Kadir Mısıroğlu’nun “Keşke Yunan kazansaydı!” sözü, “Mısıroğlu Yunan’ın işgal ettiği toprakların daha sonra kurtarılabileceğini vurguluyordu” denerek çarpıtılıyor. Mısıroğlu böyle söylemek isteseydi söylerdi. Oysa Mısıroğlu, bu sözüyle cumhuriyet kurulmasın da gerekirse işgal altında yaşamaya razı olduğunu gösteriyordu. Bugün Konya Büyükşehir Belediyesi, Mısıroğlu’nun adını bir caddeye vereceğini belirtti. Peki Mısıroğlu’nu savunanların belirttiği gibi işgal altındaki topraklar kurtarılabilir miydi? Hangi insanla, hangi silahla?
Bunu anlamamız için 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr’e, Sevr’i anlamak için de 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması’na bakmak lazım. Mondros’ta asker sayısı 50.700’e indiriliyordu. Donanma bulundurulmayacaktı. Tersanelere, trenlere, ulaşım hatlarına el konacaktı. Hepsi de yapıldı.
Mondros’tan sonra gelişen durumu antlaşmaya bağlayan Sevr Antlaşması’nın önemli maddelerine bakalım.
SEVR TÜRK MİLLETİNİN İDAMIYDI
1) Edirne ve Kırklareli dahil olmak üzere Trakya’nın büyük bölümü Yunanistan’a, Ceyhan-Antep-Urfa-Mardin-Cizre kent merkezleri Suriye’ye bırakılacak, İstanbul Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak kalacaktı.
2) İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak; Boğazlarda deniz trafiği on ülkeden oluşan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek; komisyon gerekli gördüğü zaman Müttefik Devletlerin donanmalarını yardıma çağırabilecekti.
3) İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat’ın doğusundaki yerlerde Kürdistan’a özerklik verilecek; 1 yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabileceklerdi.
4) İzmir ili ile sınırlı alanda Osmanlı devleti egemenlik haklarının kullanımını 5 yıl süre ile Yunanistan’a bırakacak; bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı veya Yunanistan’a katılması için halkoylaması yapılacaktı.
5) Osmanlı, Ermenistan Cumhuriyeti’ni 88-93. maddeleriyle tanıyacaktı; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecekti. ABD Başkanı Wilson 22 Kasım 1920’de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a verdi.
6) Osmanlı savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia etmeyecekti.
7) Osmanlı din ve dil ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarına eşit haklar verecek, göç ettirilen gayrimüslimlerin malları iade edilecek, azınlıklar her seviyede okullar ve dini kurumlar kurmakta serbest olacak, Osmanlı’nın bu konulardaki uygulamaları gerekirse Müttefik Devletler tarafından denetlenecekti.
8) Osmanlı’nın askeri kuvveti 50.000 olacak, Türk donanması tasfiye edilecekti. Marmara Bölgesinde askeri tesis bulunduramayacak, askerlik gönüllü ve paralı olacak, azınlıklar orduya katılabilecek, ordu ve jandarma Müttefik Kontrol Komisyonu tarafından denetlenecekti.
9) Savaş döneminde katliam ve göç ettirilenlere yönelik suçları işlemekle suçlananlar yargılanacaktı.
10) Osmanlı’nın mali durumundan ötürü savaş tazminatı istenmeyecek, Türkiye’nin Almanya ve müttefiklerine olan borçları silinecekti; ancak Türk maliyesi müttefikler arası mali komisyonun denetimine alınacaktı.
11) Osmanlı’nın 1914’de İttihat ve Terakki’nin tek taraflı olarak feshettiği kapitülasyonlar müttefik devletler vatandaşları lehine yeniden kurulacak.
12) Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda Müttefikler tarafından belirlenen kurallara uygun hale getirilecek; sivil deniz ve demiryolu trafiği Müttefik devletler arasında yapılan iş bölümü çerçevesinde yönetilecek; iş ve işçi hakları düzenlenecek; eski eserler kanunu çıkarılacaktı.
