Yunanistan’dan bir amiral ve kitabı

E. Koramiral Antonis Antoniadis 2002–2005 yılları arasında Yunan Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak görev yaptı. Onunla 2005 yılı başında şahsen tanıştım. 20. Deniz Kuvvetleri Komutanı (Merhum) Oramiral Özden Örnek’in resmi davetlisi olarak Türkiye’ye gelmişti. O dönemde Tuğamiral rütbesinde Deniz Kuvvetleri Strateji Daire Başkanı idim.  24-28 Ocak 2005 tarihleri arasında gerçekleşen bu ziyarette kendisine Ankara, Gölcük ve İstanbul programı boyunca eşlik etmiş, beş gün boyunca fikirlerini dinleme ve yakın tanıma fırsatım olmuştu. Ziyaret, Amiral Örnek’in Olimpiyat Oyunları sırasında 2004 Ağustos’unda gerçekleşen Atina ziyaretinin karşılığında gerçekleşmişti. NATO kapsamında olmadığı için yakın tarihimizde bir ilkti. İki akılcı ve bilge komutanın tarihin o döneminde bir araya gelmeleri büyük bir şanstı. Ege’de mevcut son derece yakıcı sorunlara rağmen iki Amiral diyalog yolunu açık tutabilmişti.

YUNANİSTAN’DA AKİL BİR AMİRAL

Amiral Antoniadis, son derece samimi, centilmen, evrensel kültüre hâkim ve aynı zamanda çok birikimli akil bir şahsiyetti. Açık ve yenilikçi fikirlere sahipti. Özellikle kendi ülkesinde tabu sayılabilecek başta din, yani Ortodoks Hıristiyanlık kurumu ve Türk Yunan ilişkileri olmak üzere pek çok hassas konu hakkında cesurca fikirlerini söylüyor ve savunuyordu. Laik bir dünya görüşü vardı. Bizans, Pan Helenizm, Megali İdea gibi hayalperest kavramların çok uzağında bir devlet adamıydı. Bu nedenle yıllar sonra emekliliğini takiben kilise tarafından istenmeyen kişi ilan edildiğini öğrendiğimde hiç şaşırmamıştım. Yunanistan’da ruhban sınıfının iç politika ve toplum sosyolojisi üzerindeki etkilerine yönelik eleştirel fikirleri çok öğretici idi. Diğer yandan bireyler bazında gayet iyi işleyen Türk-Yunan ilişkilerinin, devletler ve hükümetler arasında da zamanla düzeleceğine ve normal seyrine gireceğine inanıyordu. Amiral Antoniadis 2008 yılında yani emekli olduktan 3 yıl sonra ‘’Üniformayı Çıkarırken’’ isimli bir oto biyografi kitabı yayınladı. Atina’daki Kaktos Yayınevinden çıkan ve Türkiye’de bulunmayan 236 sayfalık bu kitabı bugünkü jeopolitik ve teopolitik konjonktürün sosyo psikolojik atmosferinde okudum.

