Kim bu “Haşdi Şabi”?
Son dönem haber bültenlerinde ve gazetelerde konu; Irak, Suriye ve İran olduğu zaman alt başlıklardan birisi de Haşdi Şabi olmaktadır. Bir de son dönem Irak’ın Sincar bölgesinde PKK ile ilişkisi konu olunca, örgüt daha merak edilir hale geldi. Peki kimdir bu Haşdi Şabi ve nerede ne yapmak istemektedir?
Kelime karşılığı “Halk Toplulukları” demektir ama terimsel olarak “Halk Seferberlik Birlikleri” gibi bir anlama geliyor. Yani en başında sivil gönüllülerden meydana gelen bir milis yapılanmasından bahsediyoruz. Ya da en azından 26 Kasım 2016 tarihinde Irak Parlamentosu’nun en büyük grubu Şii Ulusal Konseyi’nin hazırladığı yasa teklifi ile Irak Silahlı Kuvvetleri Genel Komutanlığı bünyesine alınana kadar öyleydi. Her ne kadar Sünni milletvekilleri tarafından oylama boykot edildi ise de 19 Aralık 2016 tarihinde Irak Cumhurbaşkanı Fuad Masum yasayı onaylayarak Haşdi Şabi’ye resmiyet kazandıran imzayı atmış oldu.
HaşdiŞabi’yi doğuran şartlar nelerdir?
Şüphesiz, Haşdi Şabi’nin Irak’ta vücut bulmasında en önemli etken Irak Şii toplumunun güvenlik ihtiyacıdır. 2003 yılında ABD’nin Irak işgali ile birlikte başlayan şiddet sarmalının son perdesinde sahneye çıkacak ama sonuçta kendisi de bir şiddet hikayesinin parçası olacaktır. ABD’nin Afganistan’dan sonra Irak’a müdahalesi bölgeye sadece ABD ordu birliklerini getirmemiş aynı zamanda ABD’ye karşı küresel cihat stratejisi izleyen örgütlerinde direniş cephesinde yer almasını sağlamıştır. Bu dış etkenlere bir de ABD ve yerel ortakları tarafından Irak iç siyasetinde ardı ardına yapılan hatalar zaten problemli olan Irak siyasal fay hatlarını sadece kırmamış, paramparça etmiştir. Irak’ın parçalı etnik ve mezhepsel tabanını bir arada tutan Baas mekanizması ve güvenlik aygıtının, yani Saddam dönemi Irak ordusunun ve istihbarat kurumlarının Geçici Koalisyon Yönetimi tarafından lağvedilmesi ve yüzbinlerce insanın sistemin dışına itilerek açlığa ve sefalete sürüklenmesi ile başlayan birikim, güvenlik aygıtının ortadan kalkması ile başlayan kanunsuzluk ve çeteleşme süreci, Ebu Gureyb’de olduğu gibi cezaevlerinde yaşanan insanlık dışı muameleler, Sünni Aşiretlerin yönetimden dışlanması ve özellikle Maliki dönemi Şii temelli baskı politikaları giderek selefi örgütlerle birleşen bir canavar yarattı. Bu denklemin bir parçasıydı. Diğer parçasının hikayesi Ürdün’den Afganistan’a oradan da Irak’a uzanacak sonu IŞİD olacaktır.
1966 Ürdün doğumlu Ebu Musab ez-Zerkavi, 1989’da Afganistan’da Amerikan desteğinde, Sovyetlere karşı savaşmış, geri döndüğünde Ürdün’de tutuklu kalmış 1999’da tekrar Afganistan’a dönmüş bu defa aynı topraklarda Amerikalılara karşı savaşmıştı. 2003’e gelindiğinde Irak’ın kuzeyinde sonradan Irak El Kaidesi olarak anılacak olan Tevhid ve Cihat Cemaati adlı örgütü ile birçok bombalı saldırının failiydi. Ama hedefte sadece Amerikan silahlı unsurları yoktu. Zerkavi’nin savaşında uzak düşman ABD’den ve ABD hedeflerinden önce yakın çevredeki işbirlikçileri ve özellikle de Şii’ler vardı. Bombalı araçlar ve intihar saldırılarından sonra kamuoyu videolu infaz görüntüleri iletanıştı. Hatta son Raşid Halife Hz. Ali’nin Necef’te bulunan türbesine dahi saldırmıştı. İşte buralardan başlayan Şii düşmanlığı, kendisi göremese dahi ki 2006 yılında bir hava saldırısı sırasında öldürüldü, gün gelecek örgütü Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adını alacak hem Irak’ta hem Suriye’de büyük alan kazanacaktı.
