Trump ve küresel jeopolitik

Şüphe yok ki ABD’de 8 gün sonra başlayacak Donald Trump dönemi dünya tarihinin büyük güçler rekabet dönemleri içinde her halde en ilginç ve sürprizlerle dolu bir dönemi olacaktır. ABD’nin 47. Başkanı olacak Trump, gerileyen ve çöken ABD hegemonyasının yaşanan bu karmaşa döneminde ya çok daha hızlı çökmesine neden olacak ya da çöküşü bir süre de olsa geciktirmeye neden olacak. Ancak bugünün koşullarında çöküşü durdurması çok güçtür.

TRUMP’IN ÖZELLİKLERİ

Trump’ın ikinci başkanlık döneminde öne çıkan özellikleri şöyle sıralanabilir. 1.Küreselleşme karşıtı ve 21.Yüzyıl Monroe doktrineri içine kapanma (isolationist) taraftarı bir lider. 2.Tam bir İsrail yanlısı Siyonist bir politikacı. 3. Akraba, sadık dost ve müttefikleri ile devleti ülke ve dünya çapında zenginleşme aracı olarak kullanmaya hazır bir iş adamı. 4. Jeopolitik sorunlara ekonomik çözümlerle yaklaşmaya meyilli bir pragmatist. Ancak bu özelliklerine rağmen Trump emperyalist bir devletin yöneticisi özelliklerini taşımaya devam ediyor. Yüksek egolu, buyurgan ve dayatmacı kişiliği ABD’nin 21.yüzyıldaki baskı siyaseti ile uyumlu. Trump her ne kadar neocon karşıtı görünse de gerçekte neoconlara yol gösteren ABD’nin çoğu Siyonist finans/kapital sahibi oligarşisine ve onların kontrolündeki müesses nizamın (İstihbarat, Federal Banka, Pentagon, Askeri Endüstri, Medya, Akademi, Düşünce Kuruluşları) sınırları dışına kısa süre içinde çıkamayacaktır. Zaten oluşturduğu ultra Siyonist ve iş adamı kimlikli kabine bunun işaretini veriyor. Kesin olan bir husus, jeopolitik arenada Trump’ın İsrail güvenliği aleyhinde hiçbir karara imza atmayacağıdır. Müesses nizam Trump’a Çin ile hesaplaşma ve Rusya’nın çevrelenmesi gibi alanlarda oyun kurma ve zaman zaman karar değişikliklerine gitme toleransını gösterecektir. Bu çerçevede Amerikan derin devletinin değişmeyecek İsrail politikaları dışındaki diğer konularda Trump ‘ın rotadan çıkmasına ne kadar izin verebileceğini zaman gösterecektir.

