İsrail ‘de Başbakan Netanyahu ’ya yakınlığıyla bilinen sağcı-milliyetçi çizgide yayın yapan Hayom gazetesinde İsrail Havacılık ve Uzay Sanayii Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı ve Analist Shay Gal imzasıyla 30 Temmuz 2025’te çıkan “Kuzey Kıbrıs artık İsrail’in stratejik sorunu, askeri operasyon planlanmalı” başlıklı makale İsrail’deki mevcut hükümetin Türkiye’ye bakışını özetliyor. Yazara göre İsrail, kendisine tehdit teşkil edeceği Kuzey Kıbrıs’taki Türk askeri varlığını Güney Kıbrıs ve Yunanistan ile birlikte ortadan kaldırmalı ve adanın kuzeyini özgürleştirmeli. Teorik bir askeri senaryodan öte söz konusu makale ABD ve AB jeopolitiğine hizmet edecek şekilde İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adına yürütülen bir nevi durum muhakemesinin ip uçlarını da veriyor. Makale her ne kadar adadaki Türk askeri varlığının İsrail’e gelecekte tehdit teşkil edebileceği ve bu tehdidin ortadan kaldırılması varsayımına oturtulmuşsa da gerçekte gerek Türk gerekse harici kamuoyuna verilmesi hedeflenen temel algı Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan jeopolitiğine meydan okumadır. Metni sadece İsrail tarafından kaleme alınmış olarak okumak yanlış olur. Verilen mesaj ABD, İngiltere ve AB’nin Yunanistan ve GKRY üzerinden 2016 sonrası Türkiye üzerinde uyguladığı çoklu askeri baskıya artık İsrail askeri gücünü de katmış olmasıdır. Yazının gerçekte vermeye çalıştığı jeopolitik mesaj, İsrail’in bir yıldırım harbi taktiği ile KKTC’deki Türk askeri varlığına yapacağı bir saldırı sonrası Türkiye’yi Kıbrıs’ta, Trakya’da, Ege ve Doğu Akdeniz’in hava ve deniz sahalarında çoklu cephede savaşa zorlayarak yıpratmak ve hegemonyanın dayatmalarına tamamen teslim olmasını sağlamaktır. Hegemonya bu jeopolitik çılgınlığı başlatmanın sorumluluğunu Yunanistan ve GKRY’nin yapamayacağının bilincinde bölgenin kontrol, hukuk ve akıl dışı aktörü İsrail’e veriyor. Diğer yandan Ukrayna’da Rusya’yı durdurmayan hegemonya, söz konusu savaşta aktif tarafsız konumunu koruyan Türkiye’yi gerek Karadeniz’de gerekse Kafkasya’da Romanya gibi açık Rusya karşıtlığına ikna etmek için de İsrail’i Kıbrıs ve Doğu Akdeniz üzerinden şantaj için kullanıyor olabilir. Her iki durumda da İsrail hegemonyanın tetikçisi, Ankara’daki Amerikan Büyükelçisi de arabulucusu rolündedir.
ÇOKLU TÜRKİYE KARŞITLIĞI
İsrail medyasında geniş yer bulan yazı, İsrail Hükümetinin Türkiye’ye bakışında tarihinde görülmemiş bir aşamayı temsil etmektedir. Bu yazının yazılmasına neden olan geri planda rol oynayan geçmiş birikimin unsurları arasında ‘’GKRY -İsrail’’ ve ‘’Yunanistan -İsrail’’ ile ‘’ABD-İsrail-Yunanistan -GKRY’’ arasındaki ortak savunma iş birliği anlaşmaları; tedarik projeleri ile özellikle 2016 sonrası söz konusu dörtlü arasında yoğunlaşan askeri faaliyetler önemli yer tutmaktadır. ABD, İsrail, Yunanistan ve GKRY ile 2010 sonrası hızla gelişen üçlü iş birliği modeliyle Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı bir blok kurulmuştur. Kıbrıs, bu blokun coğrafi merkezidir. GKRY ile İsrail arasındaki savunma iş birliğinin kurumsal ve hukuki çerçevesi 24 Şubat 2016 anlaşmasıyla şekillenmiş, faaliyetler başta hava savunma sistemleri olmak üzere silah tedariğinden Trodos bölgesinde birleşik hava ve kara tatbikatlarının icrasına kadar geniş bir spektruma dağılmıştır. Bu iş birliği ABD ve AB ile olan savunma entegrasyonunun da bir parçası olarak şekillenmiştir. GKRY ile yapılan ortak deniz tatbikatları, istihbarat değişimi ve siber güvenlik protokolleri İsrail’in bölgesel derinliğini artırmaktadır. Yunanistan, GKRY ile 1993 Kasım’ında Ortak Savunma Doktrinini ilan etmiş, Baf Hava Üssü, Mari (Tatlısu) Deniz Üssü Yunan savaş uçakları ve