MONTRÖ VE SİVİL ASKER İLİŞKİLERİ

“Montrö Boğazlar Sözleşmesi” ana ekseninde emekli askerlerin yapmış olduğu paylaşım kamuoyunda öyle mecralara çekiliyor ki; bunca yaşanan deneyime rağmen sivil-asker ilişkilerinin özünün halihazırda ülkemizde pek de anlaşılmadığı görülüyor.

Hele ki, sözde davalar ve Fetullahçı Terör Örgütü’nün hain kalkışmasının izleri henüz hafızalarımızdaki tazeliğini koruyorken….

Güvenlik kavramının boyut değiştirdiği bu yüzyılda Türkiye, tarihinde hiç olmadığı kadar çeşitli risk ve tehditler altında bulunmaktadır.

Bir taraftan PKK/YPG/IŞİD vb. örgütler ve göç dalgası nedeniyle iç güvenlik kaygıları, diğer taraftan ülkemiz kara sınırlarına dayandırılarak denize çıkış noktası da yaratılmaya çalışılan devletçikler…

Öte yandan, deniz hak ve menfaatlerimizin korunması çerçevesinde Ortadoğu ve Körfez ülkeleri ile NATO içerisinde müttefiklerimizin (!) ittifaklar oluşturmaları ve icra ettikleri tatbikatlarla ülkemize göstermiş oldukları hasmane tutum…

Rusya ve Ukrayna arasındaki tırmanan gerilim ve ABD’nin iki savaş gemisinin Karadeniz’e gönderme girişimi dahil, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar üçgeninde Türkiye’yi etki altına alabilecek olası krizler…

Yaptırımlar, üzeri örtülü ambargolar ve daha niceleri.

Peki biz ne yapıyoruz?

İşte bu endişelerin yaşandığı bir ortamda, ilgi ve bilgi alanlarına giren konularda düşüncelerini paylaşan emekli askerlerin 21. yüzyıl dünyasında demokratik ölçütler dışına çıktığını ifade etme yanlışlığına düşüyoruz.

Anayasal bir hakkın kullanılması çerçevesinde yapılan bu duyuru sonucunda, bir bardak suda fırtına koparıyor, enerjimizi tüketiyoruz.

Daha şuracıkta, birkaç yıl öncesinde sözde davalara yönelik yaratılan algı mühendisliğini, hain bir darbe kalkışmasına gidilen süreci unutmuşa benziyoruz.

Soruşturma aşamasında olan yargı üzerinde yanlış anlamalara mahal verecek şekilde, hukukun sakatlanmasına da yol açabiliyoruz.

Yapılan eleştiriler, maksadını aşan ifadeler öyle bir noktaya geliyor ki, bırakın hali hazırda mesai mefhumu tanımadan görevi başında bulunan askerler ile ailelerini, sağduyulu insanımızı da üzüyor ve derinden yaralıyordur.

Askerliği diğer mesleklerden ayıran en temel fark, onun bir meslekten ziyade adeta bir yaşam biçimi oluşudur.

Asker için aslolan moral ve motivasyondur. Etik ve ahlakı değerlerin içerisinde askerin ve üniformasının şerefi ve onuru her şeyin üzerindedir. Gerisi laf-ı güzaftır.

Alınan eğitimlerin kalitesi, icra etmiş olduğu nitelik ve nicelik içeren görevler asker şahısların sadece yeterlilik değil, aynı zamanda etkinlik ve topluma yararlılık ölçüsünde önemli kazanımlar elde etmesine de yol açar.

Gene son yıllarda, kimi askerin NATO’cu, bazısının Avrasyacı olduğuna ilişkin kategorize etme yanlışlığı ve objektiflikten uzak siyaset bilimi literatüründe yer almayan farklı düzeylerde gösterilen farklı yaklaşımlar…

Yapılan hatalı değerlendirmeler, devlet yapılanması içinde yer alan askere sivil otoritenin güveninin zedelenmesine yol açar ki, en tehlikeli olanı da budur.

Günümüzde yaşanan olaylar, asker şahısların bilgi dağarcığının daha da genişlemesini zorunlu kılmaktadır.

Nitekim; ABD Başkanı John F. Kennedy bir konuşmasında, “Siz profesyonel askerler strateji, taktik ve lojistik konuları bilmelisiniz. Bunun yanında ekonomi, siyaset, diplomasi ve tarihi de bilmelisiniz. Askeri güç ile ilgili her şeyi bilmelisiniz, bunun yanında askeri gücün limitlerini de bilmelisiniz” demiştir.

Her konuyu tartışabilme özgürlüğü içerisinde, ülkemizin risklerle dolu jeopolitiğinde, “milletine ve devletine hizmet etmek” amacı içeren duyuru “vatanseverlik ve sadakat duygusu” çerçevesinde ele alınmalıdır.

Elbette samimi, gerçekçi, profesyonel tavsiyelerin dikkate alınıp/alınmaması noktasında nihai sorumluluk, gerçek güce sahip karar verici durumunda olan siyasi makamlara aittir.

Unutulmamalıdır ki; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesinde yer bulduğu gibi “Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.

İSMET HERGÜNŞEN