TRUMP’IN DİZGİNLENMESİ ZOR

Trump’ın şüphesiz 2016-2020 dönemindeki ilk başkanlık dönemine nazaran bu dönemdeki en büyük özelliği kurduğu yeni yönetim takımında kendisine hayır diyecek, onu durduracak veya yanlış yapıyorsun diyecek kimsenin etrafında olmayışıdır. Bu durumun yaratacağı sonuçları zaman gösterecektir. Trump’ın sürekli savaşlara, askeri endüstriyel yapıya ve neocon müesses nizama son 4 yıldır büyük direnç gösterdiği göz önüne alınırsa hemen hemen her alanda eski yönetim ile çatışma rotasında olacağı kesindir. Bu durum bürokraside büyük bir temizlik ve hatta rövanşizmi berberinde getirecektir. Bu durum kutuplaşmayı artıracaktır. Şüphesiz büyük bir intikam duygusu ile göreve gelecek Trump, Amerikan devletinin kadim prensiplerini, değişmez yönergelerini ve kurucu değerlerini alt üst edecektir. Trump’ın Kongrede hakimiyet sağlaması ve Ulusal Güvenlik Danışmanı, FBI, CIA, Savunma Bakanlığı, Donanma Bakanlığı  ve Dışişleri Bakanlıkları gibi güçlü mevkilere bu görevlerde çoğunluk geçmişte hiçbir mesaisi olmayan ya da pek az olan en yakın ve en sadık çalışma arkadaşlarını getirmesi; kendisine Elon Musk gibi seçim süresinde büyük bağışlarla maddi destek sağlayan müttefik ve dostlarını bazı çok kritik bakanlık, danışmanlık, kurum başkanlıklarına ve büyükelçiliklere ataması aslında Trump’ın neoconlar gibi oligarşik bir yapıyla ABD yönetimini devralacağının açık işaretleridir. Trump’ın söz konusu özellikleri sadece iç politikaya değil dışarıya da yansımaktadır. Özellikle Biden Hükümetinin kayıtsız şartsız yanında olan ve neocon politikalara destek sağlayan Almanya, İngiltere, Kanada liderlerine karşı onun ve en yakınındaki Elon Musk’ın aşağılayıcı tutum ve davranışları ile Avrupa’da milliyetçi siyasetçilere yakınlıkları dikkat çekmektedir. Benzer şekilde Soros gibi renkli devrimlere öncülük eden Amerikalı iş adamlarına mesafeli duruşu da bu pencereden görülmelidir. Trump, 17 Mart 2023’te yayınlanan bir video röportajında şunları söylemişti: “Dış politika kurumlarımız, Rusya’nın bizim için en büyük tehdit olduğu yalanına dayanarak dünyayı nükleer Rusya ile çatışmaya çekmeye çalışıyor. Ancak bugün Batı medeniyeti için en büyük tehdit, Rusya değil. Muhtemelen her şeyden çok kendimiz ve bizi temsil eden ABD’den nefret eden korkunç insanlardan bazılarıdır.’’ Trump bu konuşmasında ABD’yi sürekli olarak bitmeyen savaşlara sürükleyen, yurtdışında özgürlük ve demokrasi için savaşıyormuş gibi görünen, ancak ABD’yi içeride üçüncü dünya ülkesine ve üçüncü dünya diktatörlüğüne dönüştüren küreselci, neocon kuruluşun (Müesses Nizam) tamamını ortadan kaldırmaya yönelik tam bir bağlılık sözü vermişti. 20 Ocak 2025 sonrası Trump’ın bu sözü tutmasının çok zor olacağını değerlendiriyorum.

TRUMP VE İSRAİL

Şüphe yok ki, İsrail, Trump döneminde Biden dönemine nazaran ABD’den çok daha büyük destek görecektir. Trump kabinesindeki ultra Siyonist bakanların durumu bunun açık bir ispatıdır. Trump’ın geçtiğimiz günlerde ‘’Hamas İsrailli rehineleri bırakmaz ise onlara cehennemi yaşatacağız’’ deklarasyonu kendilerinin de bu sorunda doğrudan taraf olacaklarını açıklayan son derece tehlikeli bir görüştür. 7 Ekim 2023 Hamas baskınından itibaren İsrail’e 18 milyar dolarlık satış ile 70 bin ton cephane transferi gerçekleştiren ABD, dünya kamuoyunda son derece kötü bir sicile sahiptir. ABD halkının %60’ı İsrail’e silah sevkiyatına karşı olmasına rağmen, Biden görevini Trump’a devretmeden 1 hafta önce İsrail’e 8 milyar dolarlık silah satışını onaylayarak gerçekte ABD’nin soykırımı desteklediğini ifade etmiştir. Filistinli soykırımındaki kayıtsızlığı ve İsrail’e her alanda kayıtsız şartsız desteği Amerikan çöküşünün en önemli kuvvet çarpanına dönüşmüştür. Diğer yandan 2013 sonrası ABD Başkanı Obama’nın onayı ile yürürlüğe koyulan CIA’nın Timber Sycamore operasyonu üzerinden kökten dinci Cihatçı terör grupları tarafından Suriye’deki rejimin çökertilmesi tamamlandı.  Böylece ABD, tarihte aynı anda hem soykırıma destek veren hem de terör gruplarının bir ulus devleti yıkmasına göz yuman bir devlet konumuna düştü.  ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında 2001 sonrası giriştiği tüm savaşların İsrail jeopolitiğine hizmet etmesi artık bilinen bir gerçektir. Bu kapsamda Suriye’nin de düşmesi ile geriye İran’da rejim değişikliği ile İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin topraklarının da dahil olduğu denize çıkışı olan bir Kürt devletinin yani ikinci İsrail’in kurulması aşamasına gelinmiştir. Ancak bu aşamalar ABD yardımı ve doğrudan müdahalesi olmadan İsrail tarafından başarılamaz. Tek başına İsrail’in ne demografik ne askeri ne de ekonomik gücü bu hedeflere yetmez. Eğer Trump bu hedefleri başarmak için İsrail’in yanında Amerikan askeri gücü ile yer alırsa bu durum İran’ın kısa sürede nükleer silah yapmasını, Türkiye’nin de ABD ve İsrail karşıtı geri dönülmez bir konuma girmesini tetikler. Bu durum ABD jeopolitiği için bir kâbus olacağından Trump’ın dikkatli davranması da beklenebilir. Bu kapsamda geçen günlerde ABD Columbia Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Jeffrey Sachs’ın İsrail ve neocon karşıtı söylemlerini içeren bir videoyu Trump’ın paylaşması bir taktik de olsa dikkat çekicidir. Diğer taraftan Suudi Arabistan başta olmak üzere İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords) paralelinde Arap devletlerinin İsrail ile tekrar ilişki kurmasını sağlayan girişimin sahibi olarak Trump, nerede kalmıştık? diyebilir ve İsrail’i çok zor da olsa Filistin Devleti konusunda ikna edebilir. Zira Suudi Arabistan ve Mısır gibi büyük Arap devletlerini yanında tutabilmek için buna ihtiyacı vardır. Ancak halen Gazze soykırımı sonrası İran ile ilişkileri iyi olan Arap devletlerini İran karşıtlığında ikna etmesi de eskisi kadar kolay olmayacaktır. Trump’ın hırslı bir iş adamı ve pazarlamacı mantığı ile sürekli pazarlık yapacağı göz önüne alınsa da bu süreçte İran’ı nükleer silahlardan vaz geçirmek, İsrail’i Filistin devletine razı etmek ve askeri endüstriyel yapıya rağmen ABD’nin Ortadoğu’daki askeri varlığını aşağıya çekmek gibi hedefleri başarması kolay olmayacaktır.

