Mavi Vatan’dan açık denizlere -II

Deniz Kuvvetleri Stratejisi, devletin denizlerdeki çıkarlarını nasıl koruyacağını ve geliştireceğini belirleyen, rotayı çizer. Milli güç unsurlarının sentezi olarak ortaya çıkan deniz gücümüzün Mavi Vatan ve ötesi açık deniz alanlarında nasıl kullanılacağını belirler. Hangi kuvvet yapısına sahip olacağımızı; Gerginlik, barış ve savaş dönemlerinde öncelik sırasına göre hangi görevleri icra edeceğini; gücün dinamik kullanımında temel konvansiyonel deniz harp ve asimetrik harp doktrinlerinden hangisini kullanacağını belirler.

MAVİ VATAN VE DENİZ KUVVETLERİ STRATEJİMİZ

Deniz gücümüz yani donanma ve sahil güvenlik unsurlarımız (Savaşta) diğer kuvvetlerle müşterek ve gerekirse birleşik harekatın gerekli kıldığı harekât ihtiyaçlarını lojistik, istihbarat, harekât eğitim ve nitelikli personel katkısı ile karşılayabilmelidir. Son tahlilde bu gücün barış, kriz ve savaş dönemlerinde en uygun şekilde kullanımını sağlayacak deniz kuvvetleri stratejisinin dinamik ve esnek şekilde belirlenmesi, planlanması ve barış zamanında denenmesi gerekir.

Planlama yapılırken Ege-Doğu Akdeniz-Karadeniz harekât sahalarındaki kısa ikmal rotaları ile KKTC’nin varlığı Türkiye’ye hızlı reaksiyon ve sürdürülebilir harekât temposu avantajı sağlamaktadır. SİHA/SİDA (Silahlı İnsansız Hava Aracı) /Silahlı İnsansız Deniz Aracı) teknolojilerindeki üstünlüğümüz, çevre denizlerde düşük maliyetli sürekli varlık yaratma yeteneği sunarken, Ege gibi kıyı sularda karada konuşlu hareketli veya sabit gemi karşı füzeleri ile kamikaze dronlar veya SİHA’larla çok etkili i engelleme (A2) ve deniz alanı yasaklama (AD) operasyonları yapılabilir. Bu kapsamda savaşın ilk gün ve haftalarında yüksek değerli savaş gemilerimizi korumamız ve düşmana kolay hedef olacak fırsatlardan uzak tutmamız gerekir.

GÖREVLER

Deniz Kuvvetlerimiz konvansiyonel ve asimetrik araç ve taktikleri kullanarak; diğer kuvvetler ve kurumlar ile gerek konvansiyonel gerekse hibrid savaşın gerektirdiği kapsam ve ölçekte olmak üzere: 1.Hem kıyı sularda hem de açık denizde savaşacak şekilde donatılmalıdır. 2.Ege ve Akdeniz ile mücavir denizlerdeki stratejik çıkar ve ilgi alanlarına sadece taktik sonuç değil stratejik sonuç da alabilecek şekilde denizden güç intikal ettirebilmelidir. 3.Belirli alanlarda kesin deniz kontrolü tesis edebilmelidir. 4.Seçilmiş alanlarda erişimi engelleme (A2) ve alan yasaklaması (AD) yapabilecek yeteneklere sahip olmalıdır. 5. Deniz ticaretimizi koruyabilmelidir.

Türkiye’nin ticaret yolları ve enerji güvenliği ile dış Türklerin emniyeti ve jeopolitik etki için sadece Akdeniz’de değil, Kızıldeniz-Hint Okyanusu hattında da var olması gerekir. Küresel ticaret ağlarına bağlanabilmek, Akdeniz’e sıkıştırılmış bölgesel güçten, okyanus erişimli orta ölçekli kıtasal aktöre dönüşümü düşünmemiz gerekir. Söz konusu Deniz Kuvvetleri görevlerinin bazıları Türk Dünyasının çıkarlarını korumak ve uzak alanlardaki dost ve müttefik ülkelere gerektiğinde destek sağlamayı gerektirir. Bu nedenle Mavi Vatandan Açık denizlere yöneliş kaçınılmaz ve yakın bir gelecektir. Böylece açık denizlerde sürekli varlık gösterecek Türk deniz gücü kıtasal açılım ve gereken yerlerde caydırıcılık sağlayacaktır. Bu kapsamda Türkiye’nin gelişen deniz stratejisi, küresel doktrinlerin en etkili araç ve stratejilerini kendi coğrafi ve jeopolitik gerçeklerimize harmanlayan hibrit bir model oluşturmalıdır. Böylece Mavi Vatan’dan açık denizlere yöneliş “yetki alanı merkezli savunma” anlayışından “ileri üslenme ve sürekli caydırıcılık” vizyonuna doğru evrimsel dönüşümü başarmamız gerekir. Bu dönüşümün başarısı, denizin altına hakimiyet, milli savunma sanayiinde yüksek tempo ve üretim kalitesi ve komuta kontrol ve karar süreçlerinde dayanıklılık esas olmalıdır.

