İkinci mi kazanacak, birinci mi?

Seçimlere sayılı günler kala, tüm dünyanın gözü ABD başkanlık seçimlerinde.

Ülkemizde ise geçmiş seçimlerin aksine bir sessizlik hâkim.

Son seçim sonuçları, ABD tarihinde bir ilkin yaşanmasına neden olan Kongre Baskını ile anımsanmaktadır.

Bir tarafta; oy sayımında ikinci çıkan adayın kazanmasını içine sindiremeyen, 6 Ocak 2021 olaylarının baş aktörü ve ulusalcıların Cumhuriyetçi Parti adayı, denenmiş bir isim olan Donald Trump var.

Diğer tarafta, küreselcilerin Demokrat Parti adayı, son Başkan Joe Biden’ın yardımcısı Kamala Harris.

Trump karşısına çıkartılan Harris’in, ABD Senatosu’na Ermeni Tehciri’ni sözde soykırım olarak tanınma önergesini sunan isimler arasında olduğunu anımsamakta yarar vardır.

Kamuoyu araştırmaları, her iki adayın başa baş olduğunu ifade etse de ibre Harris’ten yana gibi görünüyor.

Trump’ın Başkanlığı döneminde Türkiye-ABD ilişkileri, tüm dünyanın merak ve ilgiyle izlediği bir süreçten geçmişti.

S-400, F-35Rahip Brunson krizleri ve Trump’ın yazdığı mektupla yaşanan olaylar, Ankara’ya ağır yaptırımlar uygulanmasına ve iki ülke arasında gerginlik yaşanmasına neden olmuştu.

Güney Kıbrıs’a uygulanan silah ambargosunun kaldırılması, Yunanistan’a açıkça verilen destek ve gerici, bölücü örgütlerle yürütülen iş birlikleri en dikkat çekici gelişmeler arasındaydı.

Türk Lirası ABD Doları karşısında tarihinin en yüksek değer kaybını yaşarken, Türkiye’den ithal edilen çelik ürünlerine yüksek oranda vergi getirilmesi, yaptırımların ekonomik boyutunu oluşturdu.

Joe Biden döneminde Türkiye, ABD ile kurumsal ve öngörülebilir bir ilişki ortamı yaratmak istemişse de bu hiçbir zaman mümkün olmadı.

Türk ve ABD görüş ayrılıkları her zamankinden daha belirgin hale geldi ve daha da kötüleşti.

Bu dönemde, çarpık ve demokratik olmayan seçim sistemiyle anılan ABD, ülkemiz demokrasisini sorgularken, ifade özgürlüğü açısından otokratik değerlendirmelerde bulunmaktan çekinmedi.

Ukrayna ve Gazze savaşları nedeniyle Türkiye’nin izlediği siyaset hoş karşılanmadı.

Libya, Dağlık Karabağ ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin yaptığı hamleler hep olumsuz anlaşıldı.

Nihayetinde; Rusya Federasyonu, Kuzey Kore ve İran’a uygulanan “Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası (CAATSA)” da yürürlüğe sokuldu.

Ankara-Moskova siyasi, askeri ve ekonomik ilişkilerin ABD’nin tepkisini çekecek bir noktaya geldiği bu dönemde, Türkiye’nin BRİCS’e yönelmesini hem bu çerçevede hem de AB kapısında bekletilmesi stratejisi olarak değerlendirmek gerekir.

Türkiye ise ABD’nin Suriye’de YPG/PYD ve dolayısıyla PKK’yı desteklemesini ve Irak’tan sonra Suriye sınırları içinde yeni bir garnizon devlet kurma çabalarını öncelikli sorun olarak gördüğünü açıkça dile getirmeye başladı.

Damga vuran ise “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız ve bölgemizde teröristan istemiyoruz” söylemi oldu.

FETÖ elebaşının ölümü konusu da çok iyi analiz edilmeli ve ABD’nin eline buna benzer kozlar vermekten kaçınmalıdır.

Ege ve Kıbrıs’ta Türkiye’yi zayıflatmaya yönelik çabalarına karşın, “söz uçar, nota kalır” diplomasisi uygulanmalıdır.

F-16 sürecinde olumlu bir hava estirilmiş olsa da ABD Yönetimi ve Kongresi’nin ilkesiz, ön yargılı ve düşmanca niyet gösterebileceği her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.

Yine bu dönemde, Terör Lobileri de Rum, Ermeni ve Yahudi Lobileri gibi ABD Siyasetinin belirleyicisi haline getirilmiştir.

ABD yönetimlerinin görmek istemediği gerçek, Türkiye’nin coğrafi konumunu algılamayarak, NATO’nun güney kanadının en güçlü ülkesini güçlendirmek yerine taktik ve operatif sorunlarla uğraştırma çabasıdır.

İster küreselci ister ulusalcı olsun, kazanan kim olursa olsun, kazananı ABD’dir.

Kazanan Pentagon’dur, kazanan Silah Sanayi’dir.

Kazanan savaştır, kaybeden ise barıştır.

Son sözse; ABD, Türkiye’ye cambaz rolünü oynamaktan vazgeçmeli, Türkiye’yi yönetenlerse ABD ve NATO’yu ayrı denkleme oturtmalıdır.

İsmet Hergünşen