TRUMP VE ÇİN

Trump dönemi jeopolitiği için temel prensipler onun söylemlerinden ortaya çıkıyor. Öncelikle demokrat neoconların aksine Trump, Çin’i başat ve öncelikli risk ve tehdit olarak görüyor. Zira ekonomik gücü artan Çin’i değil durdurmak geriletmek bile artık kolay değil. Biden ve ekibi son 4 yılda hem Rusya hem de Çin düşmanlığı yaparak  tarihte örneği görülmemiş şekilde iki devleti neredeyse ittifak yapacak seviyeye getirdiler. Diğer yandan Çin’i gerek ekonomik gerekse askeri cephede düşmanlaştırma ve silahlı çatışma evresine itmenin ABD için de büyük kayıplar yaratacağı kesindir. Bugünün koşullarında Çin ile savaşa girmesi halinde ABD’nin kaçınılmaz çöküşü çok daha hızlanır. Trump’ın Çin’e süregelen ekonomik savaş paralelinde yüksek vergi uygulaması da ABD halkının alım gücünü yerle bir eder. Zira bugün sağlıkta, konut sahibi olmada ve eğitim sisteminde çok kötü karnesi olan ABD, Çin’den ithal ettiği ucuz tüketim malzemeleri ile fakir kesimlerin yüksek enflasyon altında ezilmesini engelliyor. Diğer yandan Trump, Çin ile özellikle donanma gücü alanında batı Pasifik’te yaşanan asimetrinin farkında ve donanmanın güçlendirilmeden Çin ile askeri bir hesaplaşmanın zorluğunun bilincinde. Trump’ın birinci döneminde belirlediği 355 gemilik donanma hedefi Biden döneminde 381 insanlı ve 134 insansız suüstü/sualtı aracı olmak üzere 2045 yılına kadar 521 gemi/araçlık filoyu hedefleyen programa dönüştürüldü. Ancak ABD tersanelerinin bu hedefi gerçekleştirecek durumu söz konusu olmadığından, Trump önceliği yurt içi ve -Amerikan kanunları kesinlikle yasaklasa da- yurt dışında savaş gemisi inşa olanaklarını artırmaya verecektir. Amerikan Sayıştayına göre donanmaya 2045 yılına kadar net 85 geminin eklenmesi 1 trilyon dolara mal olacak. Diğer yandan Amerikan ekonomisi henüz savaş zamanı ekonomi modeline geçmediğinden cephane ve silah üretim süreci son derece yavaş ilerliyor. Ukrayna’ya ve İsrail’e yapılan yardımlar sonucu pek çok cephane stoklarında ciddi azalmalar var ve bu açıklar kapatılamıyor. O nedenle Xi Jingpin’in Tayvan ile ana vatanın birleşmesi konusunda ifade ettiği 2027 yılı mevcut güç dengeleri ve kuvvet mukayesesi paralelinde değerlendirildiğinde mantıklı görülmektedir. Çin bugün Tayvan’a müdahale etse ABD’nin yapabilirlikleri çok kısıtlı olacaktır.  Diğer yandan Trump’ın Almanya, İngiltere ve Kanada gibi geleneksel Amerikan müttefiklerine karşı saldırgan ve küçük düşürücü tutumu ile Meksika Körfezinin adını Amerika Körfezi yapması, Panama Kanalı, Grönland ve Kanada üzerindeki genişlemeci ve müdahaleci yaklaşımları pek çok devleti ABD karşısında Çin’e yakınlaştıracaktır. Pek çok Avrupa devleti dahi Trump döneminde Çin’e yakınlaşma içine girebilir.