savaş gemilerinin ortak kullanımına açılmış 2024 sonrası her iki üssün geliştirilme projesi başlatılmıştır. Bu iş birliği 2004 sonrası GKRY’nin AB üyesi olmasıyla yeni bir kimliğe bürünmüş, AB de GKRY Savunmasının bir unsuru olmuştur. Bu çerçevede PESCO Savunma Girişimi çerçevesinde başta Fransa olmak üzere GKRY’nin askeri alt yapısı AB üyelerine açılmıştır. Yunanistan-İsrail savunma iş birliği ise 1990’da ilk kez iki ülke arasındaki diplomatik ilişkinin gelişmesiyle başlasa da esas yoğunlaşma ve yakınlaşma 2010 yılındaki ortak hava tatbikatı ile başladı. İş birliği hava eğitim merkezlerinden ileri hava savunma sistemleri tedariğine, ortak tatbikatlardan teknoloji transferlerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Bu iş birliği, Türkiye’de, özellikle 2019 sonrası gündeme oturan Mavi Vatan doktrinine karşı kısa sürede stratejik seviyeye yükseldi. ABD -GKRY savunma iş birliği 2020 yılında silah ambargosunun kademeli kaldırılması ve 2025 yılında ise ABD’den her nevi silah, teçhizat ve eğitim hizmeti alma hakkına sahip olmasıyla yeni bir boyuta taşındı. ABD ayrıca GKRY’de ikili ve çoklu kara ve deniz tatbikatlarına katılıyor. 2019 yılında ABD kongresinden geçen Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji Ortaklığı yasası ve 2023 yılında imzalanan Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum ve İsrail üçlü savunma ve güvenlik anlaşması ile ilişkiler Türkiye’yi bir blok olarak karşısına alacak 3+1 formatına taşındı. 2025 başında söz konusu iş birliği Doğu Akdeniz’de Terörle Mücadele ve Deniz Güvenliği girişimi altında yeni bir statüye yükseldi. Kısacası Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY üzerinden ABD, İsrail ve AB baskısı altına girmiştir.
İSRAİL VE HEGEMONYA JEOPOLİTİĞİ
Shay Gal’ın 30 Temmuz 2025 tarihinde yayınlanan bu makalesi, 11 Mayıs 2025 tarihinde Jerusalem Post gazetesinde imzasız olarak yayınlanan ‘’Türkiye’nin Bölgesel Hırsları Sadece Kürt Milleti İnşa Etmekle Durdurulabilir’’ başlıklı makale ile beraber değerlendirilmelidir. Makalede, Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki askeri varlığı ve bölgedeki dış politikası, ’yayılmacı’’ olmakla eleştirilirken, Türkiye’nin bölgesel etkisini durdurmanın tek yolunun, Kürtler için Akdeniz’e erişimi olan bağımsız bir devlet kurmak olduğu savunuldu. Türkiye’nin bir NATO üyesi ve Batı için uzun süredir stratejik ortak olduğuna dikkat çeken yazıda, bu durumun Ankara’nın politikalarına karşı koymayı zorlaştırdığı ifade edildi ve şunlar kaydedildi: ‘’Türkiye’yi Suriye ya da Irak’ta durdurmanın tek yolu, Kürtlerin kendi siyasal ajandasını kurmasına yardımcı olmak. Tarihsel toprakları üzerinde kurulan, Akdeniz’e Lazkiye üzerinden çıkışı olan bir Kürt ulus devletidir. Kurulduğunda bu devlet, her türlü toprak saldırısını püskürtebilecek savunma araçlarına, gerekli silahlara sahip olmalıdır.’’ Dışişleri Bakanlığımız bu iddialara cevap vermedi. Gerek Jerusalem Post gerekse yazar Jay Gal’ın hükümete yakınlıkları göz önüne alındığında İsrail’in güvenlik stratejisinde Türkiye’ye yönelik algının artık çok net ve açık bir tehdit diliyle formüle edilmeye başlandığı görülüyor. Bağımsız denize çıkışı olan Kürt devletinin Türkiye’nin güneyden tamamen kuşatılmışlığını sağlayacağı göz önüne alınırsa İsrail bu kez çevreleme stratejisine KKTC’yi de katarak jeopolitik hedefini açıkça ilan etmiştir. Kıbrıs, artık sadece Türk-Yunan/GKRY değil, İsrail-Türkiye cephesinin de bir sahnesidir. Hatta bu alana Ege ve Doğu Akdeniz’de mevcut egemenlik ve deniz yetki alanı sorunlarında İsrail’in net tarafgirliği ve olası müdahalesi de eklenebilir. Diğer bir deyişle Türk Yunan ve Türk GKRY çatışması çıktığında İsrail tarafsız kalmayacaktır.