Dünya kamuoyu IŞİD’ın adını 10 Haziran 2014 tarihinde Irak’ın en büyük kentlerinden birisi olan ve neredeyse 2 milyona yakın nüfusa sahip Musul’un düşmesi ile duyacaktı. Irak ordusunun, silahlarını dahi bırakıp kaçması bir yana IŞİD’in uyguladığı vahşet ayrı bir şok dalgası yarattı.
Musul’un düşmesinden üç gün sonra, 13 Haziran 2014 Irak’taki Şii toplumunun en yüksek otoritesi Ayetullah Ali Sistani tarafından IŞİD’e karşı halkı seferberliğe davet eden bir fetva yayınlandı. Böylece Haşdi Şabi’nin yani Halk Seferberlik Birlikleri’nin kuruluşuna giden yol açıldı.
“Eli silah tutan herkes terörizme karşı kutsal savaşta yer alsın. Bu savaşta ölenler şehittir. Irak ordusu da cesur olmalıdır. Iraklı siyasiler, silahlı kuvvetlere destek versin ve güçlerini birleştirsinler. İslam’ın zaferi için birlik olun.”
Her ne kadar örgütün kuruluş fikrinin ortaya çıkışında İran Devrim Muhafızları’nın olduğu düşünülse de Haşdi Şabi’nin kuruluşuna giden yolda en önemli adım, Ayetullah Ali Sistani tarafından verilen fetva ve bu fetvanın niteliğidir.
Örgütsel Yapısı, İç ve Dış Dinamikler
Öncelikle belirtilmelidir ki; Haşdi Şabi’nin öncülü olma rolü Sistani’de ve onun temsil ettiği Necef Şii Ekolü olsa da Haşdi Şabi’ye katılımlar sadece Şii topluluklar içerisinden olmamıştır. Çünkü Sistani’nin fetvası bir mezhep temelinde değil teröre ve yaşanan kuralsız şiddete karşı ortak bir amaç içermektedir. Dolayısıyla örgüt içerisinde Irak toplumsal yapısı içerisinde kendisini tehdit altında hisseden Sünni, Ezidi ve Türkmen gibi başka etnik ya da farklı mezhep mensuplarının yer aldığı görülmektedir. Ancak, Eleman profilindeki bu çeşitliliğin sayılara da aynı oranda yansıdığı ifade etmek yanlış olur. Eleman sayısı farklı kaynaklarda farklı şekillerde ifade edilmiş olsa da ortalamada 100 ile 120 bin rakamını telaffuz etmek mümkündür. Bununda yaklaşık 16 bin gibi bir rakamının Şii olmayan unsurlardan gelen katılımlar olduğu tahmin ediliyor. Bu perspektif aslında Irak’ın parçalı demografisi ile paralellik arz etmektedir. Tabi Şii harici unsurların sürecin içine katılması, olası bir ABD müdahalesi düşünülerek İran tarafından ön alma şeklinde de değerlendirilebilir. Bu da gözleri 3 Ocak 2020 tarihinde Bağdat Uluslararası Havaalanında ABD tarafından düzenlenen saldırı ile öldürülen İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani ile birlikte öldürülen Ebu Mehdi El Mühendis’e yani Haşdi Şabi’nin gölgede kalan komutanına çevirmektedir.
Haşdi Şabi’nin kuruluş sürecine tekrar dönersek; 40’tan fazla örgütün katılımının sağlandığı görülmektedir ki; bu da FKÖ gibi şemsiye bir örgüt yapısını öne çıkarmaktadır. Yani birçok örgütün bir araya gelmesinden müteşekkil bir nevi federasyonel örgütlenme mevcuttur. O zaman geleceğimiz yer; eleman profilinin ötesinde Haşdi Şabi’nin gövdesini oluşturan örgütlerin profilleridir. Bunun anlamı Haşdi Şabi’nin genel geçer bir değerlendirme ile ifade edilirse; İran’ın Irak içindeki jeopolitik derinliğinin vücut bulmuş hali midir? Ya da Irak’ın Necef Şii Havzasından doğmuş Şii/Arap ekolünü mü temsil etmektedir. Tabi bir de bunun içerisine Irak iç siyasal ilişkileri de girecektir.