DEĞİŞEN DENİZ SAVAŞI PARADİGMASI

Deniz stratejimizi belirlerken özellikle 24 Şubat 2022’de başlayan Rusya Ukrayna (dolaylı NATO) hibrid ve sıcak savaşının tüm özelliklerini içeren çatışmasının Karadeniz’de deniz ortamına yansımaları göz önüne alınmalıdır. Benzer şekilde Aralık 2023’ten itibaren donanması olmayan Yemenli Husilerin Bab El Mandeb Boğazının kontrolünü ele geçirmesi ve her şeye rağmen sürdürmesi tarihte örneği zor bulunacak asimetrik bir başarıdır. Ders almak gerekir. 2012 sonrası Güney ve Doğu Çin Denizlerinde Çin Donanmasının (PLAN), Sahil Güvenlik ve Milis Balıkçı filolarının uyguladığı taktikler, klasik paradigmaları değiştirmiştir. Son yıllarda insansız, silahlı/silahsız hava, suüstü ve sualtı araçlarıyla, hipersonik gemiye karşı (ASM) füzelerin, akıllı mayınların, yapay zekâ uygulamalarının   ortaya çıkması, deniz harekatının bilinen pek çok prensip ve usullerini alt üst etmiştir. Geleneksel taktik ve stratejiler bugün yerini yeni hibrit stratejilere bırakmıştır. Artık kıyı sulara giren 1 milyar dolarlık bir firkateynin, 1 milyon dolarlık gemiye karşı füze/ insanız silahlı hava / su üstü aracının sürpriz bir baskını ile ciddi hasar alması, harekattan sakıt kalması ve hatta batırılması söz konusudur. Denizaltıların ve su altı araçlarının tespitinin günümüz teknolojik koşullarına rağmen hala gizliliğini koruması ve tespit edilebilirliğinin çok zor olması su altını deniz harbi başladığında asıl belirleyici ortam durumuna sokmuştur. Örneğin Akdeniz’e giren Amerikan uçak gemilerinin NATO tatbikatları sırasında dahi tatbikat denizaltıları tarafından uzaktan tanziri hücuma uğramaları vakayı adiyenedir.

DEĞİŞEN TEHDİT ORTAMI

2020’li yıllarda ortaya çıkan jeopolitik dinamikler Türkiye’yi Mavi Vatan yani yetki alanları merkezli savunma refleksinden öteye taşıdı. Özellikle 7 Ekim 2023 İsrail Hamas çatışması sonrası Türkiye için en önemli jeopolitik değişim İsrail’in Gazze’de giriştiği soykırım ve paralelinde Türkiye ile KKTC’ye açık tehditlerinin ortaya çıkmasıdır. İsrail’in Türkiye düşmanlığı sadece iktidar partisinin 2009 sonrasında iç siyasette dinci oyların konsolidasyonuna yönelik dinsel karşıt söylemi ile ortaya çıkan bir olgu değildir. Aksine ağırlıkla dincileşen İsrail’in jeopolitik vizyonunun sonucudur. Bu kapsamda İsrail’in başta ABD, İngiltere ve Almanya olmak üzere Yunanistan ve GKRY ile stratejik ittifak ilişkileri içinde olduğu dikkate alınırsa Deniz Kuvvetlerimiz, Doğu Akdeniz’de sıfır toplamlı jeopolitik çıkar çatışmalarında karşısında ABD ve AB desteğinde Yunan ve İsrail deniz ve hava gücü ile karşı karşıya gelecektir. Kısacası iki ayrı rakip ve deniz cephesinde bir çatışma söz konusu olacaktır. Ancak her iki ülkenin Cebelitarık, Bab El Mandeb ve Süveyş Kanalı çıkışlı deniz ticaret rotalarına bağımlı oldukları dikkate alınırsa gerçekte böylesi bir senaryoda tüm Akdeniz ve Kızıldeniz Türk Deniz Kuvvetlerinin harp sahası olacaktır. Bu durum Mavi Vatan’dan Açık Denizlere Doğru Yönelişimizi şimdiden ivmelendirmelidir.