TRUMP VE RUSYA

Trump, Rusya ile yumuşama taraftarı görülmektedir. Ancak yine de ilişkileri belirleyecek olan Ukrayna’daki savaştır. Zira burada NATO ile Rusya çatışıyor. Ukrayna savaşını askeri endüstrinin talebi ile kenar kuşak jeopolitiğini savunan küreselci neocon stratejistlerin kışkırttığının ve NATO genişlemesinin Rusya’nın savaşa çekilerek yıpratılmasına hizmet ettiğinin farkında. Ancak ABD ve AB müşterek güçlerini NATO ve Ukrayna’nın ucuz kanı üzerinden Rusya’ya karşı uygulamalarına ve bu uğurda kabaca 200 milyar dolar harcamalarına rağmen askeri hedefleri başaramamışlardır. Başarılanlar sırasıyla İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği; Avrupa devletlerinin savunma harcamalarını geçen yıllara nazaran %20 civarında artırmış olmaları ve Amerikan Savunma Sanayiinden 185 milyar dolara yakın silah satın almalarıdır. Son olarak Fransa’da eğitilen Ukrayna 115’inci Tugayının yarısının savaş meydanında firar etmesi batı için son derece aşağılayıcı bir durum yaratmıştır. Kısacası Rusya bu süreçten yıpranarak değil daha güçlenerek çıkıyor. Savunma bütçesi 2021’de 66 milyar dolar iken bugün 143 milyar dolar oldu. Ayrıca ülke ekonomisi savaş ekonomisine dönüştürüldü. Rusya, 1812 Napolyon ve 1941 Hitler saldırıları karşısında uyguladığı stratejiyi uygulayarak NATO ve ABD karşısında kazanan konuma geldi. Trump, Ukrayna’da yaşanan neocon ve NATO hezimetini görüyor. Neoconlar Avrupa’nın uzun süreli Rusya düşmanlığına alıştırılarak Transatlantik bağın güçlendirilmesi ve ABD’li siyasetçiler ve generaller emrindeki NATO’nun ABD güvenlik sisteminin ayrılmaz parçası ve emir erine dönüştürülmesini hedefliyordu. Biden ve ekibinin en güçlü olduğu şartlar altında dahi bu hedef başarılamadı. Trump ise Avrupa savunma ve güvenliğine son 80 yılda ABD’nin büyük finansal ve ekonomik katkısının karşılığının alınmadığını savunarak Avrupa’nın çok daha büyük savunma bütçesine sahip olmasını talep ediyor. Trump, NATO’nun varlığını sorgulayan birisi olarak Rusya ile Avrupa’da soğuk savaş dönemine benzer bir denge durumunun tesis edilerek Rusya’nın Ukrayna üzerinden kışkırtılmasına karşı çıkıyor. Ancak tüm bunlara rağmen ABD’nin son 80 yıldır değişmeyen ‘’Sovyetleri (Rusya’yı) denizden uzak tut, Avrupa’yı ABD’ye ekonomik tehdit olmayacak ve ABD karşıtı bir bloğa dönüşmeyecek şekilde transatlantik bağ içinde tut’’ hedeflerinden kopmasına Amerikan derin devleti tarafından ne kadar izin verilir bilemeyiz. Kısa dönemde Trump’ın Ukrayna’da ateşkes sağlanması dışında Rusya’nın dayatacağı şartları kabul etmesi de beklenmemelidir. Amerikalı elitler Rusya’nın NATO karşısında galip gelmesini istemezler. Böyle bir durumda Trump bile olsa Rusya’nın dayattığı bir barış anlaşmasına evet denmesi ABD’nin prestiji bir yana zaten Trump nedeniyle sallantıda olan NATO’nun da çok büyük yara almasına neden olur. Bu nedenle Trump 20 Ocak 2025 sonrası zaman kazanmaya yönelik ateşkes veya diğer sınırlayıcı tedbirleri uygulayabilir. Ancak Minsk Anlaşmalarında yaşadığı aldatma ve ihanet süreçleri gölgesinde hareket edecektir. O nedenle Ukrayna Savaşının kısa sürede bitmeme olasılığının yüksek olduğunu söyleyebiliriz.