İsrail jeopolitiğinde Kıbrıs adası enerji güvenliği, askeri-stratejik derinlik, hava-deniz kontrolü ve bölgesel ittifaklar açısından önemlidir. Kıbrıs, İsrail’in Türkiye’yi aradan çıkararak Avrupa ile doğrudan ilişkilenme stratejisinin bir parçasıdır. Kıbrıs, İsrail için İngiliz üsleri ile birlikte deniz ve hava erken uyarı sisteminin bir parçasıdır. Adada bulunan ABD- İngiliz ortak İstihbarat ağı Echelon aynı zamanda CIA ve MI6’in ayrılmaz parçası MOSSAD’a da destek vermektedir. Bölgedeki tüm radar izlemeleri ile muhabere ve sinyal istihbaratı bu bölgeden izlenir ve yönetilir. Bu faaliyetlerin tek ve en önemli ortak paydası Türkiye’ye karşı olmalarıdır. İsrail’in Leviathan ve Tamar doğalgaz sahalarından çıkan gazın Avrupa’ya ulaştırılması için düşünülen rotalardan biri Kıbrıs üzerinden geçmektedir. EastMed projesi bu kapsamda gündeme gelmiş, ancak maliyet ve jeopolitik riskler nedeniyle askıya alınmıştı. Kıbrıs, İsrail için sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) terminali kurmak için Yunanistan’a kıyasla daha yakın bir liman alternatifi sunar. İsrail’in adada ileri üs temin etmesi İsrail hava kuvvetleri için geniş bir manevra alanı üzerinden hareket serbestisi elde etmesi anlamına gelir. Kıbrıs’taki İngiliz egemen üsleri ile GKRY/Yunanistan kontrolündeki üsler İsrail’in Türkiye’ye karşı gerektiğinde lojistik destek alabileceği veya kriz anında kullanabileceği yetenekler sunabilir. Kıbrıs-İsrail hattı Doğu Akdeniz’de İsrail denizaltıları için kritik bir alandır. Diğer yandan Türkiye’nin KKTC üzerinden ilan ettiği NAVTEX yayınları, ruhsat alanları, İsrail’in GKRY ile yaptığı deniz yetki alanı anlaşmalarıyla çakışma potansiyeline sahiptir. Bu durum, İsrail’in enerji ve güvenlik stratejisinde Kıbrıs’ı Türkiye’ye karşı bir denge aracı olarak görmesine neden olur.
İSRAİL’İN ERKEN HAMLELERİNİN NEDENİ
Her iki yazının ortaya çıkardığı gerçek hegemonya yani ABD adına hareket eden İsrail içinde bazı kesimlerin jeopolitik ihtiraslarını çok erken açığa çıkardığı şeklinde okunmalıdır. Bu tehditlerin Türkiye’de iç cephenin parçalandığı, iktidar ve muhalefetin güç mücadelesi içinde yakıcı gerçeklerden uzaklaştığı, dinci ve bölücü iç siyasi manevra ve propaganda savaşının jeopolitik gelişmeleri unutturduğu bir konjonktürde ortaya çıkması tesadüf değildir. İsrail, Gazze savaşının yarattığı konjonktürde Ankara’nın zafiyet ve hassasiyetlerini kullanmaya devam etmektedir. 21 Mart 2025 tarihinde Türkiye’nin Suriye’de kurduğu Palmira T4 Hava Üssü gibi stratejik konuşlanmalarına İsrail’in defalarca bombardıman gerçekleştirmesi karşısında Ankara’dan herhangi bir ciddi askeri, diplomatik ya da psikolojik karşılık gelmemesi, Tel Aviv nezdinde “Türkiye’nin ciddi misilleme iradesi yok” algısını güçlendirmiştir. Daha sonra İsrail’in İran’a saldırısı sırasında iktidara yakın çevrelerin (medya ve kanaat önderleri) İran’ın aleyhinde yakıcı jeopolitik ortama rağmen mezhepsel (Sünni/Şii) doğrultuda taraf tutması ve Türkiye genelinde ABD ve İsrail yanlısı görünecek bir kafa karışıklığının yaşanması bu süreçte etkili olmuştur. Kısacası aklı karışık ve batı yanlısı Ankara İsrail’e bugüne kadar söylem dışında bir hamlede bulunmamıştır. 2023 Ekim ayından bu yana Gazze’de devam eden ve soykırıma varan İsrail vahşetine rağmen ne Kürecik radarını ne de Azeri petrolünün dolaylı yollardan İsrail’e erişimini sağlayan BTC boru hattını kapayabilmiştir. Türk kamuoyu ve devlet iradesinin jeopolitik çerçevede net bir duruşa sahip olmayışı İsrail’i Türkiye karşısında daha saldırgan hale getirmektedir. Bu sonuca neden olan psikolojinin bir diğer nedeni de İsrail’in hamileri olan ABD, İngiltere ve AB ile gerek finansal/ekonomik, gerekse bilemeyeceğimiz başka nedenlerle oluşan bağımlılık nedeni ile Ankara’nın eli ve kolunun bağlanmış olmasıdır. Aynı bağımlılık ana muhalefet partisi için de geçerlidir. Türkiye bir yandan İsrail’in açık tehditlerine maruz kalırken bir yandan Suriye ve Kafkasya’da ABD Büyükelçisinin dile getirdiği Batı Asya ve Kafkasya vizyonuna uygun stratejilerle uyumlu hareket ediyor. Dinci ve hükümet yanlısı gazeteler İsrail aleyhinde