ÜNİFORMAYI ÇIKARIRKEN İSİMLİ KİTAPTA DİN KONUSU

Amiralin önemli tespitleri var. 2008’de Din ve Helenizm için şunları yazmış: ‘’Dini bakımdan ben ılımlı hatta ilgisiz denilebilecek ailevi bir ortamdan gelmiştim. Ergen biri olarak hiçbir zaman din karşıtı bir fanatik olmaksızın, kiliseye eleştirel bir ironi ile bakabilen pasif bir Hristiyan’dım. Kiliseye çoğu zaman ziyaretlerde bulunuyordum. Basitçe söylemem gerekirse kendimi o ortama uzak ve yabancı hissediyordum. O kadar insanın bir araya toplanma nedenini yadırgıyordum. Ne ilahiler ne siyah giymiş uzun sakallı rahipler ne mumlar ne de tütsüler, dini huşuyu hissetmeme neden olmuyordu. Acemice yapılmış freskler, ikonlar, solgun simalar ile maddesizleştirilmiş azizler, bana komik hatta budala görünüyordu. Mantıklı düşünemeyen zavallı bir çevre izlenimi veriyordu bana. Bütün bunları merakla inceliyordum ancak bütün bunların ne Yunanistan’la ne de Yunanlılık’la ilgisi vardı…Helenizm ve Hristiyanlığın hem düşünce hem de yaşam biçimi olarak çok büyük farklılıklara sahip olduğunu tespit etmek için tarih araştırmacılarının sahip olduğu yeteneğe sahip olmak gerekmiyor. Az da olsa hepimiz antik Yunan tarihini öğrendiğimize göre, atalarımızın felsefeye, rasyonalizm ve özgürlüğe doğuştan bir eğilimleri olduğunu biliyor olmamız gerek. Atalarımız her konuda mantıklı bir açıklama ararlardı. İnsan beyninin bütün gerçeği algılayabilecek durumda olmadığı ilkesinden hareketle katı bir doktrin benimseyen Hristiyanlık, tam aksine her şeyin kader olduğuna ve Tanrı’dan geldiğine inanır. Kültürel gelişmeden hiç hoşlanmaz ve felsefeden nefret eder. Başpiskopos 25 Eylül 2000 tarihinde Elephtrophia gazetesine verdiği, Descartes‘ın ‘’düşünüyorum öyleyse varım’’ özdeyişini bile eleştirdiği mülakatından başka hiçbir şey, bu zihniyeti daha iyi bir şekilde kanıtlayamaz. Şu ilerici düşünceye ve savaş sebebi olarak gösterdiği sebebe bir bakın. Diyor ki: ‘Bu Özdeyiş Avrupa’da uygulandı ve Avrupa’nın akılcılığa boyun eğmesine, yani insan aklının dünyada var olan her şeyin üzerinde olduğuna inanılmasına sebep oldu.  Bundan akılcılık, ondan da Tanrı’ya sadakatsizlik doğdu. Bu sadakatsizlik de savaşları ortaya çıkarttı.’ Düşünebiliyor musunuz akılcılığı 21. yüzyılda inkâr ediyor. Antik Yunan düşüncesinin özü 2500 yıl sonra eleştiriliyor. Eğer bütün bunlar bugün bu kadar rahatça söyleniyorsa eskiden kim bilir neler söyleniyor ve yapılıyordu.  Yunan nesli acaba ne kadar karanlık dönemler yaşadı. Kilisenin başındaki kişinin bu tespitinden sonra umarım Yunan ruhunun Hristiyan ideolojisi ile kıyaslanması konusunda hiçbir tereddüt kalmamıştır. Ayrıca hayat tarzı konusunda da arada derin bir uçurum var…Son olarak Hristiyanlığın klasik Yunan dönemine karşı duyduğu nefret kapsamında Yunan anıtlarını yıkmak ve her biri mimari şaheser olan antik tapınakların üzerine zevksiz kiliseler inşa etmek suretiyle açıkça sergilediği karşıtlığı asla unutmamamız gerekir. Son 2000 yıldır Helenizm’in en öfkeli Savaşı Hristiyanlıktır. Bütün bunlara rağmen yakın geçmişte ortaya çıkan ve Yunan Hristiyanlığı denen kavram öğretilmeye devam ediyor. Yeni Helenizm, yani Megali İdeanın bilimsel olarak desteklenmesine esas teşkil etmesi maksadıyla 1800 yılından hemen sonra ortaya çıkan bu ideoloji, temel olarak Bizans’ı benimsemeyi amaçlamakta ve bunun modern Yunanistan’ın beşiği olduğunu savunmaktadır. Ancak, Yunanistan niçin gittikçe zayıflayan ve hile entrika ve cinayetler dışında en büyük başarısı insan ruhunun köreltilmesi olan Roma İmparatorluğu’nun varisi olarak gösterilmektedir. Bunu anlamıyorum. İmparatorluğu yöneten 89 imparatordan sadece iki veya üçünün Yunan kökenli olarak kabul edilebileceği göz önüne alındığında, Yunan imparatorları hakkında söylenenlerin de uydurma olduğu kolayca anlaşılabilmektedir.’’