TRUMP VE İRAN

Suriye’de yaşanan ABD ve İsrail destekli cihatçı teröristlerin rejimi devirmesi sonrası batı dünyası ve müesses nizam medyası sıranın İran’a geldiğini söylemektedir. Ancak bu değerlendirme için henüz çok erkendir. Bu konuda İran yönetiminde Ruhani Lider Hamaney ve Devrim Muhafızları karşısında reformcu Başkan Mesud Pezeşkiyan ve destekçilerinin oluşturduğu Avrupa yanlısı bir kamplaşmaya güvenilse de Hamaney ve Devrim Muhafızlarının belirleyiciliği devam etmektedir.  Bu kapsamda 1979 yılından bu yana ABD ve İsrail karşıtlığı devam eden İran halkının Gazze soykırımı ve Suriye’de ABD ve İsrail destekli Selefi Cihatçı terör gruplarının rejimi devirdiği bir ortamda İsrail ve ABD yanlısı turuncu bir devrime destek vermesini beklemek düşük bir olasılıktır. Bu çerçevede Trump’ın İran düşmanlığının birinci döneminden bu yana değişmediğini ekleyelim. Özellikle İran’ın nükleer kapasitesine yönelik yaklaşımı, birinci başkanlık döneminde sert ve uzlaşmaz bir çizgideydi. Trump Obama döneminin 2015 Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) anlaşmasından 2018 yılında çekilerek, İran’a yönelik baskılarını artırmıştı. Trump, İran’ın nükleer programını kalıcı olarak durdurmadığını ve bölgedeki faaliyetlerini kısıtlamadığını savunmuştu. İran’a yönelik ekonomik yaptırımları yeniden uygulayarak ve yeni yaptırımlar ekleyerek, İran ekonomisini ciddi şekilde baskı altına aldı. Bu yaptırımlar özellikle İran’ın petrol ihracatını hedef almaya devam ediyor. İranlı General Kasım Süleymani’nin Trump zamanında Amerikan SİHA ile öldürülmesi iki ülke arasındaki gerilimi zirveye taşımıştı. Trump’ın sertlik politikası, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini hızlandırmasına ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) kapsamındaki sınırların ötesine geçmesine yol açtı.  Diğer yandan Trump’ın görevi devralmasından 3 gün önce 17 Ocak 2025 günü Rusya ve İran tarihin en büyük ekonomik, enerji ve askeri iş birliği anlaşmasını imzalıyor. Bu anlaşma 27 Mart 2021 tarihli İran ile Çin arasında imzalanan 400 milyar dolarlık enerji ve yatırım iş birliği anlaşmasından farklı. Zira askeri iş birliğini de içeriyor. Bu anlaşma sonrası Rus savaş gemilerinin ve uçaklarının Basra Körfezi veya Arap Denizinde İran topraklarında konuşlanmasının bile yolu açılabilir. Anlaşmanın zamanlamasının hem ABD hem de İsrail’e mesaj olduğunu değerlendiriyorum.