manşet atarken aynı gazeteler İsrail jeopolitiğinin hizmetkarı ABD Büyükelçisi Barrack’ın her sözünü haber yapıyor, alkışlıyor. Terörsüz Türkiye kavramı ile güzel ülkemiz sanki teröre teslim olmuş ve bu girişimle terörden sıyrılacakmış gibi bir psikoloji yaratılarak gerçekte Suriye kuzeyinde otonom Kürt yapılanmasının ve Türkiye’de kurucu irade aleyhine anayasa değişikliğinin kapısı ardına kadar açılıyor. Bu girişime muhalefet alkış tutabiliyor. Komisyonda yer alabiliyor. Böylesi bir konjonktürde son 51 yıldır öyle veya böyle jeopolitik bütünlüğünü koruduğumuz KKTC’nin sonlandırılması için ABD, İngiltere ve AB namına üzerimize İsrail’i salması mantık dışı değil, hesaplı bir hamledir. Kolay unutan bir milletiz. Hatırlatalım. 22 Kasım 2020 günü AB’nin Yunan Amiral emrindeki Irini Deniz Güvenlik Harekâtında Arkas Firmasına ait Türk bayraklı La Rosalie -A konteyner gemisine Akdeniz’in açık deniz alanında Alman firkateynindeki deniz komandolarının deniz haydutları gibi Ankara’dan izin almadan çıkması, personeli donlarına kadar soyarak, kafalarına namlu dayayarak manevi işkence yapması ve bunu Türkiye’nin hazmetmesini nasıl unutacağız? Ama unuttuk. O tarihten bu yana Akdeniz Mavi Vatanında ne bir sismik ne bir sondaj yapılmadı. Almanya’dan ne hukuki ne siyasi hesap sorulamadı.
İSRAİL VE ABD’NİN DURUM MUHAKEME HATASI
Görünüşte bugünkü durum Birinci Balkan Savaşı sırasında Yunanistan, Bulgaristan ve İngiltere’nin Osmanlıya yaklaşımına benziyor. 8 Ekim 1912’de savaş başladıktan 6 ay içinde küçücük ve 5 yaşındaki genç Bulgaristan ordusu Çatalca’ya kadar gelmiş; tüm Ege adaları 5 ay içinde altın tepside Yunanistan’a direnmeden teslim edilmiş, Selanik terk edilmişti. Bu rezil duruma göre stratejik muhakeme yapan İngiliz Bahriye Bakanı Churchill, kısa süre sonra Birinci Dünya Savaşı başladığında Çanakkale Boğazının güçlü bir deniz filosu zorlamasıyla çok rahat geçileceğine inanmıştı. Türkler direnemezdi. Ancak olmadı. Denediler ve büyük bir hezimet ile on ay sonra ayrıldılar. Aynı hatayı Mondros sonrası bir daha yaptılar. Türk’e 400 yıl efendi diyen Yunan’ı İzmir’e çıkardılar. Bir yıl sonra da sözde Barış Anlaşması Sevr’i Türklere dayattılar. Sevr hâlâ varlığını sürdüren bir millete uluslararası hukuk adı altında dayatılan ve ülkeyi haritadan silmeyi hedefleyen ayrıntılı ve planlı parçalama anlaşmasıydı. Türklerin topraklarının %70’inden fazlasının elden gitmesi, neredeyse “devletsiz” bırakılması ve açık denizlere erişimin yok edilmesi öngörülmekteydi. Türkler Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde büyük bir Kurtuluş Savaşı ile Sevr’i tarihin çöplüğüne gönderdiler. Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşlarından bugüne yansıyan en önemli ders Türk ile savaşma kararının belirsizlik ve büyük riskler içerdiğidir. Bugün için de İsrail ve dolaylı olarak ABD, Ankara’nın içinde bulunduğu açmazları değerlendirirken jeopolitik temelde üç büyük hata yapıyor.
İSRAİL’İN BİRİNCİ HATASI
İsrail, Türkiye’deki iktidarların hepsinin gelip geçici, ancak kalıcı olanın Atatürk’ün mirası üzerinde şekillenen Türk jeopolitiği olduğu gerçeğini göremiyor. Onun temeli de 30 Ekim 1918 ateşkesi sonrası ortaya çıkan Kemalist ruhtur. Bu ruh %1’lik destekle arkasına tüm Anglo-Fransız dünyayı alan Yunanistan’a önce Sakarya’da sonra Dumlupınar’da tarihte örneği görülmeyen bir ders vermiştir. İsrail’e ve ABD’ye hatırlatalım. Bu ruh dimdik ayaktadır. İsrail, ABD’nin gölgesindeki tehditleri ile hükümetleri, iktidarları ve muhalefetleri etkileyebilir. Ancak gerek söylem gerekse eylem bazında gerçekleştirecekleri emrivakiler ve tehditler ile Türk milletini etkileyemez. Yüzyıllarca herkesin ezdiği ve aşağıladığı Yahudi milletine kol kanat germiş, onları 15 yüzyıl sonunda İspanyol zulmünden kurtarmış, 20 yüzyıl ortasında Hitler Almanya’sından kaçanlara kapılarını açmış, Selanik’te, İzmir’de, Bursa, Edirne, Kahire, Tokat’ta ve daha pek çok yerde gerek İmparatorluk gerekse Atatürk mirasının gölgesinde Yahudilerle yan yana yaşamış Türkler bugün ABD, İngiltere ve AB adına hareket eden Siyonist fanatik çevrelerin tehditlerine boyun eğmez.
