25 yıllık hekim, 20 yıllık İç Hastalıkları Uzmanı olarak “Sağlıklı olmak” dediğimizde sadece bedenden bahsetmek yeterli değil kanaatindeyim. Biz bir bedene sahibiz evet, ancak aynı zamanda toplum içinde yaşayan sosyal, düşünen ve hisseden varlıklarız.
Diyelim ki bedeninize iyi bakıyorsunuz, yani sağlıklı besinlerle besleniyorsunuz, uykunuz iyi, iştahınız süper, sigara-alkol-uyuşturucudan uzak duruyorsunuz, hatta hayatın koşuşturmacası içinde egzersiz yapmaya bile vakit buluyorsunuz. Peki bunca çabaya rağmen bir gün aniden kalp krizi geçirip pat diye hayat sayfası kapanan birini duysanız ne düşünürdünüz acaba?
Hâlâ kalp hastalıklarından ölüm oranının diğer ölüm nedenlerinden önde olduğunu mesleki olarak bildiğim için inanınki ben hiç şaşırmam. Tamam bedeni için yapması gerekenleri fazlasıyla yapıyordu anladım, peki acaba bu kişi zihnini hangi düşünceler ile besliyordu? Kırgınlık, korku, öfke, endişe, suçluluk duygusu, vicdan azabı vs… ile mi besliyordu?
Bu tüm negatif duygular madde olmasalar da zihnimizin yemekleri. Eh nasıl bedenimizi sağlıklı gıdalar ile besliyorsak, zihnimizi de aynı şekilde sağlıklı olarak beslemeliyiz. Bu tip negatif duygu ve düşüncelerin bedende stres hormonlarının salgısını arttırdığı, dolayısıyla sağlığımızı ne kadar çok bozduğu yapılan çalışmalarla da kanıtlanmış durumda. Yani 2. Adım pozitif düşünüp, pozitif yaşamak. Gelelim 3. adıma….
Realitemizde hepimiz insan illüzyonu içinde yaşıyoruz, kendimizi bedenimiz ve zihnimizdeki düşüncelerimiz sanmamız en büyük yanılsamamızdır. Madde alanımızın atomlardan oluştuğunu göz önüne alırsak, kuantum seviyeye indiğimiz zaman aslında atomu oluşturan subatomik partiküllerin maddenin sadece %0.000000001… ‘ini oluşturduğunu, kalan %99.999999999… ‘unun ise boşluk olduğunu görüyoruz. Yani aslında çok çok az madde, daha çok boşluktan oluşuyoruz. Ama ne kadar hoş bir illüzyon perdesine sahibiz ki kendimizi sadece madde olarak algılıyor ve yaşıyoruz. Harika… Peki bu boşluk ne? Gerçekten orası boş mu? Biz bu alanımızı standart 5 duyumuz ile görüp-duyup-koklayıp-hissedip veya tadına bakabilir miyiz? Veya bunların hiçbirini yapamıyoruz diye yok mu saymalıyız? Çevremizdeki bu bizi kapsayan alan sonsuz sınırsız ölmeyecek olan bilinç alanımız olabilir mi dersiniz?
Şimdi bana “Ev-iş-çocuk-koca derken bazen manikür yaptıracak vakti zor buluyorum, biraz çocuklar büyüyünce işte o zaman hayatıma egzersizi sokmayı planlıyorum, sen bana bilinç, varlık vs. diyorsun” diyebilirsiniz. Günlük hayat koşuşturmamız içinde sonsuz sınırsız varlık alanımıza vakit ayırmak çoğu kişi için uygulanabilir değil. Ve genellikle beden sağlığını kaybetmemize neden olan ciddi bir sorunla karşılaşılmadan konuya yan gözle bile bakmamayı tercih ediyoruz. Hoş bazen o zaman bile kaderimize ve şansımıza küsüp kendimizi kurban olarak hissetmek en çok rastlanan tavır. Hayatı, kaderi, ekonomiyi, sağlık sistemini-başta doktorları- ve en sonunda “ben bunu hak edecek ne yaptım?” diye Tanrı’yı suçlamak çok rastladığım senaryolar.
Bazen bu yaşanılan hastalık döneminde kişide farkındalık filizlenebiliyor. İşte o zaman yaşanılan hastalık aslında karşınıza çıkan en büyük fırsat olarak değerlendirilip özünüze-ruhumuza dokunabiliyoruz. Tabii felaket-acı senaryolarını ben hiç sevmem ve şahsen hiç tercih etmem. Çünkü bu durumlarda kişide panik ön planda oluyor. Bu ise gevşemeyi bir hayli zorlaştırıyor.
Halil Cibran’ın dediği gibi “Gece ve gündüzün sırlarına ulaşabilmek için gevşek bir beden ve boş bir zihne ihtiyaç vardır”, panik hissi sizi tamamen ele geçirmişken veya hissettiğiniz acıdan alev alev yanarken nasıl gevşeyeceksiniz? Bir hayli zor olacaktır.
Dolayısıyla en güzeli hayatımızda her şey yolunda giderken bedeni gevşetmeyi ve zihni boşaltmayı öğrenmekte fayda var, böylece her gün özümüze-ruhumuza dokunabilme fırsatına sahip oluruz. Ve eğer bir gün en kötüsü ile karşılaşırsak, her şeye rağmen-acı-ağrı-panik vs… kendi odağımızda kalabiliriz.
Hepimize sağlıklı günler diliyorum.
Sevgiyle kalın
PINAR SARIYILDIZ