Jeostratejik konumu güçlü olan ülkelerin ikili anlaşmalarla yükümlülüklere girmesi, ülkelerinin güvenliklerini tehlikeye atabilir.
Hele ki bu anlaşmalar ABD ve Rusya Federasyonu (RF) gibi güçlü devletler ile yapıldığında, siyasal ve askeri manevra alanları kısıtlanabilir.
Ekonomik yaptırımlar iç gelişmeleri etkileyebilecek birtakım sorunlara kapı aralayabilir.
Ülkemiz gündemindeki iki olay yerini korumaya devam ediyor.
Birincisi, S 400 ve taarruz uçaklarının alımıdır.
F-35 ve şimdi de F-16’ların tedarikinde yaşanan süreçler, savunma sanayiyetersiz olan ülkelerin ne tür tavizlere zorlandığının en son örneğidir.
Türk Hava Kuvvetleri’nin ihtiyacını karşılamak üzere 7’nci ülke olarak, F-35 projesine dahil olunmuş, 8 şirket ile 12 milyar dolarlık üretim garantisiverilmişti.
Ancak Rus yapımı S 400 füzelerini satın alınmasının ardından programdan çıkarıldı.
F-35 için ödenen 1,4 milyar dolarlık bütçe de dahil edilerek, sözde müttefik ABD’den kullanımda olan savaş uçaklarına modernizasyon kiti ve yeni F-16’lar talep edildi.
Türk tarafının sürecin olumlu ilerlediği yönündeki açıklamalarına rağmen, tedarikte bazı tereddütler var gibi görünüyor.
Son ilginç gelişme Yunanistan haber kaynaklarından geldi:
¨Suriye silahlarının Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan üzerinden Ukrayna’ya gönderilmesine destek verilmesi durumunda, Türkiye’nin F-35 projesine dönüşü sağlanacakmış!.. ¨
Topal ördek konumunda olan ABD Dışişleri Bakanı’nın ülkemize yaptığıson ziyarette bu konunun gündeme geldiği yazılsa da, ABD yeniyönetiminin buna olumlu yaklaşması zor görünüyor.
Zaten Türkiye’yi F-35 projesinden çıkaran, yeni seçilen başkan değil miydi?
Milli savaş uçağı Kaan ve F-16 savaş uçaklarının envantere girmesine kadar geçecek süreçte, en uygun çözüm olarak görülen ve tecrübe aşamasındaki Eurofighter uçakları ise ayrı bir bilmece.
İkinci konu ise Suriye.
Adana mutabakatı varken, RF ve ABD ile yapılan anlaşmaların, sınır ötesine yapılan harekatlara nasıl kısıtlamalar getirdiği ve sekteye uğrattığı ortadadır.
Muhalifler tarafından başlatılan ayaklanmalarda 14 yıldır çözümsüz kalan Beşar Esad’ın basiretsizliği, Suriye’nin geleceğini karartmıştı.
Milyonlarca sığınmacı çevre ülkelere dağılmışken, kaderin cilvesi Beşar Esad ve ailesini de sığınmacı durumuna sokmuştur.
En büyük zararı ülkemiz insanı görürken, sığınmacıların ülkelerine dönüşlerine gösterdikleri isteksizlik had safhadadır.
İmaj değiştirme çabasına giren Taliban ideolojik öncelikli HTŞ liderinin,BMGK 2254 kararı dışında hareket edebileceği açıklaması, ülkenin paydaşlarının bir araya gelmesini engelleyebilir.
IŞİD’a karşı hava taarruzları düzenlense de ABD’nin PKK/PYD/YPG’yedesteğini çekmemesi ve İsrail’in toprak kazanımları, Suriye’nin üniter yapısına en büyük tehdittir.
Firari liderin RF’den yaptığı açıklamaları bir tarafa bırakırsak, Suriyeözelinde çok sayıda muhalif grup ve siyasi blok olduğu da hatırlanmalıdır.
Normalleşmeye geçiş süreci uzadıkça, Saddam ve Kaddafi sonrası Irak ve Libya’da yaşananların daha beterinin Suriye’de gerçekleşmesi beklenmelidir.
BM; Suriye, Lübnan ve Filistin’de ağırlığını hissettirmelidir; aksi taktirdebölge iyiden iyiye istikrarsızlaşacaktır.
Atlantik ötesinden gelen kafa karıştırıcı açıklamalar ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in ülkemize ani ziyareti, yeni sorun alanları yaratabileceği hissiyatını vermektedir.
Emperyalizm kendi kurduğu Sykes-Picot düzenine tahammül bile göstermezken, aleyhine gelişmelerin Türkiye’nin dış politikasına yeni çizgiler getirdiği bir gerçektir.
Genel durum doğru analiz edilmeli, tam bağımsızlığın dinamik ve güçlü bir iç yapıyla destekleneceği kararlı tutum, uluslararasında izlenecek siyasetin temel ilkesi olmalıdır.
Son sözse; Henry Kissinger’dan…
¨Hayatta iki trajedi vardır. Biri gönünün istediğine kavuşamamak, diğeri de ona kavuşmaktır. ¨
İsmet Hergünşen