Sevr ile Osmanlı’ya bırakılan topraklar haritada görüleceği gibi Ankara çevresi ile sınırlandırılmıştı. Bu bile garanti değildi.
Mondros’tan beri 2 yıllık süre sonunda imzalan bu antlaşma aslında bırakın direnmeyi, teslimiyeti kaleme almış olmuyor muydu!
Dolayısıyla “Yunan’ın işgal ettiği toprakların daha sonra kurtarılabileceği” tezinin ne kadar sakat olduğu ortadadır.
Böyle bir durumda özellikle Damat Ferit’in başında olduğu hükümetler ve padişah ne yapıyordu?
İradelerini emperyalistlere teslim etmiş, onların lütfuna sığınmışlardı. Milleti örgütlemeden lütufla ülke kurtarılabilir mi!
DEVLET OPERASYONU İSE İDAM FERMANI NEDİR?
“Mustafa Kemal Paşa, kendisini vatanı kurtarması için gönderen padişaha hainlik etti” veya “Atatürk de bizim Vahdettin de bizim” diyen kesimler, milli mücadelenin başarısında Vahdettin’in de payı olduğunu belirtiler. Bunlardan kimisi Mustafa Kemal Paşa’nın görevden alınmasını, sonrasında İstanbul Hükümeti’nin 11 Mayıs 1920’de Paşa’yı ve kimi milli mücadele önderini idama mahkûm edip padişah Vahdettin’in de idam kararlarını 24 Mayıs 1920’de onaylamasını “hata”, “ayıp” saymaktadır. Buna rağmen Vahdettin’i “hain” görmemekte ve “Vahdettin de bizim” diyebilmekteler. Murat Bardakçı bunla ilgili “Bir Devlet Operasyonu: 19 Mayıs” adlı bir kitap bile yazmıştır.
Devlet operasyonudur elbette. Hükümetin imzası, padişahın onayı olmadan resmi bir görevle Atatürk, Samsun’a gidemezdi. Mesele neden gönderildiğidir. Atatürk, “Nutuk” adlı eserinde bunun Türklerin elindeki silahları alarak dirençlerini kırmak için olduğunu belirtir.
Murat Bardakçı, Bandırma Vapuru ile yola çıkmadan önce Yıldız Sarayı’nda Vahdettin’i ziyaretiyle ilgili Atatürk’ün şu anısını nakletmektedir:
“ ‘Vahideddin, hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:
– Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilâve etti:
– Tarihe geçmiştir.
O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükûnla dinliyordum:
– Bunları unutun, dedi. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin!
…Kendisine basit cevaplar verdim:
– Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz…
– Merak buyurmayın efendimiz, dedim. Nokta-i nazar-ı şâhânenizi (görüşünüzü, düşüncenizi) anladım. İrâde-i seniyeniz (emriniz) olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım.
‘Muvaffak ol!’ hitâb-ı şahânesine mazhar olduktan sonra, huzurundan çıktım.’
Samsun operasyonu işte böyle başladı ama Mustafa Kemal Paşa ile sarayın ve Bâbıâlî’nin ilişkileri sonraki aylarda giderek bozuldu.
