ETKİ AJANLARI MESELESİ -1

Değerli okuyucular,

Bu yazımda, yandaş medyanın Cumhurbaşanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyareti sırasında ABD Başkanı Trump ile görüşmesinden hemen önce “azılı Türkiye düşmanı”, “ABD’li siyonist CIA aparatı”, “Türkiye’yi tehdit eden CIA aparatı” ve benzeri ifadelerle tanımladığı Michael Rubin vesilesi ile Türkiye’de faaliyet gösteren “etki ajanları” hakkında bazı şeyler söylemek istiyorum.

Önce ajanlar ne iş yapar? ve kaç çeşit ajan vardır? Sorularını kısaca cevaplayalım. Ajanların görevi en basit ifadeyle casusluk yapmaktır. Casusluğun özünde ise emrinde çalıştığı ülke hükümeti için gerekli olan ve gizliliği sebebiyle kolaylıkla ulaşılamayacak bilgileri elde etmek vardır. Bunun için elbette kendilerine bilgi verebilecek ya da aradıkları bilgiye sahip kişilere ulaştırabilecek elemanlara ihtiyaçları duyarlar. Satın alma, şantaj, tehdit ve zaaflarından istifade etmek suretiyle mutlaka aradıkları kaynağa ulaşırlar. Genel olarak Saha ajanı ve etki ajanı olmak üzere iki tip ajandan bahsedebiliriz.

Saha ajanları sahada çalışan, bilgi toplayan, hedef ülkenin muhalif ya da illegal grupları arasına sızan, operasyonlar planlayıp yürüten, gerektiğinde suikast ve sabotajlar yapan ajanlardır. Genellikle ilgili ülkelerin özel kuvvetler personeli arasından seçilirler. Tek başlarına ya da küçük gruplar halinde faaliyet gösterirler. Merkezlerinde bu ajan ya da ajan grubunu kontrol eden ve yönlendiren daha önce benzer görevleri yapmış deneyimli bir üst/amire bağlı olarak görev yaparlar.

Saha ajanları gizlidir ve çeşitli kimlikler altında, bir şirket, bir sivil toplum örgütü ya da medya kuruluşu elemanı örtüsü altında sahte pasaportla ülkeye girerler. Benim deneyimlerim karşılaştığım İsrail saha ajanlarının genellikle Güney Afrika ve Avustralya Pasportu ile ve dikkat çekmeyecek, yaygın isimlerle Türkiye’ye girerken, CIA ajanlarının da Kanada ve Avustralya pasaportu ile ülkemizde fink attıkları yönünde. Saha ajanlarının örtülü olarak yaptıkları görevleri ve eylemleri gerçekte oldukça farklı olabilir. Örnek olarak 2002-2011 yıllarında Doğu Karadeniz yayları ve dağlarında pek çok İsrailli ajan ile karşılaştım. Bunlar iki erkek bir kadın ya da iki kadın bir erkek olarak görev yapan üçlü özel kuvvetler timleri idi. Tahminimce hem bölgeyi tanıma amaçlı eğitim yapıyorlar, hem de su kaynakları ile ilgili doküman hazırlıyorlardı. Bölgede karşılaştığım yerel halk ve rehberlerden de benzer ifadeler duymuştum. Diyarbakır’da görev yaptığım 2013-2016 yılları arasında çok sayıda Amerikan saha ajanı ile karşılaştım. Bunların çoğu Fethullah Gülen’in sözde kolejlerinde İngilizce Öğretmeni olarak örtülü görev yapıyorlardı. Öğretmen olamayacak kadar kaslı, çevik ve sportmen insanlardı. Özel kuvvetler elemanı olduklarına hiç kuşku yoktu. O dönemde Suriye ve Irak’a girip çıkan yabancıların sayısını tahmin bile etmek mümkün değildi.

Şimdi gelelim etki ajanlarına. Etki ajanları bir ülkenin, örgütün, kurumun, siyasi partinin ya da önemli bir kişinin aracılığı ile hedef ülke toplumunun tümünün ya da bir kısmının düşünce yapısını, kararlarını, kamuoyunu ya da seçim sonuçlarını , uzun vadede gelecek kuşaklarının düşünce yapısını kendi çıkarları doğrultusunda etkilemek amacıyla açık ya da dolaylı manipülatif eylem ve faaliyetler yürütür. Bu işleri genellikle Türkiye’deki entel (entelektüel değil) liberal kesimlerin, ikinci cumhuriyetçilerin, kürtçü-bölücü kesimlerin hoşuna gidecek kitaplar yazarak ve akademik kesimleri etkileyecek makalelerle ya da yönlendirilmiş medya kampanyaları ile yaparlar. Bu vesile ile paylaşmak isterim; 2003 Irak Tezkeresi öncesi Türkiye’ye Amerikan Psikolojik Harp Bütçesinden ve Katar üzerinden 250 milyon ABD Doları para girişi olduğu hem gazeteciler hem de yetikililer arasında çokca konuşuldu. Bu paranın çoğunun en güçlü medya grubuna olmak üzere Türkiye’deki diğer medya organları ve STK’lar arasında bölüştürüldüğü söylendi. Devletin bu paranın dağıtılışını kuruşuna kadar izlediği ancak ses çıkarmadığı dile getirildi.

Devam edeceğiz.

Temel Er Ersoy