Ortadoğu’da kimse kimseyi kandırmasın

Dünya, bugünlerde deniz ve kara sınırı bulunmayan İsrail ile İran arasındaki savaşa tanıklık ediyor.

Emperyalistlerden umut bekleyen Arap Dünyası’nın beceriksizliği ve öngörüsüzlüğü, Filistinlilerin maruz kaldığı soykırımın yolunu açarken; İsrail’in İran’a yönelik gerçekleştirdiği hava taarruzlarını ise sadece sessizce izlemekle yetiniyor.

İslam coğrafyasındaki dağınıklık, bilim ve teknikteki yetersizlikler, harp silah ve araçlarının eskimişliği, her duruma dinsel motiflerle yaklaşma eğilimi bir yana, asıl sorun bu ülkelerin ulusallaşamamaları ve demokrasinin kazanımlarından faydalanamamalarıdır.

Felakete uğrayan ülkeler, demokratik, laik, sosyal ve hukuk devleti olamamanın sancılarını derin bir şekilde hissetmektedir.

Tabii ki, uzun yıllardır iktidarı bırakmak istemeyen yöneticilerin, muhalif kesimlere karşı yürüttükleri amansız iktidar mücadelesi de konunun bir diğer boyutunu oluşturmaktadır.

Bu tür liderlerin dar çerçevede aldığı kararların genelinde, emperyalist düşüncenin etkilerini görmek mümkündür.

Tablonun bir diğer yüzünü ise ülkeler içindeki kaos, etnik gruplar ve mezhepler arasındaki bitmek bilmeyen çatışmalar oluşturmaktadır.

İşte Filistin örneği…

Batı Şeria ve Gazze eksenindeki idari ve siyasi bölünmüşlük, belki de yakın gelecekte “Filistin” diye bir devletin var olamayacağını bize gösterecektir.

Gazze’deki Filistinlilerin yerlerinden edilmesinin konuşulduğu bugünlerde, bazı ülkelerin arka kapı diplomasiyle konuya olumlu yaklaşmaları, İsrail’in Doğu Akdeniz kıyı şeridinde daha geniş bir şekilde yerleşmesine olanak tanıyacaktır.

İsrail’in geçen yıl Lübnan’da faaliyet gösteren Hizbullah’a karşı gerçekleştirdiği saldırının şekli, ülkelerin “Savaş Akış Diyagramları”nda farklı arayışlara yönelmesini zorunlu kılmaktaydı.

Son saldırıda MOSSAD’ın İran içlerine sızarak üst düzey askeri yöneticileri ve bilim insanlarını ortadan kaldırması, ne yazık ki İran’ın bu olaylardan yeterince ders çıkaramadığını ve sınır güvenliğinin yetersizliğini ortaya koymaktadır.

Ülkesinde HAMAS liderlerine ve sabotajlara karşı herhangi bir önlem alamayan, Devrim Muhafızları ile “cadı avı” sürdüren İran İstihbaratı, bir kez daha sınıfta kalmış ve ülkesinin geleceğini karanlık ellere teslim etmiştir.

Son gelişmeler, geçen yıl radikal dinci kimliğiyle tanınan Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ölümüyle ilgili sabotaj ihtimalini de akla getirmektedir.

Nükleer silahlara sahip olduğu düşünülen İran’a karşı başta ABD olmak üzere Batı dünyası ve bazı mezhepçi Arap ya da İslam ülkeleri gelinen durumdan belli etmeseler de memnuniyet duymaktadır.

İran, Çin ve Rusya üçlüsünün NATO’ya karşı en önemli direniş blokunu oluşturduğu ifade edilen Şanghay İş birliği Örgütü’nden gelen düşük tonlu ¨kınama¨ muhtemelen ülkemizdeki ŞİÖ yanlılarını düşündürmüştür.

Sıcağı sıcağına yapılan Güvenlik Zirvesi’nde, İçişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı neden yer almaz? İktidar partisinin sözcüsüne hangi gerekçelerle yer verildiği de anlaşılır gibi değildir.

İsrail’in F-15, F-16 ve F-35’lerle gerçekleştirdiği taarruzların başarı oranı ile İran’ın hava savunmasındaki zafiyet dikkate alındığında, F-35’lerin yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.

1980’li yıllardan beri bölgesinde devam eden savaşların kıyısında olan Türkiye için uçaklara, seyir ve balistik füzelere karşı yüksek irtifa hava savunmasını sağlayacak ¨PATRİOT¨ füzeleri için girişimlerde bulunulmasının tam zamanıdır.

ABD desteğini arkasına alan İsrail, Orta Doğu’yu her geçen gün daha da belirsizliğe sürüklerken, bu sorunun çözüm adresi üçüncü tarafların kendi aralarında sürdürdükleri telefon diplomasisi olmayıp, yalnızca Birleşmiş Milletler’dir.

24-25 Haziran 2025 tarihlerinde Hollanda’nın Lahey kentinde yapılacak NATO Zirvesi; ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’a yapmayı düşündüğü harekata zemin mi hazırlayacak yoksa sağduyu mu kazanacak?

Bekleyelim görelim.

Son sözse; En kötü barış, savaştan iyidir. (Cicero)

İsmet Hergünşen