İSRAİL’İN İKİNCİ HATASI
İsrail, Türklerin savaşçı sosyo genetik kodların değişmeyeceğini göremiyor. İsrail son 77 yıldır savaşan bir devlet. Sosyo genetik kodlarının savaşçı özelliği yüz yılı bile geçmiyor. Sürekli olarak 1948 sonrası Amerikan askeri ve lojistik desteğini kullanarak sadece Araplarla savaştılar ve kazandılar. Türkler ise Asya ve Avrupa’da son 2000 yıldır savaşmış bir millet. Hele ki 1914-1922 arasında dönemin en büyüğüne güneşin batmadığı imparatorluğa ve vekillerine karşı savaşmış ve kazanmış bir millet. Kıbrıs Barış Harekatında 1922 sonrası hiç savaşmadığı halde Sampson darbesinden 120 saat sonra deniz aşırı bir harekat ile kıyı başını ve hava başını tutmuş bir millet. Savaşın özü demir ve kandır. Türkiye her ikisine ancak muazzam bir coğrafi derinliğe sahiptir. Her ne kadar 2002 sonrası Türk Silahlı Kuvvetlerinin Atatürkçü ve milli kadrolarına iktidar ile iş birliği içinde CIA, MOSSAD, MI6 ve BND kontrolündeki FETÖ kumpasları yapılmış ve kitlesel tasfiyelerde başarılı olmuşlarsa da bu başarı 15 Temmuz 2016’da nihai jeopolitik zafere tahvil edilememiştir. 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı ve FETÖ iktidarı gerçekleşseydi zaten İsrail ve ABD/AB’nin tüm istekleri yerine getirilmiş olurdu. 15 Temmuz’da darbe karşısında başarıyı sağlayan ana faktör, Türk milletinin 1000 yıldır Anadolu’da biriktirdiği vatan ve devleti koruma bilinci ile Mustafa Kemal’in birleştirici ruhu olmuştur. Bugün en küçük bir protestoda dahi ilk söylenen slogan ‘’Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganıdır. Bu ruhu öldürmek ve unutturmak mümkün değildir. Bu ruh İsrail’in ister yavru vatan ister mavi vatan ve ister ana vatanımızda yelteneceği en küçük hatasında devleşecek kapasiteye sahiptir. Netanyahu ve çevresi KKTC’ye ön alıcı bir saldırı gerçekleştirirse bu saldırının Ankara veya İstanbul’a yapılmış olarak algılanacağının herhalde farkındadır.
İSRAİL’İN ÜÇÜNCÜ HATASI
İsrail içinde bulunduğu harici ve dahili konjonktürü okuyamamaktadır. İsrail büyük bir bölünme içindedir. Türkiye’deki Amerikancıların küçük gördüğü İran karşısında 12 günlük savaşın sonunda karşılaştığı askeri tablo Netanyahu ve takipçileri için son derece moral bozucudur. Savaşın başında Trump’a büyük bir zafer armağan edeceğini söyleyen Netanyahu, 12. günde ondan ateşkes için arabuluculuk istemiştir. İktidarda kalmak ve yargılandığı davalardan kurtulmak için çekinmeden Suriye ve Lübnan’ı bombalayan bir ruh hali içindedir. Savunma harcamaları artmasına, ABD destekli THAAD, Patriot ve Arrow-3 sistemlerine rağmen İsrail’in askeri ve ekonomik altyapısına ciddi zarar veren İran’ın hipersonik füzelerinin bazılarını durduramadı. Çatışmalarda THAAD füzelerinin %25’i tüketildi. İsrail ordusunun kurmayları, Netanyahu’nun saldırgan politikalarına destek konusunda isteksiz. Sürekli savaş ve personel eksikliği nedeniyle birlikler arasında uyum kaybı var. Bu şartlar altında Netanyahu ABD ve Almanya askeri yardımı kestiğinde birkaç cephede bitmeyen savaşları daha ne kadar sürdürülebilir? İran gibi bir devlete en güçlü olduğu hava savaşında 12 gün dayanamayacağı ortaya çıkan, Yemenli Husilerin başta Eliat limanı olmak üzere deniz ulaştırmasına abluka uygulamasını iki yıldır önleyemeyen Netanyahu karşısına Türk milletini ve onun ayrılmaz parçası KKTC’yi alarak yeni bir cephe açmaktadır. Ayrıca makaleyi yazan herhalde Türklere Akdeniz’de meydan okumadan önce Kızıldeniz üzerinden İsrail’e yönelik deniz trafiğinin kesintiye uğramaması gerekliliğini bilmiyor. Böyle bir konjonktürde Türkleri savaş cephesinde karşılarında görmek intiharla eş değerdir. İsrail, ABD’den aldığı finansal ve lojistik destekle sadece Arap dünyasında kendi jeopolitik hedeflerine erişebilir. Türkiye’yi askeri cephede karşısına almak Netanyahu’nun içinde bulunduğu zor durumu daha da karmaşıklaştıracaktır.
