Kabotaj Kanunun yürürlüğe girmesinin 89, bu tarihin 1 Temmuz denizcilik bayramı olarak kutlanmasının 80’nci yıldönümüne iki gün kala bir düş kuralım. İçinde bulunduğumuz jeopolitik, siyasi, ekonomik, sosyolojik ve ideolojik karamsar tabloya rağmen hayal edelim. Aşağıdaki her paragrafı okuduktan sonra, lütfen gözlerimizi kapayalım ve okuduklarımızı hayal edelim…
“Mavi Vatan”ımız, yani deniz yetki alanlarımız ve deniz çıkarlarımızla ilgili bir uluslararası sorunda, Türk halkının tek yürek olduğunu; Türk dış ticaretinin 387 milyon tonluk tüm yüklerinin kendi bayrağımızı taşıyan ticaret gemileri tarafından taşındığını; Anadolu’nun deniz ticaret rotaları üzerinde Avrasya’nın lojistik kapısı olduğunu; büyük Türk limanlarının her birinin Singapur ve Rotterdam çapında intermodal terminaller haline dönüştüğünü; 8333 kilometrelik kıyılarımızda, mevcut 26 liman şehri arasında yolcu ve yük taşımacılığının ağırlıklı olarak deniz yolu ile yapıldığını; Türk kurvaziyer gemilerinin Karayipler’den, Norveç fiyortlarına bayrak dolaştırdığını; Türk tersanelerinin Güney Kore ve Çin pazarını ele geçirdiğini; her türlü ticaret gemisi ile savaş gemisini, açık deniz petrol ve doğal gaz platformunu, Türk klaslamasında tasarım ve inşa ederek, ihraç ettiğimizi; yat ve gezi tekneleri tasarım, üretim ve ihracında dünya lideri olduğumuzu;
Türk balıkçı gemilerinin tüm dünya denizlerinde ağ attığını; ülkede balık restoranlarının sayısının kebap restoranlarını geçtiğini; çiğköfte ve lahmacunun yanına balık ve her türlü su ürününün eklendiğini; fert başına balık tüketiminin altı kilodan, Avrupa ortalaması olan 26 kiloya çıktığını; çevre denizlerimizde balık çeşitliliğinin 1950’li yıllar seviyesine geri geldiğini; Türkiye’de kimsenin denizlerde, göllerde ve akarsularda boğulmadığını; Türkiye’de halkın en az yüzde 80’ninin yüzme bildiğini; Türk deniz yetki alanlarında, kısaca “mavi vatan”daki arama kurtarma sorumluluk sahamızda hiçbir hayatın kaybedilmediğini; denizde arama kurtarma şöhretimizin dünya çapında bilindiğini; çoğunluk Türk vatandaşının, denize girmeden, kürek çekmeden ve yelken yapmadan hayatını tamamlamadığını;
Denize kıyısı olan tüm belediyelerimizin atık su arıtma sistemine sahip olduğunu; çevre denizlerimizde kirlenmenin tamamen kontrol altına alındığını; kıyılarımızda hiçbir katı atık bulunmadığını ve tüm plajlarımızın mavi bayraklı olduğunu; Türk marinalarının Akdeniz çanağında nitelik ve nicelik olarak birinci sıraya yükseldiğini; her 50 kişiye, bir amatör denizci teknesi düştüğünü; hafta sonları liman şehirlerimizin açıklarında, yüzlerce yelkenli teknenin sabahtan akşama kadar martılar gibi süzüldüğünü; Amatör denizci ehliyetine sahip olanların sayısının, otomobil ehliyetine sahip olanların sayısına yaklaştığını;
En popüler halk sporu olan futbolun yerini, yüzme, yelken ve kürek sporlarının aldığını; olimpiyatlarda su sporlarında çoğunluk madalyaların Türk sporcuları tarafından paylaşıldığını; denize sahili olmayan ama gölleri olan tüm şehirlerimizde kurulu yelken, yüzme ve kürek kulüplerinin bile dünya ve Avrupa şampiyonları çıkardığını; açık deniz yatçılarımızın America’s Cup, Volvo Okyanus Yarışı ve Vendeé Globe gibi prestij yarışların kupalarını Türkiye’ye getirdiklerini; solo yelkenci, kürekçi ve yüzücülerimizin yeni dünya rekorları kırdığını; bir Türk denizcisinin tek başına Güney Okyanusu’nu geçtiğini; Türk denizcilik okullarının dünyanın en iyileri arasında yer aldığını ve hepsinin yelkenli okul gemisine sahip olduğunu;
Başta Bodrum, Marmaris ve İstanbul olmak üzere altyapısı hazır olan tüm il ve ilçelerimizde ulusal ve uluslararası çapta markalaşmış denizcilik festivalleri yapıldığını; her yıl deniz ve denizcilik kültürüne yönelik yeni bir dergi ve gazetenin medyaya katıldığını; sadece deniz kültürü üzerine yayın yapan televizyon kanallarının varlığını; denizcilik üzerine faaliyet gösteren yüzlerce internet portalının olduğunu; gemi modelciliği, gemisever ve denizsever derneklerinin sayısının, futbol kulüplerinin sayısını geçtiğini; deniz ressamlarının ve deniz şairlerinin çoğaldığını; deniz üzerine bestelenen şarkıların ve klasik müzik eserlerinin arttığını; her liman şehrinde bir denizcilik müzesi ve akvaryum olduğunu; sualtı arkeolojisi ve müzeciliğinde dünyanın en iyisi olduğumuzu; Türk Donanması’ndaki büyük savaş gemilerinin isimlerinin halkın büyük çoğunluğu tarafından ezbere bilindiğini;
Türk deniz stratejistleri, deniz tarihçileri ve deniz hukukçularının uluslararası ortamda en çok aranan şahsiyetler arasına girdiğini; Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO)’da ve diğer uluslararası denizcilik örgütlerinde genel sekreter veya başkanların Türk olduğunu; dünya deniz hukuku alanında söz sahibi hukukçularımızın, BM tarafından akil kişiler olarak her alanda görev aldıklarını; deniz tarihimize yönelik araştırmaların ve doktora öğrenci sayısının yüzlerle ifade edildiği; üniversitelerde denizgücü, denizcilik gücü, deniz stratejisi, deniz kuvvetleri stratejisi kürsülerinin açıldığını; hayal edin.
Evet, her şey hayal etmekle başlar. Türkiye mutlaka denizcileşecektir. Bu coğrafyanın gereğidir.
Cem Gürdeniz