TRUMP VE ARKTİK JEOPOLİTİĞİ

Trump’ın henüz görevi devralmasına bir ay kala Grönland’ı ABD için ulusal güvenlik meselesi olarak nitelendirerek gerekirse güç kullanarak topraklarına katma isteği ile Kanada’yı ekonomik güç kullanarak 51. Eyalet olarak ABD ile birleşmeye davet etmesinin kök nedeni 21. Yüzyılın en önemli jeopolitik ağırlık merkezlerinden birisi olan Arktik Okyanusunda ABD’nin ağırlıklı söz sahibi olma isteğidir. Bugün Rusya Arktik Okyanusunun %53 kıyılarını Rusya kontrol ediyor. Onu % 28 ile Kanada ve %16 ile Grönland ve %2 ile Norveç ve %1 ile ABD takip ediyor. ABD eğer Grönland ve Kanada’yı kendi yetki alanına alabilirse payı %45 olacak. Bu da Arktik Okyanusundaki Büyük Oyunda ABD’ye Rusya ile eşit şans verecektir. Diğer yandan Trump’ın bölgeye sadece jeopolitik perspektifte bakmadığı anlaşılıyor. Ona göre kısalan deniz ulaştırma rotaları ile Arktik kıta sahanlığında bulunan doğal gaz, petrol ve nadir metaller Amerikan ekonomisi için önemli. Bir iş adamı gözlüğü ile Arktik ’in zenginliğine de odaklanmış durumda.

ABD VE ÇÖKEN KÜRESEL DÜZEN

1945 sonrası iktidara gelen tüm ABD liderleri Pax Americana yani Amerikan Barışı adı altında kurulan jeopolitik düzeni korumaya ve geliştirmeye odaklandı. İlk kez bir ABD Başkanı 1945 sonrası dönemde içine kapanmayı amaçlıyor. Belki de bunu yapmak zorunda olduğunu görüyor. Zira ABD her alanda zayıf bir devlete dönüşmüş durumda. Bunun pek çok nedeni var. Ancak en önemli nedenleri şüphesiz üretimde geri kalmaları, muazzam bir borç stoğu; İsrail’in iç siyasette belirleyici konuma gelerek 2001 sonrası neoconlar üzerinden Amerikan gücünü kullanmasına izin verilmesi ve bu kapsamda ABD’nin sürekli savaşlar dönemine girmiş olması gösterilebilir. ABD bu yoz döngü içinde kaldığı sürece eski gücünü ve liderlik yeteneğini tekrar kazanamaz. Bugün Çin, Hindistan ve Rusya ya da BRICS grubu ABD liderliğine alternatif teşkil eden bir konuma gelmiştir. Trump, yükselen Asya gücünün farkındadır. ABD’nin yeniden toparlanabilmesi için içine kapanıp güç toplaması gerektiğinin farkındadır. Bunu yapabilmek için Avrupa ve Ortadoğu’daki savunma sorumluluklarından vaz geçerek tamamen Çin’e odaklanması gerektiğinin bilincindedir. Bu süreci yönetirken Obama’nın Asya Yönelişi (Asian Pivot) siyasetinde yaptığı hatalardan ders alacağını düşünebiliriz. Trump’ın stratejik vizyonu, ABD’nin geri çekilirken Kuzeyinde Kanada, Doğusunda Grönland; güneyinde Amerika Körfezi adını verdiği ve Panama Kanalını da kendi egemenlik alanına kattığı Orta Amerika’yı kontrol ederek kesin doğal sınırlara erişen Siyonist Anglosakson ortaklığında bir yapıyı içeriyor. Avrupa’yı Avrupalılara bırakmaya ve ABD’nin NATO sorumluluklarını azaltmayı amaçlıyor. Ancak gerek Grönland üzerinden Danimarka gerekse doğrudan Kanada’ya egemenlik alanında müdahalelerde bulunması NATO’yu zaten içerden çökertmeye yeter de artar. Bu kapsamda Trump’ın geçen hafta Mar-A-Lago’da yaptığı basın açıklamasını onun kafasındaki tek taraflı Yalta Konferansı etki alanı bölüşüm deklarasyonu gibi görebiliriz. Tek farkla. 1945’te ABD en büyük ve muzaffer güçtü. Rakibi yoktu. Bugün tam tersi bir durum söz konusu. Trump’ın Grönland ve Panama için gerekirse askeri güç kullanılabileceğini; Çin ile savaşı göze alarak ‘’Tayvan’ın bağımsızlığını tanımaya devam edeceğiz’’ demesi aslında Amerikan gücünün ötesinde hedefler. Trump’ın bu nedenle ‘’Güç üzerinden barış’’ söyleminin içi dolu değil. Bu tutumunu devam ettirmesi onun deyimi ile ‘’Amerika’yı Büyük Yap (MAGA)’’ hedefini değil yakalamak, aksine ABD’nin çöküşünü hızlandıracaktır.