Deniz Kuvvetlerimizin harekât temposu ve harekât çapının artışı paralelinde son yıllarda sürekli gelişme gösteren savunma sanayimizin yeni ürünleri stratejimize süratle entegre edilmelidir. Örneğin Havadan Bağımsız Tahrikli (HBT) denizaltılarımız, gemiye konuşlu gemiye konuşlu TB3 gibi silahlı insansız hava araçları (SİHA) Tayfun -4 yarı hipersonik füzelerGezgin seyir füzeleriAtmaca Gemiye Karşı füze sistemiSİDA (Suüstü İnsansız Deniz Araçları) ve SİDA sürü sistemleri, insansız sualtı araçları gibi yerli silah ve savaş sistemlerinin konvansiyonel deniz harbi dışında asimetrik etki yaratacak şekilde diğer kuvvetler ve kurumlarla eşgüdüm içinde sadece Mavi Vatan içinde değil Akdeniz’in, Kızıldeniz’in belirli bölgelerini de kapsayacak şekilde kullanılması dikkate alınmalıdır.   Bu kapsamda Çin Donanmasının batı Pasifik’te birinci ve ikinci adalar zincirleri içinde erişimi engelleme (A2) ve alan yasaklama (AD) stratejileri denizaltılar, uzun menzilli balistik ve gezgin füzeler ve son aşamada su üstü unsurlarının ateş gücü ile uygulanmaktadır. Türkiye aynı örneği Anadolu ve Trakya yarımadaları ile KKTC sahilleri ve yetki alanlarındaki konuşlandırmalar ile uygulamalıdır.

DEĞİŞEN KUVVET YAPISI

Kuvvet yapımızın geliştirilmesinde donanma gücümüzün özellikle Reis sınıfı havadan bağımsız tahrikli denizaltılar ve gelecekte sırasıyla MİLDEN ve nükleer takatli denizaltılar ile Doğu Akdeniz ve ötesinde denizaltı harbinde üstün konumda bulunması hayati önemdedir. Bu kapsamda denizaltılarımızın devam eden milli AKYA Torpidosu ve Atmaca füzeleri yanında Gezgin seyir füzeleri ile donatılması ve savaş zamanı çoklu bütünleme ikmal sistemi ile desteklenmeleri en kısa zamanda başarılmalıdır. Unutulamamalıdır ki Ege ve Akdeniz’de konvansiyonel savaşın kaderini denizaltılarımız belirleyecektir. Satıh güçlerinin harbin ilk günlerinde büyük hasar alacağı göz önüne alınırsa sualtındaki gerek denizaltılarımız ve gerekse insansız deniz araçlarımızın ateş gücü intikali, keşif gözetleme ve istihbarat faaliyetlerinde kullanılmaları savaş boyunca devam edebilecektir. Diğer yandan TCG Anadolu ve gelecekteki kardeş gemileri Türkiye’nin özellikle Ege’de gerginlik zamanı en önemli kriz yönetim aracı olacaktır. Bu gemide ileride mevcut TB3- STOL SİHA dışında Kızılelma ve Kaan’ın VSTOL versiyonunun konuşlandırılması kuvvet çarpanı etkisi yaratacaktır. Ancak bu geminin Ege ve Doğu Akdeniz’de savaş başladığı andan itibaren derinliğine katmanlı hava savunması sağlayacak silahlı hava devriyesi (CAP), korvet, firkateyn ve TF 2000 muhripleri ile korunması ve eğer hava üstünlüğü sağlanmamışsa kısa sürede düşman hava tehdidinin dışına çıkarılması gerekecektir. Bu süreçte savaş gemilerimizde hava savunmamızın milli korvet ve firkateynlerde Hisar D ve TF 2000 muhriplerinde Siper D milli hava savunma sistemleri ile sağlanması çok doğru bir karardır. Ancak füze stokları çok önceden en kötü senaryoya göre hazırlanmalıdır. 12 günlük İsrail İran savaşında Netanyahu’nun savaşın son 4 gününde çok zor duruma düşmesinin ve zafer vadettiği Trump’a ateşkes için arabuluculuk talebinde bulunmasının temel nedeni dışa bağımlı olduğu Arrow füzelerinin ve kendi üretimi Davud’un Sapanı ve Demir Kubbe silah sistemlerinin cephanesinin azalmasıydı. Aynı sorun Yemenli Husilerle Kızıldeniz’de mücadele eden Amerikan savaş gemilerinin hava savunma SM serisi (SM2/3/6) füze stoklarında yaşandı. Diğer yandan deniz gücümüzün kriz ve savaş dönemi görevlerini başarmada sadece donanma ve sahil güvenlik unsurlarımız değil özellikle kriz zamanında donanmaya ve sahil güvenliğe destek olmak üzere balıkçı milis kuvvetleri de kurulmalıdır. Günümüzün hibrid savaş koşullarında özellikle Kardak benzeri ada, adacık ve kayalıkların olduğu bölgelerde egemenlik ve devlet uygulamalarının bir aracı olarak kullanılabilecek bu unsurlar balıkçılık faaliyetlerini bir nevi stratejik bir kalkan olarak kullanabilirler. Bu kapsamda Çin’in sivil görünümlü ama devlet güdümlü balıkçı gemileri, Güney Çin Denizi’nde çarpma, blokaj ve sürü taktiği uygulayarak rakiplerini “savaş ilan etmeden” yıpratıyor ve devlet uygulaması gerçekleştiriyor. Türkiye bu örneği kullanmalıdır.