YUNAN SİYASİ İKLİMİ ÜZERİNE GÖRÜŞLERİ

Amiral, Yunanistan’ın mevcut siyasi yapısı hakkında şunları kaydediyor. ‘’Siyasi bir vicdan ve anlayış kazanmaya başladığımdan beri parlamenter sistemimizin siyasi esas ve çalışma şekli hakkında hiçbir zaman gurur duymadım. Bunların dışında söz konusu yapının özellikle üçüncü dünya demokrasilerinde karşılaşılan iki yüzlü bir anlayışta şekillendiğini kabul ediyorum. Bu sistemde kayırmacılık derin köklere sahiptir. Bu duruma ortalama Yunanların bencilliği ve kompleks anlayışı eklendiğinde devlet sistemimizin etkisizliği ve basitçe değersizliği için bir reçeteye sahip oluyoruz.  Bunun adı Yunan sistemidir. Hiçbir zaman çok ciddi bir parlamento ve saygın bir devlet mekanizması yaratamadığımıza inanıyorum. Hiçbir şekilde ayakta kalmamış siyasi ideolojiler etrafa saçılıyor. Ahlaki değerler yok oluyor, vatansever duygular adeta rüzgâra kapılıyor, az sayıdaki toplumsal hassasiyetler ruh gibi dağılıyor… Bazen kendi kendime ‘bu ülkenin devlet mekanizması, koşullara bağlı ve kendi çıkarlarını gözeten politikacı ve partilerin tekrar seçilmek için seçmenleri cezbetmek gibi tek bir amaç üzerine mi kurulmuştur?’ diye soruyordum. Zira bu ülkede siyasi otorite tamamıyla kişisel çıkarların emrindedir. Bu üçüncü dünya zihniyeti olan, bozuk düzene bağlılık, Yunan Silahlı Kuvvetlerinin de genel bozukluğuydu. Bunun orduya da yansımaları var.  Siyasi liderler, devlet memurlarını partileri için olabildiğince elverişli hale getirebilmek için birer yığın haline getiriyorlar. 2007 yazında Yunanistan’ı tam anlamıyla cehenneme çeviren yangında Yunan Silahlı Kuvvetlerinin tam yedi gün boyunca yangına karşı iktidar zarar görmesin diye adaletsizlikle sessiz kalması ve ancak sekizinci gün yapılan eleştiri ve çağrıların ardından bir şeyler yapmayı düşünerek nihayet kışlaların dışına çıkmak zorunda kalmış olmaları konusu üzerinde durmak gerekir.’’

TEKNİK VE LOJİSTİK AKSAKLIKLAR

Amiralin bahriye kariyerinde de çarpıcı tespitleri var. Gerek Lojistik ve Eğitim Komutanlığı gerekse suüstü muharip görevleri sırasındaki önemli gözlemleri dikkat çekiyor, 1996 Ocak ayında yaşanan Kardak Krizi sırasında Türkiye ile savaş aşamasına gelmişken bir bakanın oğlunun torpille Deniz Kuvvetlerinde kara birliğine tertiplenmesine son derece içerlediğini kitapta okuyoruz. Devam ediyor: ‘‘Deniz Lojistik Komutanlığım sırasında donanmanın harbe hazırlığı ile ilgili temel problemlere yönelik gözlemlerim oldu. Buna paralel olarak burada ciddi duyarsızlıkları da gördüm… Bürokrasinin yüklediği sorumluluk korkusu ile o günlere kadar sadece dolaylı bir şekilde varlığını hissettiğim kamu yönetiminin verimsizliğini de gördüm… Yine burada bir savaş gemisinin inşası ve ikmalinin özel sektördeki bir ticaret gemisinin inşası ve ikmalinden üç kat daha fazla sürdüğünü gözlemledim…Girit deniz üssünü denetlemem sırasında oldukça yaşlı bir sivil memur bana çok tipik cevap vermişti. Kendisine savaş gemisinin harbe hazırlığına doğrudan zarar veren kritik bir malzemenin oldukça geç tedariği ile ilgili bir soru sordum. Bilgili bir ifadeyle bana ‘Sayın Amiral koşturmak ve yürütmek için malzemenin ayakları yoktur. Bunu Almanya’dan ne zaman gönderirlerse biz de onu o zaman teslim alırız. Endişelenmenize gerek yok.’ 