TRUMP VE BRICS

Trump için en önemli ekonomik tehdit şüphesiz Asya’da yeni ittifak ve iş birliği süreçlerinin somutlaşmasıdır. BRICS ve ŞİÖ gibi teşkilatlanmalar siyasi, ekonomik ve jeopolitik yakınlaşma ve dayanışma araçları olarak ortaya çıktılar. Diğer yandan jeoekonomik ve jeopolitik boyutlarda Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (BRI); Rusya’nın INSTC (Uluslararası Kuzey Güney Transit Koridoru) ile Türkiye’nin Hazar Geçişli Orta Koridor (Demir İpek Yolu) gibi ulaştırma projeleri Asya ile Avrupa’nın hem birbiriyle hem de Asya’nın kendi içinde birleşmesini sağlayacak dev ulaştırma aksları olarak ortaya çıktılar.  Bu projelerin karşısında ABD’nin IMEC (Hindistan Ortadoğu Koridoru) projesi var. Ancak Ortadoğu’da İsrail nedeniyle devam eden savaşlar barışla bitmedikçe bu projenin gerçekleşmesi çok zor.  16. Zirvesini 2024 Ekim ayında Rusya/Kazan’da yapan BRICS, Belarus, Bolivya, Küba, Endonezya, Kazakistan, Malezya, Tayland, Uganda ve Özbekistan‘ın 2025 itibarıyla “ortak devlet” statüsünde birliğe katılacağını açıklamıştı. Trump’ın tehditlerine rağmen Brezilya’nın dönem başkanlığında Güneydoğu Asya’nın en kalabalık ve en büyük ekonomisine sahip Endonezya’nın 7 Ocak 2025 günü BRICS’e tam üye olarak kabul edilmesi Trump’a büyük bir mesaj olarak görülmelidir. Bu kapsamda BRICS içinde Suudi Arabistan ve Türkiye’nin konumu da dikkat çekmektedir. İki ülke de BRICS’e ortaklık süreci içindedirler. Bugün için 10 üyeli BRICS ve 8 seçilmiş ortağı, PPP’ye (satın alma gücü paritesi’ne) göre küresel toplam gelirin %41,4’ünü ve dünya nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturuyor.  Trump ‘ın ikinci döneminde Amerikan hegemonyasının başat gücü dolar hakimiyetine karşı en büyük tehdit olarak gördüğü BRICS’e karşı hamleler yapacağı kesindir. 1 Aralık 2024 tarihinde yaptığı bir açıklamada BRICS ülkelerinin rezerv para birimi olarak ABD dolarını kullanma taahhüdünde bulunmalarını; doları terk etmeye kalkışmaları halinde bu ülkelere yüzde 100 gümrük vergisi uygulayacağını söylemişti. Trump ekonomiyi her şeyin üstünde tutuyor. Asya ve Afrika’dan uzaklaştırılma sürecine giren ABD’nin, Trump döneminde yaratıcı kaos doktrini üzerinden gerek BRICS üyeleri ve aday devletler gerekse Güney/Orta Amerika ile Afrika’da Çin’in Kuşak ve Yol (BRI) Girişimine dahil olan devletlerde turuncu devrim denemeleri, darbeler, ABD kontrolündeki cihatçı selefi terör hareketleri ve iç karışıklıklar başlatması beklenmelidir.