Doğrusu Haşdi Şabi’de Ortadoğu siyasetinin ya da Irak siyasetinin iç içe geçmiş girift yapısının her kuruma sirayet ettiği gibi ya da doğrusu doğuştan bu özelliklere sahip olması gibi parçalı ve eklektik yapıya sahip olduğudur. Örgütsel dağılıma ışık tutulduğunda; içerisinde 80’li yıllarda İran-Irak Savaşı’nda hem Iraklı olup hem de İran saflarında savaşmak için kurulan örgütlerin, hem 2003’te ABD’ye direnmek için kurulan örgütlerin hem de Haziran 2014’ten sonra yeni yetişenlerden kurulmuş milis yapıların mevcut olduğu söylenebilir. Bununla birlikte Haşdi Şabi içerisinde aşiretler, bölgesel ve yerel düzeyde etkili olan gruplar da ortaya çıktı. Bu grupların büyük bölümü belirli bir bölgenin korunması ve kontrol sağlanması amacıyla bölge halkı ya da söz konusu bölgedeki bir azınlık tarafından kuruldu.
Bu veriye bir ilave olarak Haşdi Şabi’nin eğitim ve donatımının İran Devrim Muhafızları tarafından sağlandığını eklediğimizde ortaya çıkan savaş makinasının ayarlarının İran tarafından yapıldığını söylemek yanlış olmaz. Ancak, IŞİD ile savaş, kutsal mekanların korunması ve üst paket eklentisi olarak da ABD nüfuzunun kırılması gibi amaçlar sadece İran politikasının özelliği değildir. Irak içerisinden yükselen Şii/Arap ekseni Haşdi Şabi üzerinden İran ile stratejik bir ittifaka da dayanabilir. Çünkü, Irak Şii toplumunun yekpare bir şekilde İran güdümünde olduğunu ifade etmek yanlış bir politik okuma olur.
Anılan ittifakın beslendiği motivasyonun kaynakları açısından bu noktada 3 temel akımdan söz edilebilir ki bu Irak özelinde Şii Politik atmosferi ve Necef Havzası konusunda bir fikir verir.
Bunlardan ilki Irak Şii toplumunun teolojik açıdan önderi olan 1930 Meşhed doğumlu Ayetullah Ali Sistani’dir. Son dönemde adı en çok Papa Francis ile Irak’taki evinde yaptığı görüşme ile anılsa da Irak’ın siyasetinin kritik dönemlerinde oynadığı rol ve taşıdığı Merci-i Taklit konumu Sistani’yi Irak siyasetinin en kilit figürlerinden birisi haline getirmiştir. 2014 yılında Haşdi Şabi’nin ortaya çıkmasını sağlayan fetvanın toplumsal karşılığı yüzbinlerle ifade edilebilir. Sonuçta; Irak’ta Şii/Arap ekseninde bugün Sistani’nin oturduğu “merciyet” makamı sadece teolojik bir bağlılığı ifade etmez daha ötesinde İran’ın velayet doktrininin de alternatifidir.
Diğer yandan Haşdi Şabi’nin Sistani’nin fetvasıyla kurulması nedeniyle “Iraklı” bir kimliği olsa daİran’ın milis gruplar vasıtasıyla Haşdi Şabi üzerinde büyük bir etki kurduğunu belirtmekte fayda var. Sonuçta; HaşdiŞabi’yi oluşturan Nuceba, Ketaib Hizbullah, KetaibSeyyidŞuheda gibi grupların bir bölümü İran tarafından yönlendirilen örgütler olup Devrim Muhafızları ile sıkı bağlara sahiptir. Daha 1982 yılında İran – Irak savaşı sürerken İran güdümünde kurulan Irak İslam Devrimi Konseyi (2007’den itibaren Irak İslam Yüksek Konseyi) ve bağlı milis gücü Bedir Tugayları özellikle Haşdi Şabi’nin en büyük paydaşlarından birisidir. 2018 seçimlerinden ikinci çıkmayı başaran Fetih koalisyonunun liderliğini yapan Hadi el-Amiri’nin aynı zamanda Bedir Tugayları’nın da komutanı olduğu düşünülürse Irak iç siyasetinin atmosferi daha iyi anlaşılır.
Tabi bu ilişki bir yanda İran’ın Irak içerisinde jeopolitik derinliğini artırma çabasına, Irak Şiiliğini bütünü ile etki altına alma ve ABD nüfuzunu kırma hevesine bağlanıyor olsa da karşısında hem ABD hem de Irak Şii/ Arap bloku bulunmaktadır. ABD Irak’ta Haşdi Şabi içerisinde faaliyet gösteren En Nuceba Hareketi, Irak Hizbullahı gibi örgütleri terör örgütü listesine almanın ötesinde hiç şüphesiz en cüretkâr hareketi Kasım Süleymani’ye karşı saldırı olmuştur. Irak içerisindeki uzantıları üzerinden bir derinlik ve hareket kabiliyeti ele geçiren İran’ın ABD ile olan nüfuz mücadelesi bir tarafa, başta En Nuceba gibi örgütler üzerinden Türkiye’yi hedef alması ve son dönemde Sincar’da PKK ile olan ilişkisi de gözden kaçmamalıdır.