EĞİTİM KONUSUNA YAKLAŞIMI

Amiral Eğitim Komutanlığı sırasında da önemli gözlemler yapmış. Şöyle yazıyor: ‘’Yunan Devleti’nin öncelik verdiği konular arasında eğitim, son sıralarda gelmekte ve bunu gizleme gereği dahi duymamaktadırlar. Yunan devletinin eğitim alanındaki bu kötü şöhreti deniz kuvvetlerinde de yaşanmaktaydı… Eğitim alanında beklediğimden daha fazla bir tepki ile karşılaştım… Deniz Lojistik Komutanlığı ‘nda kadercilik ve beyhude bir bürokrasi hakimken, Eğitim Komutanlığında daha kötü bir manzara hakimdi. Yani tam bir kayıtsızlık hali… ‘’

MUTLU OLDUĞU ANLAR

Amiral Antoniadis’in kitabının büyük bir bölümü Yunan siyaset ve din kurumlarının çok ağır eleştirileri ile dolu. Ancak iyimser ve mutlu olduğu dönemleri ve olayları da kitapta aktarıyor. Örneğin 20. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in ilk kez Yunanistan’a resmi ziyarette bulunan bir Türk Amirali olarak kendisi tarafından davet edilmesi ile kendisinin karşı ziyarette bulunması onun unutamadığı en önemli olaylar arasında yer alıyor. Kitapta bu gelişmeye ayrı bir bölüm ayırdığını vurgulayalım. Şöyle diyor. ‘’Dönemden döneme her zaman çirkinliğin içerisinden bir bataklık çiçeği gibi beliren ve bataklık görüntüsüne geçici de olsa bir güzellik veren küçük istisnalar olacaktır. Benim için bu istisna Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak görev süremin dolmasına yakın zamanda Türk meslektaşımla karşılıklı resmi ziyaret konusunda önceden örneği hiç yaşanmamış şekilde Savunma Bakanlığının onayını almam olmuştur.’’