YENİ JEOPOLİTİK DÖNEM
Bu köşede son 12 yıldır yazdığım üzere Türk jeopolitiğinin 21 yüzyıl ağırlık merkezi ‘’Doğu Akdeniz”dir. Üç bacağı vardır. Mavi Vatan, Kuzey Irak/Kuzey Suriye ve KKTC. Türkiye’nin güneyinde kurulması hedeflenen denize çıkışı olan sözde Kürdistan’a mâni olunması; KKTC’nin bağımsızlığı ve adadaki askeri varlığımızın sonlandırılma gayretlerinin önlenmesi; Hakkımız olan Doğu Akdeniz ve Ege Denizindeki Kıta Sahanlığımızdan hak çalınmasına asla izin verilmemesi asli hedeflerdir. ABD, İngiltere, AB ve İsrail bu hedeflerin farkındadırlar ve 2002 sonrası Türkiye’de muhafazakâr iktidar değişikliği üzerine bu hedeflere erişimi engelleyecek her türlü önlemi almışlardır. Türk Ordusunun Atatürkçü kadrolarının kumpas davalar ile tasfiye edilmesi; Birinci ve İkinci açılım Süreçleri ile ulus/üniter devlete zarar verilmesi; KKTC’de Annan Planına Evet Denmesi, Doğu Akdeniz’deki sismik ve sondaj faaliyetlerimizin 2020 sonrası sonlandırılması; 2011 yılında Libya’nın, 2013 sonrası Suriye’nin yıkılmasına ve iç savaşın çıkmasına fiili katkı sağlanması ve sonuçta milyonlarca sığınmacının AB baskısı ile kabul edilmesi gerçekte hegemonyanın başarılı olduğunu göstermektedir. Hegemonyanın 2002 sonrası en büyük yenilgisi 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin başarılamamasıdır. Gerek iktidar gerekse muhalefet 15 Temmuz 2016 sonrasından 2020 sonuna kadar bağımsız bir jeopolitik rota takip edebilmişse de sonradan finansal ve siyasi baskılarla tekrar hegemonya rotasına girmişlerdir. Ancak bugün hegemonya ve İsrail zor bir döneme girmiştir. Rusya, Çin, Kuzey Kore, İran başta olmak üzere BRICS, ŞİÖ ve küresel güney üzerinden kolektif batı diyebileceğimiz ABD, İngiltere, AB ve İsrail karşısında bir direniş cephesi oluşturmuştur. AB ise jeopolitik arenada artık ABD’nin bir nevi sömürgesine dönüşmüştür. Kolektif batının lideri ABD her yönü ile gerileme ve çöküş dönemine çoktan girmiştir. Henüz iktidara geleli 6 ay geçen Trump’ın halk nezdinde onayı %40’lara gerilemiştir. Siyasi geleceği Epstein gibi MOSSAD emrinde görev almış bir cinsel sapığın geçmişteki karanlık skandallarına bağımlı hale gelmiştir. ABD halkının %81’i küresel güçlerin meşruiyet krizinin ve ahlaki çöküşünün sembolüne dönüşen Epstein dosyalarının açıklanmasını istiyor ve Trump direniyor. Trump, iktidara derin devleti ve istihbarat ağlarını tasfiye vaadiyle gelmişti; ancak şimdi kendi seçmeni bile o ağların içinde yer aldığını düşünüyor. Harabeye dönen Gazze üzerinden, ABD-İsrail ortaklığının kaotik ve yıkıcı etkileri çağlayan gibi büyüyor. ABD çöken her imparatorluk gibi kaçınılmaz sona ilerlerken ahlaki ve hukuki tüm değerleri yerle bir ediyor, sürekli çatışma ve savaş arıyor. ABD’de MAGA grubu bile Trump’ı ve ABD’nin İsrail’e kayıtsız şartsız bağımlılığını sorgulamaya başlıyor. Böyle bir konjonktürde Netanyahu, batı desteğini yitirirken “Büyük İsrail” projesini hızla dayatmaya çalışıyor. İbrahim Anlaşmalarının barışçı niteliği yerini, Arap ülkelerine askeri baskı yoluyla dayatılmaya bırakmış durumda. Ortadoğu’da etnik-dini çatışmalar ve Balkanlaşma derinleşirken adeta IŞİD yeniden devreye sokulmuş gibi görünüyor. Bu kapsamda MOSSAD, MI6 ve CIA dünya çapında İslamcı köktendincileri destekleyerek istikrarsızlığı körüklüyor. ABD’nin dış politikasında en temel kırılganlık İsrail ve onun Londra City’deki finansal oligarşi ile olan ilişkisidir. Bağımsız bir Yahudi devleti olmayan İsrail, finans-kapital imparatorluğunun en önemli aracıdır. Rothschild, Warburg, Goldman Sachs gibi ailelerin kontrolünde olan Federal Rezerv, ABD’nin finansal egemenliğini fiilen ortadan kaldırmış durumdadır. Bu yapı, ABD, İngiltere ve AB dış politikasını yönlendirmekte ve Avrasya’yı sürekli savaş içinde tutarak kendi enerji-finans-kapital tekelini sürdürmeyi hedeflemektedir. 