TÜRKİYE DERSLERİ

Şüphesiz Trump dönemi, neocon demokratlar dönemine nazaran Rusya ve Ortadoğu siyaseti arasında sıkışan Türkiye için daha elverişli bir ortam sunacaktır. Ancak Trump’ın ultra Siyonist kabinesi ile Türkiye’nin din temelli iktidarı arasında sürtünme alanları kamuoyu nezdinde geçmiş dönemlere nazaran artacaktır. Kuzeyde rahatlayan Türkiye güneyde zorlanacaktır. Ancak pratikte pek de değişen bir şey olmayacaktır. Zira Ankara Gazze soykırımının en yoğun dönemlerinde bile ne Kürecik radar istasyonunu ne de İncirlik hava üssündeki ABD müşterek kullanım haklarını askıya alabilmiştir. O nedenle gerek Ankara, gerekse Tel Aviv’in karşılıklı düşmanca açıklamaları ideal politiğin değil ancak iç kamuoyundaki her iki tarafın dinci retoriğinin gerekleridir. Rusya ile Türkiye ilişkileri Trump döneminde değişime uğramayacaktır. Zira Rusya retorikle değil reel politikle davranış sergileyen bir devlettir. Türkiye de az da olsa geriye kalan devlet aklı bunun farkındadır. Trump’ın kendi dünyasında Türkiye’ye seçtiği rolü bilemeyiz. Ancak 9 Ekim 2019 tarihli Trump’ın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına yazdığı ne nezakete ne devlet terbiyesine uygun olmayan son derece kaba ve küçük düşürücü mektuptan sonra bu dönemde de benzer tutum sergileyeceğini bekleyebiliriz. Ancak mafya ve mahalle kabadayısı üslubu ile yazılacak bu mektup sonrası ABD Büyükelçisinin istenmeyen adam ilan edilerek ülkesine geri gönderilmesi gerekirken bugün buradayız. O nedenle ABD -Türkiye ilişkilerinin Trump döneminde Ankara’dan değil ancak Trump’dan kaynaklı çok seviyesiz bir seviyede devam edeceğini söyleyebiliriz. Suriye’de ABD ve İsrail tuzağına düşen bir devlet olarak Fırat doğusunda bir harekata girişmemiz Trump Amerika’sı ile bizi çatışma rotasına sokacaktır. Sorun iktidarın bu rotayı kabul edip etmeyeceğidir. Eğer Suriye rejiminin değiştiği günlerde Türkiye ön alarak burada bir harekata girişse idi durum farklı olurdu. Ancak bugün inisiyatif kaybedilmiştir. Türkiye’de PKK ve Terör lideri Öcalan ile açılım sürecinin başlatılmış olduğu karmaşık konjonktür, Trump ve ekibi tarafından sonuna kadar sömürülecektir. Zira söz konusu girişim iç cephede büyük kırılma yaratmıştır. Emperyalizm bunu kullanacaktır. Diğer yandan Trump döneminin Ukrayna savaşına son verme iradesi Türkiye için lehte bir durumdur. Diğer yandan bu dönemde en büyük tuzak Amerikan Siyonistlerinin Trump Hükümetini etkileyerek ABD ve İran çatışmasını kışkırtması ve Türkiye’nin bu krizde ABD yanında yer almasının istenmesidir. Türkiye’de iktidar yanlısı bazı çevreler bu tuzağı dinci kutuplaşmanın sisleri arasında görmemezlikten gelmektedir. 21. Yüzyılda Şii – Sünni kutuplaşmasına çekilerek Ankara’nın din temelli bir savaşta yer alması intihardan ötedir. Dilerim Azerbaycan da bu tuzağa düşürülmez. ABD her yönü ile geri çekilen ve çöken bir hegemon olarak 1945’ten bu yana önce Sovyetler daha sonra Rusya’yı çevrelemeye ve bu şekilde ABD, jeopolitiğine en büyük katkıyı sağlayan Türkiye’yi kaybetmek bir yana tamamen tarafsız kalmasına bile tahammül gösteremez. ABD, çöken bir hegemon olarak Türkiye makas değiştirir veya bir seviye daha tarafsız kalma skalasında değişikliğe giderse her türlü baskı, kumpas ve müdahale için hamle yapar. Bunu 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 2002 sonrası iktidara getirilen muhafazakâr demokrat iktidar sırasında yaşanan FETÖ Kumpas davaları ve 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminde gördük. Ancak ABD için yol bitti. Sorun ABD’nin iradesine dayanmak veya dayanamamaktan geçiyor. Millet dayanır da…

Cem Gürdeniz