TÜRK-YUNAN SORUNLARINA BAKIŞI

Kitap Türk Yunan sorunlarına geniş yer ayırıyor. Ancak Antoniadis bazı istisnalar olsa da Türk tezlerine hak veren yaklaşım sergiliyor. Şöyle diyor: ‘’Genel Kabul gören geniş çaplı Türk tehdidine inanmadığımı defaten açıklamıştım. Yıllar geçtikçe anlaşamadığımız konuların çoğunun işin özünden değil de politikacıların budalalıklarından kaynaklandığı inancı yerleşiyor’’. Biraz kitabın dışına çıkalım. Amiral Antoniadis, kitaptan 12 yıl sonra 10 Şubat 2020 tarihinde Yunan haber sitesi militaire.org’a verdiği mülakatta şunları söylemişti. ‘’Türkiye bölgesel anlamında büyük bir güçtür. ABD’den sonra NATO’nun en güçlü silahlı kuvvetlerine sahiptir. Jeostratejik önemi çok büyüktür…Yunan halkı, Ege’nin tümünün Yunan denizi olduğuna inanıyor, zannediyor. Dolayısıyla bir Türk savaş gemisi bir adaya 6.5 mil yaklaştı mı ‘Burada ne işi var’ diyor. Yunan dış ve savunma politikalarındaki yanlışların önemli bir bölümü ise bilgisizlikten kaynaklanıyor…Türkiye ile müzakere yapmalıyız. Ancak, Türkiye ile eşit şartlarda müzakere masasına oturacağımızı zannediyorsak hiçbir şey başaramayız. Müzakere masasında tüm istediklerimizi kazanacağımıza inanıyorsak yanılıyoruz…’’ 2020 Temmuz ayı başında bir Yunan televizyon kanalına verdiği mülakatta da aynı fikirleri savunmaya devam etti. Gergin bir ortamda, program yapımcıları ile moderatör beklentilerini karşılamayan Amiral, karşısındaki fanatik ve Türkleri küçük gören yorumlara aldırış etmeden pek soğuk kanlı bir şekilde özetle şunları söylemişti. ‘’Sorunuzu (Girit güneyine Türk sondaj gemisi gönderilirse ne olur?) anlayamadım, gemiyi batıracağınızı söylüyorsunuz, ama bizim o bölgeye sahip olduğumuzu belirttiğimiz bir münhasır ekonomik bölgemiz yok, ne hakla gemilerini batıracağız…Türkiye çıkarlarına bakıyor ve gerçekten de çok iyi gidiyor. Uluslararası hukuk çerçevesinde yapmak zorunda olduğu şeyi mutlaka yapıyor…Uluslararası hukukun bir amacı ve bir faydası vardır, en güçlü yasalara karşı bir set gibidir…Biz Makedonlardan güçlüyüz ve isim davasında onlara bizim yasalarımızı kabul ettirdik. Ve şimdi ise bize bunu Türkiye yapıyor. Hatırlatayım uluslararası hukukun icra yöntemleri yoktur, kimseyi buna zorlayamazsınız…’’ 

PROFESÖR ROZAKİS İLE PARALEL DÜŞÜNCELER

Amiral Antoniadis gibi gerçekleri konuşmaktan çekinmeyen bir diğer Yunan şahsiyet de Hukuk Profesörü Hristos Rozakis’tir. 2020 yılının temmuz ayı başında uzaktan katıldığı bir röportajda, sunucu ile aralarında şu tartışma geçmişti. Sunucu: ‘’Yani şu an Ege’de 12 mile genişletme yanlış mı olur?’’ Rozakis: ‘’Yunanistan’ın şu an 12 mil karasuyu ilan edecek kapasiteye sahip olmadığını anlamanız lazım.’’ Meis adası ile ilgili bir soru üzerine Rozakis: ‘’Sanırım sen Meis’e kafayı takmışsın. Türkiye’nin kıyıları uzun ve daha geniş kıta sahanlığı çizme hakkı var.  Ayrıca Meis Türk sahillerine daha yakın.’’ Profesör bu sözlerinden 2 gün sonra hükümete bağlı Yüksek Bilim Konseyinden ihraç edildi ve medyada aleyhinde linç kampanyası başlatıldı.

