JEOPOLİTİK Mİ? EKONOMİK Mİ?

Nazi Almanya’sı Leningrad’a girdiğinde, savaşın acı yüzünü 7 yaşında gördüm.

Şimdilerde 87 yaşındayım ve dostun dosta kurşun sıktığı günlerden geçiyoruz.

Birbiri ardına gençlerimiz, erkeklerimiz ölüyor.

İnsanlarımız göç ediyor, çoluk çocuk, genç yaşlı kadın demeden.

İşte ben buradayım ve evimde kalmaya da devam edeceğim…

diyordu, Harkov’da yaşayan 87 yaşındaki bir kadın.

Çıkar çatışması…

Ne yazık ki Rusya Federasyonu ve Ukrayna, uluslararası ortamda farklı iki yönde ilerliyor ve bu da dünya barışını olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor.

Önce Sovyetler Birliği dağılmış, sonrasında Ukrayna bağımsızlığını ilan etmişti.

Moskova’dan kopan Ukrayna uzun süre Rusya’ya mı, Batı’ya mı sırtını dayacağına karar verememesinin sancılarını yaşıyor.

Kırım ve Doğu Ukrayna’ya siyasi çözüm bulma ihtimalinin zayıflaması neticesinde, Minsk’te varılan mutabakata ne Kiev ne de Moskova gönüllü olmuştu.

Anlaşmazlığın sürmesi önce istikrarsızlık yaratmış ve Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik bir ayı geride bırakan saldırılarında gelinen nokta ise savaşın en acı ve dram içeren yüzünü bir kez daha göstermiştir.

Her iki tarafdan yapılan yorumlar farklı olsa da, geçici veya stratejik olarak marjinal düzeyde toprak denetimleri ve kontrollerinde Rusya’nın bariz üstünlüğü göze çarpmaktadır.

Stratejik tabloya bakıldığında, bu büyük bir değişim anlamına gelmemekle birlikte, öncelikli hedef psikolojik üstünlük kurmak olsa gerek.

Görünen o dur ki; emperyalist arzulardan vaz geçmek şöyle dursun, bölünme endişesi içerisinde Rusya Federasyonu’nu yönetenlerin hakim düşüncesi imparatorluk anlayışı olmuştur.

Rus saldırılarını “Bir neslin gördüğü en büyük güvenlik krizi” olarak tanımlayan NATO’nun, savaşa katılma olasılığı hemen hemen sıfırdır.

Yaptırımlar…

Batı Dünyası, Ukrayna Savaşı’nda Rusya’yı yaptırımlarla tecrit ederek, zevahiri kotarmaya çalışmaktadır.

İşte bu savaş ortamında Moskova, stratejik çıkarlarını savunma sürecinde Batı’nın ekonomik tepkilerine karşı koymak zorunluluğundadır.

SWIFT ödemeler sistemi dahil küresel ekonomik sistem ve kuralların Dünya Bankası, IMF, FED, LSE, BIS ve ECB tarafından kontrol edilmesi, Rusya’yı zor günlerle karşı karşıya bırakacaktır.

Jeopolitik çıkarların büyük oranda ABD tarafından manipüle edildiği düşünüldüğünde, küresel mali sistem bütünlüğü içinde Batı’nın mali saldırgınlığına karşı Rusya ne kadar dayanabilecektir?

Kaldı ki, gıda ve enerji fiyatlarıında gemi azıya almış bir şekilde yükselen fiyatlar ve ülke ekonomileri üzerinde oluşan enflasyonist baskı dünya genelini tedirgin edecek duruma gelmiştir.

Üçüncü Güç…

Jeopolitik ve ekonomik çıkarlar da Rusya ile benzer özellikler taşıyan Çin’in alacağı pozisyon önümüzdeki dönemin gidişatını belirleyecek en önemli kıstasdır.

Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyesi Çin’in hem BM’de hem de ulusararası platformlarda yapmış olduğu reaksiyoner davranışlar, ibrenin az da olsa Rusya yönünde olduğudur.

Rusya’nın Çin’i yanına alarak, tek kutuplu dünyaya alternatif olacak bir siyasi ve NATO’yu dengeleyecek bir askeri yapı haline dönüştürme arzusu bilinen bir gerçektir.

Ayrıca; S 400 füzesi sattığı bir diğer ŞİÖ üyesi Hindistan’ı da BM Güvenlik Konseyi üyesi olarak görmek arzusu da hatırdan çıkartılmamalıdır.

Peki ya Türkiye…

Ukrayna Savaşı bir kez daha göstermiştir ki; Türkiye geniş olduğu kadar sorunlar, çatışmalar ve istikrarsızlıklar içeren bir coğrafyada yaşamaktadır.

ABD ve AB’nin Türkiye konusundaki tutum ve gündemleri, Türk kamuoyunda rahatsızlık verecek durumun ötesine geçmiş olsa bile Türkiye tarihi, coğrafi ve kültürel açılardan doğunun olduğu kadar, batının da bir parçasıdır.

Karadeniz ile Akdeniz’i, farklı kıtaları birbirine bağlayan bir Türkiye bir dostluk ve iş birliği köprüsü olmak ve savaşan ülkelere karşı başlangıç ve arabuluculuk pozisyonunu sürdürmek durumundadır.

Son sözse; “Atlantik-Avrupa ve Avrasya kuşakları içinde özel bir konumda olan Türkiye sorumluluklarının bilincinde hareket etmelidir.”

İSMET HERGÜNŞEN