İlişkilerin içinden çıkılmaz hal aldığı günlerde İstanbul’un verdiği ve tarihimiz bakımından büyük “ayıp” teşkil eden bazı kararların belgelerini de yine bu sayfada görebilirsiniz.”[1]
Aynı diyalog 12. sınıf “İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” ders kitabında da var.[2]Belgeler Atatürk’ün görevden alınması, madalyalarının alınması, vb. Görüldüğü gibi Vahdettin için en fazla “ayıp” kelimesi kullanılıyor. Oysa Atatürk Nutuk’ta “alçak”, “hain” der. Dahası Bardakçı bu diyalogun devamını yansıtmalıydı. Çünkü devamında Atatürk’ün Samsun’a neden gönderildiği yazıyor. Atatürk’ten dinleyelim:
“Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki ecnebi hükümetlerin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahmin ile başka bahislere girişmeyi tehlikeli addettim. Kendisine basit cevaplar verdim: ‘–Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.’ Söylerken, kafamdaki muammayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, temayüllerini, sahtekarlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? Memleketi kurtarmak lazımdır, istersem bunu yapabilirmişim. Nasıl hemen hüküm veririm: Vahdettin demek istiyordu ki hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek mesnedimiz İstanbul’a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri tedib edersem [cezalandırırsam], Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım. ‘-Merak buyurmayın efendimiz, dedim, nokta-i nazar-ı şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım.’”[3]
Sevr’i 22 Temmuz 1920’de Saltanat Şurası’nda onaylayan, İngilizlerle birlikte Kurtuluş Savaşı’nı bastırmak için halife ordusu olan Kuvay-i İnzibatiye’yi örgütleyenlere “hain” denmez de ne denir?
İngilizlere 15 yıl boyunca vali yardımcılıkları öneren padişah ,Yenişafak yazarı Yusuf Kaplan’ın dediği “Seküler Türk devletinin kurulmasında, İngilizler, doğrudan değil, dolaylı olarak rol oynadılar”[4] sözü inandırıcı mıdır?
ATATÜRK’Ü TARTIŞMAK EMPERYALİSTLERİ SEVİNDİRİR
Sevr’in Türk milletini çok sınırlı bir alanda emperyalistlere bağımlı olarak yaşamaya mahkum ettiği söylenir ama Türk milletini Anadolu’dan atıp Orta Asya’ya sürme planları da yapılmıştır. Sevr’i çöpe atan milli mücadele kahramanlarının ve Atatürk’ün önemini yadsımak, “Keşke Yunan kazansaydı!” diyen Kadir Mısıroğlu’nun adını caddelere vermek, emperyalizme karşı milli birliği bozar, kutuplaşmayı artırır. Dolayısıyla PKK, FETÖ üzerinden yeni bir Sevr dayatılırken Atatürk’ün Vahdettin’e “hainlik” ettiğini söyleyerek İngiliz işbirlikçisi göstermek veya Vahdettin’le eşitlemek emperyalizme karşı tarihten güç almamızın engeller. Milletler tarihindeki kahramanlıklarından güç alarak geleceğe yol alır. Emperyalizme karşı milli birliğimizi korumaya çalışırken “Atatürk mü Vahdettin mi?” tartışmasını, tarih tartışmasının ötesine geçirip kutuplaşmaya neden olmamak lazım elbette ama Atatürk’ün hedef alınmasına izin verilmemeli. hele ki Atatürk’e hakaret edenlerin ismi caddelere, hastanelere, okullara verilmemelidir. Çünkü Atatürk’ü hedefe koymak, milli birliği hedefe koymaktır. Buna da emperyalistler sevinir. Atatürk olmadan milli birlik sağlanamaz, vatan savunması yapılamaz.
MUSTAFA SOLAK
[1] Murat Bardakçı, “İşte, Mustafa Kemal Paşa’ya verilen Samsun talimatının Sultan Vahideddin imzalı orijinal nüshası”, Habertürk, erişim tarihi 08.08.22021, https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1974048-iste-mustafa-kemal-pasaya-verilen-samsun-talimatinin-sultan-vahideddin-imzali-orijinal-nushasi, 19.05.2018.
[2] Ders kitaplarında cumhuriyet tarihimiz ve Atatürk ile ilgii çarpıtmalar için “Gayrimilli Eğitim” kitabım incelenebilir.
[3] Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul, 1998, s. 139.
[4] Yusuf Kaplan, “Maddî Bakımdan Büyürken, İslâmî Bakımdan Kan Kaybetmemizin Önüne Nasıl Geçebiliriz?”, 02.04.2018, erişim tarihi 08.08.2021, Https://www.Yenisafak.Com/Yazarlar/Yusufkaplan/Madd-Bakimdan-Buyurken-İslm-Bakimdan-Kan-Kaybetmemizin-Onune-Nasil-Gecebiliriz-2045090