SİBER ORTAM MİLLİLEŞMELİDİR

Komuta ve Kontrol sistemimiz dayanıklı ve güçlü olmalıdır. Spektrum baskısı, link kesilmesi, GPS aldatma karşısında yedekli komuta mimarisi en kısa zamanda başarılmalıdır. Dağıtık Komuta Kontrol Sistemi merkezi bir komuta yerine birden fazla yedekli komuta düğümü ile sistemin bir parçası vurulsa bile diğer kısımların çalışmaya devam etmesini sağladığından dikkate alınmalıdır. Böylece düşmanın siber saldırı, elektronik karıştırma veya fiziksel saldırılarla komuta zincirini felç etmesi zorlaşır. Amaç, milli kıyı radarları, Elektronik İstihbarat/Sinyal İstihbaratı, İHA, denizaltı keşif gözetlemesi, hedef akustik istihbaratı ve en önemlisi milli veri linki ile karar döngüsünü dakikalara en kısa sürelere indirgemek olmalıdır.

AKDENİZ VE EGE’DEKİ KONJONKTÜR

Türkiye kendi iradesiyle yaptığı jeopolitik hatalar nedeni ile Suriye’de saldırgan İsrail rejimi ile aramızda tampon görevini yapan Esad rejiminin ortadan kalkmasına katkı sağlamıştır. Bugün İsrail istediği zaman Türkiye’nin koruması altında olduğu iddia edilen Colani rejimine ve Şam’a hava saldırıları düzenleyebiliyor. İsrail siyasetçileri Türkiye’nin güneyinde denize çıkışı olan Kürdistan’ın İsrail jeopolitiği için kaçınılmaz olduğunu açıkça ilan ederken Suriye’deki Kürt gruplar Türkiye aleyhinde silahlanmaya ve özerk Kürt Bölgesi kurma hedefinden vaz geçmiyor. Tam da bu konjonktürde Türkiye’de kutuplaşmayı ve milli birliği zedeleyecek tarzda Açılım Süreci 2. Versiyonu devreye sokuluyor. İsrail stratejistleri KKTC’yi düşman olarak ilan edip Kuzey Kıbrıs’ın Türklerden kurtarılmasını dile getirip, makaleler yazabiliyor. Aynı dönemde Türk Dünyası ile Nahcivan’ı doğrudan buluşturacak Ermenistan sınırları içinde kalan Zengezur koridorunun 99 yıllığına Amerikan kontrolüne girişine onay verilebiliyor ve buna bazı çevreler sevinç çığlıkları atabiliyor. Azerbaycan İsrail ilişkilerinin eriştiği seviyenin ne derece gelişmiş olduğu izahtan varestedir. Güney Kafkasya’ya ABD’nin ve dolaylı olarak İsrail’in yerleşmesi sadece Rusya için değil İran ve Türkiye için son derece riskli sonuçlara gebedir. Diğer yandan 18 Mart 2020 tarihinde Doğu Akdeniz kıta sahanlığı ve MEB koordinatlarını BM’ye deklere etmemize rağmen 22 Kasım 2020 tarihinde Türk bayraklı Ticaret gemisi La Rosalie A gemisine Akdeniz’in açık deniz sularında AB’nin Irini Deniz Operasyonu kapsamında Alman Savaş Gemisi Hamburg’un deniz komandolarının devlet izni olmadan çıkması sonrasında hızlı bir geri çekilme yaşanmıştır. AB ve ABD Türkiye’ye mafya usulü mesaj vermiştir. O günden sonra Türkiye Doğu Akdeniz’de sismik ve sondaj faaliyetleri icra etmemiştir. Yunanistan ile Ege Denizinde yaşanan sorunlardan hiçbirinin Türkiye lehinde sonuçlanmamasına rağmen 2023 sonunda Atina Deklarasyonu adı altında Yunanistan ile Yumuşama dönemi ve ortak eylem planı uygulamasına geçilmiş ancak Yunan tarafı gerek 2025 yılında ilan ettiği Deniz Parkları ve gerekse Türkiye’yi kıtaya iten Sevilla haritasını esas alan deniz mekânsal planlama haritası ile kışkırtıcı ve hasmane tutumunu sürdürmüştür. Benzer şekilde Türk kıta sahanlığından geçen deniz dibi kablo projesini GKRY ve İsrail ile ortak şekilde Türkiye’ye emrivaki yapacak bir unsur olarak kullanmaya yeltenmiştir. Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz sınırlandırma anlaşması hilafına Libya Deniz Yetki alanlarını gasp edecek şekilde Amerikan petrol firmalarına Girit Güneybatısında lisans sahaları vermiştir. GKRY, AB ülkeleri bir yana ABD ve İsrail ile KKTC ve Türkiye aleyhinde adada askeri hazırlıklarını tehdit seviyesini ve Türk karşıtlığını yükseltecek her türlü kışkırtıcı uygulamaya ve devlet pratiğine devam etmektedir. 7 Ekim 2023 sonrası son derece kötüleşen Türkiye İsrail ilişkileri artık İsrail’in açıkça deklare ettiği KKTC ve Türkiye düşmanlığı aşamasına gelmiştir. Küresel çapta işlediği soykırım ve işgal politikası ile her geçen gün parya durumuna düşen ve halen İran, Yemen, Lübnan, Suriye, Gazze ve Batı Şeria’da 6 ayrı cephede askeri hazırlığını yüksek tutan ve yıkıcı faaliyetlerine devam eden İsrail ABD’den aldığı güçle bölgede 19.yüzyılın sömürgeci emperyalist devlet kimliği ile hareket etmektedir. İsrail medyasında yer alan ve ABD’li neoconlar tarafından da desteklenen yazılı ve sözlü Türkiye tehditleri her geçen gün artarak devam etmektedir. Türkiye bu koşullar altında Akdeniz’de kıta sahanlığımızın; Ege’de Bern Mutabakatına aykırı ihlallerin önlenmesi dışında hamle yapmamaktadır. Kardak benzeri egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada adacık ve kayalıklar konusunda 1996 sonrası Dışişleri Bakanlığı tarafından hemen hemen hiçbir eylemin yürürlüğe konulmamış olması ayrı bir sorun alanıdır. Türkiye bu yakıcı konjonktüre rağmen KKTC’de deniz ve hava üssü (Geçitkale SİHA meydanı dışında) kurmamıştır. Karadeniz’de Rusya Ukrayna Savaşında Montrö Sözleşmesi sayesinde tarafsızlığını koruyabilmiş olsa da bölgede NATO adına her türlü kışkırtıcılığı yapan Romanya’da hava devriyelerine ve tatbikatlarına katılarak Montrö ruhuna zarar vermiştir. Benzer şekilde Ukrayna’ya SİHA ve savaş gemisi satışı (her ne kadar savaş gemilerinin Karadeniz’e çıkışına izin verilememiş olsa da) aktif tarafsızlık ruhuna zarar verici olmuştur. Kısacası hükümet başta finansal baskı olmak üzere değişik baskılar altında bugün ABD ve AB karşısında (daha doğrusu neocon ve finans kapital yapı) net bir duruş sergilemekten uzaktadır. Güney Kafkasya ve Suriye’de İsrail ve ABD’nin sınırlarımıza komşu olması gelecekte söz konusu baskıları artırmayı teşvik edecektir. Gerek ABD gerekse AB’nin çoğunlukla temsil ettiği finans kapital dünya Türkiye’yi coğrafyası ve kaynakları her zaman sömürülmeye hazır bir devlet, iktidar ve muhalefeti her zaman kolektif batı çizgisinde kalmış olarak görmek ister. Her geçen gün etkinliğini kaybeden 32 üyeli NATO teşkilatı ise Türkiye’nin özellikle Karadeniz’de Rusya karşıtlığını hatta düşmanlığını teşvik etmek için her türlü kışkırtmaya devam edecektir. Kısacası dış konjonktür lehimizde değildir. Çevrelenme devam etmektedir. İç siyasette kutuplaşma had safhadadır. Ancak bu kutuplaşma iktidar ve muhalefet arasında jeopolitik yaklaşım ve konjonktür değerlendirmesi için söz konusu değildir. Gerek iktidar gerekse muhalefet ABD ve AB ve özellikle finans kapital ile uyum içindedir. Ana muhalefetin dış işlerinden sorumlu emekli büyükelçisi Trump karşısında süt dökmüş kedi gibi oturan Zelensky ile 5 Avrupa devleti liderinin arasında neden Türkiye’nin olmadığı soracak kadar finans kapital hegemonyaya teslim olmuş pusulası bozuk bir düşünce yapısı içindedir.