TEŞVİK EDİLEN TÜRK-YUNAN DÜŞMANLIĞI

Amiral Antoniadis Ege’de Yunan kaynaklı sorunların siyasetçiler tarafından köpürtüldüğünü savunuyor. Ben bu yoruma şunu eklemek isterim. Yunanistan’ın denizci hegemonya tarafından 19. Yüzyılda kuruluş gayesi Ege Denizinin iki yakasının sürekli düşman olarak tutularak, Türk Boğazları ve Karadeniz üzerinden Asya’nın içlerine uzanan bu kritik deniz alanının tek bir jeopolitik irade kontrolüne girmesinin engellenmesiydi. O nedenle her zaman vurguladığımızı tekrar edelim. Dün olduğu gibi bugün de Türkiye ve Yunanistan NATO’da kaldıkları yani ABD/AB ortak jeopolitik iradesine teslim oldukları sürece aralarındaki düşmanlığı önleyemezler. Bu rekabet ve bölünmüşlük en azından Ege’nin bir yanını Amerikan vassalı olarak tutmaya katkı sağlar ve devam eder.  Bu durumu en güzel Yunan Türkolog Ordinaryüs Profesör Dimitri Kitsikis özetliyor: 2019 yılında verdiği bir TV mülakatında şunları söylemişti: ’Türkiye söz konusu olduğunda büyük bir hata yaptığımızı anlamadıkça sorunlarımızın çözüm şansı yok. Aslında biz değil, batılılar 1821’de bu küçük devleti kurmak için bizi tuzağa düşürdüler…1923’te biz 7 milyon nüfusa sahipken Türklerin 11 milyon nüfusu vardı. Bugün bizim 11 milyon olduğumuzu ve Türkiye’nin 81 milyon olduğunu milyonlarca kez söyledim. Yani ne olmasını bekliyorsunuz? İşe yaramaz, tamamen çökmüş durumdayız geri savaşabilecek durumda mıyız?

SONUÇ

Yunanistan’ın Antoniadis gibi amirallere Rozakis ve Kitsikis gibi akademisyenlere ihtiyacı var. Popülizmden ve yolsuzluk siyasetçiliğinden uzak, Anglosakson hegemonya ve din tacirlerinin düşünce ve söylemlerinden masun kanaat önderleri arttıkça Yunanistan doğru yolu bulacaktır. Atina, 21’inci yüzyıl Türkiye dinamikleri ve gerçekleri ile yüzleşmesi gerekir. Haksız bir şekilde her şeyi istediklerinden kaybedeceklerini bilerek bu gerçeği kabul etmeleri gerekir.  Eğer bu yüzleşmeyi yapmazlarsa, Ege ve Doğu Akdeniz’deki barış ortamını bozma sorumluluğu onlara ait olacaktır. Hem uluslararası hukuka vurgu yapıp hem Türkiye’nin deniz çıkarlarını yok sayacak oldu bittilere izin vermemizi beklememeleri gerekir. 1577 km güney kıyı uzunluğuna sahip Anadolu’nun kıta sahanlığı karşısına 20 km. kıyıya sahip Meis Adasını çıkaramazsınız. Ege Denizinin açık deniz alanlarını ve kıta sahanlığını karasularınızı genişleterek Türkiye aleyhine küçültemezsiniz.  Denizciliği sadece Yunanistan’a ait bir ayrıcalık olarak gösteremezsiniz. EGAYDAAK statüsündeki 153 ada adacık ve kayalığı ilelebet sahiplenemezsiniz. Güney Kıbrıs Rumlarının boyundan çok büyük emrivakilerini kabullenmemizi bekleyemezsiniz. Mavi Vatanımızdan 150 bin km kare alanı gasp etmenizi onaylamamızı bekleyemezsiniz. Son olarak Yunanistan içerde kendi geçmişinin hayal dünyasında yaşayabilir. Sonsuz fanteziler kurabilir. Ama bunu dışarıya Ege’ye, Akdeniz’e, Karadeniz’e Türkiye’nin egemenlik ve çıkar alanlarına taşımamalıdır. Türkiye de Mustafa Kemal Atatürk’ün altı okta hayat bulan iç ve dış siyaset prensiplerine dönmedikçe, Amiral Antoniadis’in kendi ülkesine yaptığı eleştirilerin çok daha fazlasının benzerleri ile karşılaşmaya devam edecektir. Türkiye devleti laik kalamadığı, halkının etnik ve din fay hatları ile bölünmesini engelleyemediği sürece hak ettiği hızlı kalkınma ve hak ettiği uygarlık seviyesine erişmede büyük gecikmeler yaşayacaktır. İktidar ve muhalefetin Atatürk’ün altı okta somutlaşan Kemalist rotasına dönmekten başka çaresi kalmamıştır. Bu kaçınılmaz yarındır.

Cem Gürdeniz