost Wars’ isimli kitabından aldım.)
(Kitap Tavsiyesi: Hakan Paksoy’un Pankuş Yayınlarından çıkan “Türkiye’nin Rotası” başta Türk kimliğine ve cumhuriyete karşı yürütülen sistematik saldırılara cevap veren ve güncel sorunlarımıza akılcı milli çözümler üreten bir kitap.)
CEM GÜRDENİZ