İDEAL ŞARTLARDA NE YAPMALI?

Tüm bu olumsuzluklara rağmen bu makalede yazılan tedbirler ve teklifler ekonomik bağımsızlığını küresel finans kapital düzenden kurtarabilmiş, yolsuzluk, usulsüzlük batağından sıyrılarak, Kemalist çizgide bağımsız davranacak gelecek siyasi yapılar için ideal şartlar altında tavsiye niteliğinde kaleme alınmıştır. Türkiye, her koşulda bu makalede önerilen Mavi Vatan’dan Açık Denizlere çıkışını benimsemelidir. Bu vizyona erişimi sağlayacak kuvvet yapısına, deniz harp silah ve araçlarına milli olanaklarla sahip olmalıdır. Savaşın materyaline ve stratejisine yönelik bu tedbirler dışında en kısa sürede Yüksek Askeri Şura’nın yapısını eski dönem yapısına getirmeli; askeri hastaneleri yeniden tesis etmeli, Harp Okullarını tekrar Kuvvet Komutanlıklarına bağlamalı, Askeri okullarda laik demokratik, sosyal hukuk devleti olarak geleceğe ilerleyecek cumhuriyete Atatürk ilkeleri paralelinde sadık kalacak personel yetiştirilmelidir. Mavi Vatan’dan Açık Denizlere Yöneliş ileri seviyede üslenme ve dost ve müttefik ülkelerde konuşlanma, lojistik destek temin edebilme ve üslenme ile mümkün olur. Bu nedenle öncelikle Doğu Akdeniz’de mutlaka büyük tonajlı ticaret gemilerini, havuzlayabilecek ve onarabilecek tersane kurulmalıdır. Türkiye ayrıca KKTC’de hava ve deniz üssü kurarak coğrafi merkezlenme ve lojistik derinlik kazanmak zorundadır. Akdeniz ve Ege’de fiilî devlet uygulamaları ile reaktif diplomasiden proaktif varlık stratejisine geçilmelidir. Libya ile enerji, denizcilik ve deniz kuvvetleri alanında iş birliği önemlidir ve devam ettirilmelidir. Türkiye, Arnavutluk ile 1997’den bu yana Adriyatik kıyısındaki Avlonya (Vlore) yakınlarındaki Paşalimanı Deniz Üssü üzerindeki kullanım hakkına sahiptir. Bu üssün Arnavutluk’un yoğun şekilde ABD ve İtalya etki alanına girmesine rağmen donanmamız tarafından daha sık kullanılması için olanaklar zorlanmalıdır. Somali ile 8 Şubat 2024’te imzalanan Savunma ve Ekonomik İş birliği Çerçeve Anlaşması gereğince deniz kuvvetleri ve enerji alanında iş birliği devam ettirilmelidir. Maldivler Deniz Kuvvetleri ile gemi bağışı üzerinden ilişki kurulması değerlidir. Bu ilişki daha değişik iş birlikleri ile geleceğe taşınmalıdır. Sudan’ın Kızıldeniz’deki Sevakin Adasında Türk savaş gemilerinin üslenme konusu her ne kadar iç savaş nedeni ile dondurulmuş bir proje olsa da orta ve uzun vadede takibi yapılmalı ve gerçekleştirilmelidir. Katar ile 19 Mart 2015’te imzalanan askeri iş birliği anlaşması ile Körfez’de sağlanan ileri üslenme olanağı sürdürülmelidir. Aralarında savunma sanayi iş birliği anlaşması bulunan Türkiye ve Cibuti arasında söz konusu ülke ile deniz kuvvetleri arasında lojistik iş birliği sağlanması hedef alınmalıdır.