Irak Şii bileşeninin üçüncü parçası ise şüphesiz Ortadoğu profilinin oluşumuna büyük katkıları olan, Şii/Arap dünyasında çok önemli isimleri yetiştirmiş Lübnan kökenli Sadr ailesi son kuşak temsilcisi Mukteda El Sadr ve taraftarlarından oluşmaktadır. Dedesi olan Ayetullah Muhammed Bakır es-Sadr 1980’de Saddam tarafından idam edilmiş, 1999’da babası ve ağabeyleri tartışmalı bir suikasta kurban gidince hiç hesapta yokken ailenin başına geçmiştir. 2003 sonrası ne İran ne de ABD ile arası uzun vadeli ve istikrarlı bir çizgi takip etmemişti. Her ne kadar her iki devlette Sadr ile ilişkileri geliştirmeyi denemiş olsa da agresif ve çatışmacı kimliği baskın çıkmış kontrolündeki Mehdi Ordusu ABD’yi epey uğraştırmıştır. Bu aşamada açıkça belirtilmesi gereken konu Mukteda es-Sadr’ın ailesinden önemli Şii alimleri çıkmış olmasına rağmen kendisi bir dini otorite değildir. Hatta yetiştiği kuşak itibari ve ilahiyat derslerinden ziyade bilgisayar oyunlarına kafa yorması nedeni ile lakabı bile “Molla Atari” ye çıkmıştır.
Saddam döneminde baskılara rağmen İran’a ya da Londra’ya sığınmayan ve sürgüne gitmeyip Irak’ta kalmayı tercih eden baba Sadr’ın Irak Şii toplumundaki saygınlığını artırmıştır. 1999’da baba Sadr’ın suikast sonucu hayatını kaybetmesi ki Saddam yönetimi, baba Sadr’ın İran’a olan mesafeli duruşu nedeni ile suikastın arkasında İran ve Süleymani’nin olduğunu iddia etmiş, İran Saddam rejimini suçlamıştır. Neticede Ortadoğu atmosferi, karmaşık ilişkiler ağının, iç içe geçmiş denklemlerin, çabuk kurulup çabuk dağılan ittifakların coğrafyasıdır, bazı olayların tarih boyu aydınlatılması mümkün olmayabilir.
Ancak, Mukteda es-Sadr’ın babasından devraldığı mirası tüketmediği açıktır. Yaptırım dönemlerinden itibaren devam ettirdiği sosyal yardım faaliyetleri ile halk tabanını diri tutup yakaladığı toplumsal dinamiği işgalci olarak nitelendirdiği ABD güçlerine kanalize etmiş ve yaklaşık dört yıl boyunca ABD’liler ile savaşmıştı.Sadr’ın bu hareketi Irak toplumundan destek almasını sağladı ve direnişin sembolü haline geldi. ABD’nin Irak işgalinin ardından geride büyük bir yıkım bırakması ve kurulan düzensiz anayasal ortam, Sadr’ın daha çok destekçi bulmasını sağladı. Mehdi Ordusu ve Sadr Hareketi büyük bir siyasi aktör haline de dönüşmeye başlamıştı. Yıllar içinde geliştirdiği siyasi kampanya 2018 Irak seçimlerinde Sadr’ın desteklediği Sariun İttifakının birinci olmasını sağladı.
Dr. SELÇUK TEKİN ÖZER
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/sistani-den-iside-karsi-cihad-emri/151443
2Merci-i Taklit; Caferi Mezhebi mensuplarının dinin muamelat ve itikat ile ilgili konularında takip edilen içtihat seviyesine ulaşmış kişiyi tanımlar. Esasen dini alan ile sınırlı olan taklit mükellefiyeti zaman içerisinde siyasi alanı da içine almıştır.
3 Irak Genel Seçimleri, Irak’ta Yeni Bir Siyasi Kültür Arayışı, Seta, Mayıs 2018, S. 239.
4https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/iraq/14022021
5https://www.indyturk.com/node/125536/türkiyeden-sesler/ortadoğu-notları-7-sadr-ailesi
6https://www.mepanews.com/sadr-ve-iran-arasindaki-ihtilafin-gecmisi-ve-muhammed-sadik-es-sadr-suikasti-32906h.htm