37 trilyon dolar borç stoku içindeki ABD kaçınılmaz şekilde 1929 Buhranına benzer bir sonuca hızla ilerliyor. ABD’deki AIPAC ve diğer lobiler, İsrail karşıtı hiçbir siyasetçinin ABD’de varlık göstermesine izin vermezler. İsrail’i eleştirmek ABD’de adeta yasaktır. Dolayısı ile ABD bir yandan çok kutuplu dünya düzenine geçiş sancılarını yaşarken diğer yandan İsrail gibi bir vekilinin şantajlarına maruz kalmaktadır. ABD’nin bu şantajlara ne kadar dayanacağı zamanın bir fonksiyonudur. Zira Amerikan kamuoyu Gazze’deki soykırıma ve İsrail’in emrivakilerine artık ortak olmak istememektedir. Böylesi bir konjonktürde İsrail’in ABD gücünü arkasına alarak KKTC’ye tehditler savurması yangından mal kaçırma ve fırsatçılık olarak görülebilir. Böyle bir saldırı gerçekleşirse, Türkiye’nin NATO’dan ayrılması tetiklenir ve Ankara Rusya – Çin cephesine yaklaşır. Böyle bir durumda dünya dengeleri alt üst olur. Doğu Akdeniz’de böylesi bir depremde Mısır’ın Türkiye ve Rusya cephesine yaklaşması hızlanır. Böylesi jeopolitik yeni tablo her geçen gün askeri faaliyetlerin yoğunlaştığı, Çin ve ABD/müttefikleri arasındaki gerilimlerin her geçen gün arttığı, deniz jeopolitiğinin enerji‑ticaret‑savunma üçgeninde yeniden şekillendiği Pasifik’te ABD için olağanüstü çapta ve kapsamda zorluklar yaratır.
TÜRKİYE DERSLERİ
Türkiye için yeni jeopolitik dönem Suriye’de 2024 Aralık ayında rejimin çökmesi ile başlamıştır. Suriye’de devletin çöküşüne fiilen yardımcı olmak hatasının artçı depremleri devam etmektedir. İran’a İsrail ve sonradan ABD saldırırken aslında bu saldırılardan sonra hedefin Türkiye olacağını göremeyenleri sanırım İsrail eylem ve söylemleri, artık ikna edebilmiştir. Türkiye, İsrail’in KKTC mesajını soğuk kanlılıkla okumalıdır. KKTC, Türk jeopolitiğinin Türk Boğazları ve Mavi Vatan gibi ana damarlarından birisidir. KKTC demek Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan demektir. Beşparmak Dağlarından Türk Bayrağı inerse Türkiye uyuyamaz. Anavatan, Mavi Vatan ve KKTC bütünlüğü esastır. Siyonist fanatikler Jerusalem Post gazetesinde yazdıkları gibi Suriye ve Irak’ta denize çıkışı olan kukla bir Kürt Devletin hayalini kurabilirler. Bu hayali önlemek için Türkiye gerekirse önlem alabilir. Ancak bir makale ile de olsa KKTC’ye ve Türkiye’ye meydan okumak hadleri değildir. Zira KKTC Türk yurdudur. 1963 Aralık ayında resmen ortadan kalkmış Kıbrıs devletinde Türk katliamını önlemek için adaya garantör devlet hakkını kullanarak müdahale eden Türkiye’ye, Gazze’de soykırım, Batı Şeria ve Güney Lübnan’da katliamlar yapan, BM Güvenlik Konseyi kararlarının hiçbirini uygulamayan saldırgan bir devletin bu konuda akıl yürütmesi kabul edilemez. Türkiye kendisine verilen bu mesajı sadece İsrail’den gelen içi boş bir tehdit mesajı olarak da görmemelidir. Bu mesaj ABD, İngiltere ve AB’nin bir NATO üyesi devlete söyleyemeyeceği cinsten bir mesajdır. İsrail onlar adına bu mesajı vermiştir. Aynen 11 Mayıs 2025 tarihli Jerusalem Post Gazetesinin Kürdistan mesajı gibi algılanmalıdır. Mafya paradigması ile hareket eden kolektif batı, tetikçisi İsrail üzerinden rakibine tehdit mesajı göndermiştir. Bu bir nevi ‘’Kıbrıs’ta federal çözümü kabul et yoksa tetikçimi üzerine salabilirim’’ mesajıdır. 