İYİMSER BİR KAPANIŞ

Çok kutuplu yeni dünya düzeninin kurulma sancılarının son aşamalarında içinde bulunduğumuz zor şartlara rağmen geleceğin Türkiye’nin lehinde olacağını söylemeliyim. Türkiye en güzel sularda her türlü olanağa sahip ancak bu olanaklarını 1938 sonrası Kemalist çizgiden uzaklaşarak kullanmasını unutan ve bu olanakları kolektif batıya teslim etmiş adeta römorkörler tarafından yedeklenen gemi durumundadır. Bu gemi artık zincirlerini kesmek ve kendi rotasına devam etmek zorundadır. Mavi Vatan bu zincirleri kırmanın en önemli sembolüdür. Mavi Vatan yalnızca bir kavram değil, Türk milletinin denizlerdeki varlık yemini ve bağımsızlık manifestosudur. Mavi Vatan asla iç politikada gerek iktidar gerekse muhalefet için bir nevi oy devşirme aracı da olmamalıdır. Mavi Vatan’ın doğuşunun 2006’nin iç karartıcı konjonktüründe gerçekleştiği ve Hasdal/Silivri duvarları arasından kamuoyu ile buluştuğu asla unutulmamalıdır. Mavi Vatan için büyük bedeller ödenmiştir. Büyük çoğunluğu bugünkü güçlü donanmanın alt yapısını hazırlayan 40 Amiral ve 400’e yakın seçkin deniz subayı kumpas davalarla tasfiye edilmiştir. Suçları denizdeki Sevr dayatmasına Atatürk vizyonu ile karşı çıkmalarıydı. Bunu asla unutamayız. Hiçbir Sevr haritası, hiçbir Sevilla dayatması bu milleti kıyılara zincirleyemez. Denizlerden koparılmak, geleceğimizden koparılmaktır. Silahlı Kuvvetlerimiz, savunma sanayiimiz ve Türk gençliği diri kaldığı sürece bu zincirleri hiçbir güç asla boynumuza geçiremeyecektir. Mavi Vatan, Misak-ı Millî’nin denizdeki karşılığıdır ve geri adımı yoktur. Artık yakın gelecekteki hedef yalnızca kıyılarımız ve deniz yetki alanlarımız değil, açık denizlerdir; çünkü güç, caydırıcılık ve gelecek oradadır. Bu hedefi başarmak için Türkiye denizcileşmek zorundadır, çünkü denizcileşmek var olmaktır. Bu bir tercih değil, tarih ve coğrafyanın bize yüklediği ezelî ve ebedî görevdir. Gelecek kuşaklar, bugün attığımız adımlarla denizlere ve okyanuslara mühür vuracaktır. Ve bu mühür, Türk milletinin sonsuza dek hür ve bağımsız kalacağının en büyük teminatı olacaktır.

Cem Gürdeniz