Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş, cihatçıların ani taarruzlarıyla yeni bir aşamaya geçti.
Oysaki, 2010 yılında Türkiye ziyareti esnasında tanıma fırsatı bulduğum Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın, ülkesini parçalanmaya kadar götüreceğini aklıma bile getiremezdim.
Baba tarafımın 1910’lı yıllarda Halep’ten göç etmiş olması bir yana, bu ziyarete ilgi duymamın nedeni, Suriye’nin ülkemiz aleyhine izlediği can acıtıcı siyasetiydi.
En dikkat çekici olanları:
- Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsü ve İsmet İnönü’nün azimli politikalarının sonucu olarak, Hatay’ın Türkiye’ye katılımının Suriye yönetimi tarafından kabullenilmemesi.
- Soğuk Savaş’ın bölgeye etkisi neticesinde, 1957 Türkiye-Suriye krizi.
- Kıbrıs’ta Yunanistan’ı desteklemesi ve askeri iş birliği.
- PKK ve örgütün elebaşına ev sahipliği.
- Irak ile hareket ederek sınır aşan sularda hak iddiası.
Ziyaret, iki ülkenin geleceğe güvenle bakmasına ve bölgenin barış ve istikrarına katkı sağlamasına umut vaat ediyordu.
Halk ayaklanmasında, sürecin rejim tarafından kötü yönetilmesi, Suriye Devleti’nin geleceğini tehlikeye sokmuştur.
Birçok ülke askeri gücünün dahil olduğu vekâlet savaşları, siyasi ve sosyal istikrarsızlığın asıl kaynağını oluşturdu.
İlk anlarda rejim karşıtı sürdürülen çaba ve mücadele, daha sonraları ABD tarafından farklı bir noktaya getirilince, iç savaşın gidişatı ve isyanın niteliği Türkiye için öngörülemeyen bir hal aldı.
Adana Mutabakatı dururken, ABD ve RF (Rusya Federasyonu) ile imzalanan mutabakatlar, Türkiye’nin manevra sahasını hepten kısıtladı.
Uluslararası hukuk temelinde, Suriye topraklarında sürdürülen terörle mücadele harekâtları, 911 km’lik sınırın tamamında hakimiyet sağlanmasında yetersiz kaldı.
PKK’yı yok etme düşüncesi, ABD’nin yan çizmesiyle sonuca ulaşamadı.
Suriye iç savaşı ve ihtilafların çözülmesine yönelik Cenevre ve Astana görüşmeleri ise bir çözüm üretemedi.
Beş yıllık bir sükunetten sonra son olaylarda dahlinin olmadığı açıklaması yapan ABD, Irak’taki benzeri bir devletçiği henüz oluşturamadığından sancılıdır.
RF ve İran’ın içinde bulunduğu durum, Suriye’ye eskisi gibi destek vermesini mümkün kılmamaktadır. Irak’ın asker göndermeyi içeren açıklamalarının karşılığını bulması güçtür.
Fransa tarafından servis edilen ve eyaletleri içeren harita ise ütopiktir.
İsrail’in Halep ve Şam’a geliştirdiği hava taarruzlarına kayıtsız kalan Suriye Ordusu’nun, muhalifler karşısındaki bölünmüş durumu rejimin geleceği açısından endişe vericidir.
Halihazırda rejim, sınırlarında ve topraklarında kontrolü büyük oranda kaybetmiş, meşruiyetini yitirmiş durumdadır.
Dışarıdan kontrol edilen etnik ve mezhepsel bağlantılı vekâlet savaşçıları, kendi ülkelerinin geleceğini kararttıklarını göremedikleri sürece, Suriye Meselesi daha çok su kaldıracaktır.
MGK kararları dahil üst düzey görüşme taleplerine karşılık bulamayan Türkiye’nin yapması gerekense…
- Atatürk’ün ¨Yurtta Sulh, Cihanda Sulh¨ özlü sözüne göre hareket etmelidir.
- Suriye’nin toprak bütünlüğünü her bir platformda savunmalıdır.
- Terör faaliyetlerine yönelik ordusunu teyakkuzda tutmaya devam etmelidir.
- M4 karayolunun kuzeyinin tamamını yalnızca kendisi kontrol etmelidir.
- Sığınmacıların istedikleri yere gitmesi için kapılarını açık tutmalı ve Batı isteklerine göre hareket etmeyerek Geri Kabul Antlaşması’na son vermelidir.
Beşar Esad yolun sonunda mıdır? Bilinmez ama Suriye’nin geleceği açısından Türkiye ile yakınlaşması, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) önünde en önemli engel olacaktır.
Son sözse; “Stratejik, taktik ve risklerden haberdar olunmalıdır.”
İsmet Hergünşen