22 Kasım 2020 günü Akdeniz’in uluslararası sularında Türk bayraklı La Rosalie gemisine çıkan Alman Deniz komandolarının deniz haydutluğu eylemi ile Ankara’ya verilen mesaj sonrası Akdeniz’de Mavi Vatan’dan geri çekilen iktidarın bu kez İsrail’in mesajı ile federal çözüm için KKTC’de geri adım atmaya zorlanması sürpriz olmaz. Şu andan itibaren yapılması gerekenler şöyle sıralanabilir: 1.En kısa sürede Türkiye KKTC arasında geniş kapsamlı Savunma Paktı Anlaşması imzalanmalıdır. (Hatırlatalım halen KKTC ile Türkiye arasında savunma iş birliği alanında 20 Ocak 1997 tarihli savunmaya yönelik ortak bir deklarasyon mevcuttur.) 2. KKTC, egemen bir devlet olarak kendi kuvvet komutanlıklarını oluşturmalıdır. 3. Türkiye ile KKTC arasında Türkiye’nin adada mevcut Geçitkale hava üssünü geliştirmek ve Magosa’da kurulması planlanan deniz üssünü ivedilikle hayata geçirmek için adım atılmalıdır. 4. Denizaltı Filomuzun kuvvet yapısı insansız sualtı araçları ve yeni denizaltılar ile takviye edilmeli, gerekirse diğer projeler askıya alınarak Yunanistan ve İsrail denizaltılarına üstünlük sağlayacak yapıya kavuşturulmalıdır. Denizaltılarımızdan atılan Akya ağır torpidoları ile gemiye karşı Atmaca ve Gezgin cruise füzelerinin geliştirilmesi ve seri üretime geçme projeleri hızlandırılmalıdır. 6. Doğu Akdeniz’de Taşucu’nda yapılması planlanan büyük çaplı tersane projesi en kısa zamanda hayata geçirilmelidir. 7. Mısır ile ilişkiler geliştirilmeli, özellikle ortak deniz ve hava tatbikatları icra edilmelidir. 8. İster BM ister AB şemsiyesi altında olsun, Kıbrıs’ta federal çözüme yönelik hiçbir diplomatik sürece iştirak edilmemelidir. 9. Gazze’yi ilhak aşamasına gelen İsrail’e Kürecik Radarı ve BTC kapatılarak eylem ile tepki verilmelidir.10. Dinci iktidara sahip İsrail’e Türkiye’nin tepkileri demokratik ve laik bir devletin vermesi gereken şekilde olmalıdır. 11. Türkiye, Siyonist Türkiye düşmanları ile asırlardır Türkiye ile dostane ilişkiler içinde yaşayan Yahudi milletini ayırt edebilmeli ve tarih boyunca Türklerle Yahudilerin savaşmadığını, Osmanlı döneminde Osmanlıya karşı ayaklanmayan tek milletin Yahudiler olduğunu ancak Türk vatanına, Yavru vatana ve Mavi Vatana hangi şartlar altında olursa olsun bir saldırının asla karşılıksız kalmayacağını dünya kamuoyuna deklare etmelidir. 12. İsrail, ABD ortak projelerine ister lojistik koridor ister enerji projeleri olsun gerek Akdeniz gerekse Kafkasya, Irak ve Suriye’de uzak durulmalı, kardeş Azerbaycan’ın söz konusu projelere dahil olmaması için tedbirler alınmalıdır. 13. NATO’nun Akdeniz’de İsrail’e dolaylı destek sağlayan tüm faaliyetleri planlama aşamasında veto edilmelidir. 14. GKRY ve Yunanistan’ın İsrail ile ortak icra ettiği tüm tatbikatlar TSK tarafından yakından izlenmeli, tatbikatlar sırasında deniz ve hava kuvvetlerimiz yakın bölgelerde büyük çaplı tatbikatlar icra etmelidir. 15. Sömürge valisi gibi hareket eden ABD Büyükelçisinin Türkiye’nin anayasasına, kurucu değerlerine karşı söylemlerine tepki verilmeli, Rusya ve İran’ın çevrelenmesine hizmet edecek bal tuzağı dolu ABD/İsrail projelerine itibar edilmemelidir. Suriye’de yaşananlardan ders çıkarılmalıdır.
Kısacası Ankara, bugüne kadar Doğu Akdeniz ve İsrail politikalarında küresel finans oligarşisi, ABD ve AB dayatmalarına boyun eğmiş, eylem ve söylem dengesizliği içinde kalarak fanatik Netanyahu çevresinin artan tehditlerine maruz kalmıştır. Hegemonya, Tel Aviv üzerinden İsrail’ e karşı eylemsizlik içindeki Ankara’ya 2020 Kasım ayındaki Mavi Vatan’dan çekilme sonrası KKTC’den de çekil mesajı vermektedir. İsrail’in açıklamalarının asıl sahibi hegemonyanın kendisidir. Almanya Başbakanı Friedrich Merz, 15 Haziran 2025’te İsrail’in İran’a düzenlediği saldırılar için şunu söylemişti: “Bu, İsrail’in hepimiz için yaptığı kirli bir iş.”
Cem Gürdeniz