Eski ABD Başkanlarından Franklin D. Roosevelt, demokrasinin tercihlerini bilgece yapmaya hazır olmayanlarla başarılı olamayacağını, bu nedenle asıl bekçisinin eğitim olduğunu söylemişti. Diğer yandan Platon ülkemizin bugünkü koşullarına uyan şekilde, demokrasiyi yoksulların (çoğunluğun) iktidarı olarak tanımlıyordu. Eğitimli demokrasilerde halkın aldatılması veya afyonlanması kolay değildir. Bu gibi gelişmiş demokrasilerde halkın devlet teorisi ve jeopolitik bilinci de güçlüdür. Devlet jeopolitiği hükümetler üstü politikayla takip edilir. Bu tip demokrasilerde jeopolitik, ideolojinin de üstündendir. Milli güç unsurları şartlar ne olursa olsun jeopolitik kayıpların yaşanmasına, ülke içinde ulus devlet yapısının ve anayasal omurganın değişmesine ya da bozulmasına izin vermez.
Zayıf demokrasiler jeopolitik bilmez. Diğer yandan dünya tarihini incelediğimizde, görünüşte demokratik olan bir ortamda, cahil çoğunluk oylarıyla iktidara gelenlerin kendi veya emperyal güçlerin çıkarlarına göre devletin jeopolitiğini ya da iç siyasal dinamikleri şekillendirdiklerini görebiliyoruz. Diğer bir deyişle emperyalizm dayatarak demokrasi getiriyor ve sözde demokrasi gelen ülkenin jeopolitiği şekillendiriliyor. Yakın tarihte örnekler çoktur. Irak, Libya, Suriye en tipikleridir. Kıbrıs’ta 2004 Annan Planı referandumunda Türk soydaşlarımızın kendilerini yok edecek plana evet demeleri de bu örnekler arasında sayılabilir. Hepsinde demokrasi bozgun amaçlı kullanılmıştır.
Meşrutiyetler ve Jeopolitik Kayıplar. Osmanlı tarihinden örnekler verelim. Osmanlılar parlamento, demokrasi ve anayasa kavramları ile ilk kez Birinci Meşrutiyet ile 23 Aralık 1876’da karşılaştı. Birinci Meşrutiyet, II. Abdülhamid’in 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki yenilgiyi bahane ederek Meclis-i Mebusan’ı kapatmasıyla 1878’de son buldu. Magna Carta’dan 661 yıl sonra gerçekleşen bu yarı demokrasi denemesini batılı devletler Hristiyan azınlıkların haklarını bahane ederek dayatmışlardı. Osmanlının Avrupa’dan sökülüp atılması için Balkanların yeniden şekillenmesi gerekiyordu. Bunun için baskı yapıldı ve tarihte Tersane Konferansı (23 Aralık 1876) olarak bilinen konferans, İstanbul’da Haliç’te toplandı. Batılı devletlerin yüksek temsilcileri Balkanlardaki Osmanlı Hıristiyanlarının hakları ve yönetim koşullarının geliştirilmesi için baskıda bulundular. Bu konferansın Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki topraklarını elinden alacak kararlarla sonuçlanacağını değerlendiren yeni II. Abdülhamit, taviz vermek maksadıyla konferansın toplandığı gün meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı. Bölgedeki azınlıkların yeni anayasa (yani demokrasi uygulaması ile) kazandıkları özgürlüklerden dolayı, Avrupa ülkeleri tarafından Osmanlı egemenliği altında bırakılacakları hesaplanmıştı. Ancak konferans bu gelişmeye rağmen Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlığını ve Bulgaristan ile Bosna Hersek’e özerklik verilmesini dayattı. Osmanlı bunu kabul etmeyince Meşrutiyetin ilanından tam 4 ay sonra 27 Nisan 1877 günü Rusya ile 93 harbi olarak bilinen savaş başladı. Savaş sonunda Romanya, Sırbistan, Bosna Hersek bağımsız oldu. Bulgaristan’a özerklik verildi. Kıbrıs, İngiltere’ye ödünç verildi (Sonra hiç çıkmadı). Batum, Kars, Ardahan Rusya’ya bırakıldı.
İkinci Meşrutiyet ve Direnme Hakkı. Halkın II. Abdülhamit iktidarına karşı başlattığı direnme hakkının bir sonucu olarak 24 Temmuz 1908 günü II. Meşrutiyet ilan edildi. 12 yıl süren bu dönemde İttihat ve Terakki Partisi vatanseverlik ve fedakarlıklarına rağmen sanayisi, donanması ve güçlü ordusu olmayan bir imparatorluğun devamını sağlayamadı. Bu dönemdeki siyasal çekişmeler emperyalizmin ülke içinde at koşturmasına olanak sağladı. Osmanlı, henüz Türk milleti temelli ulus devlet yapısında olmadığından, ne ülkü birliği ne de ideolojik birlik vardı. Dolayısıyla Talat Paşa’nın hatıratında belirttiği üzere, Meclis’te temsil edilen her türlü azınlık, Osmanlının devamı ve dirliğinden çok, kendi azınlığının hakları, özerkliği ve bağımsızlığı için çalışıyordu. Nitekim Bulgaristan II. Meşrutiyetin getirdiği demokratik özgürlük ortamında aynı yıl bağımsızlığını ilan etti. Bulgarlar 5 yıl sonra Balkan Savaşı sırasında Trakya’da Çatalca’ya kadar gelebildi. Yunanlılar iki ay içinde tüm Ege Adalarını işgal etti. Ardından Birinci Dünya Savaşı geldi. Demirsiz yani sanayisiz Osmanlı, işgalcileri başta Çanakkale olmak üzere kanla geçici olarak durdurabildi, ancak sonunda yenildi. Bu kaderi ancak Mustafa Kemal durdurabilirdi.
Gelelim günümüze. Emperyalizm soğuk savaşın bitmesinden sonra zafer sarhoşluğu ile Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye başladı. Bu şekillendirmede en büyük yardımcısı demokrasi oldu. Nasıl ki 150 yıl önce Hristiyan haklarının korunması ve geliştirilmesi müdahale için fırsat sunduysa, yeni yüzyılda demokrasi ihracı veya koruma hakkı (Right to Protect) gibi gerekçeler sadece emperyal kurumların değil, aynı zamanda işgale uğrayan ya da bizim gibi 2002 sonrası tüm kurumsal güven mekanizmalarını ve devlet disiplinini kaybetmiş ülkelerin vatandaşlarını da etkilemeye devam etti. Sadece cahillerin değil, jeopolitik bilinci olmayan sözde aydınların da desteği ile demokrasi, jeopolitiği yenmeye devam etti. Güzel ülkemizde yakın zamanda su ve doğal kaynak zengini Güneydoğu Anadolu’da özerklik ilan edildiğinde, ya da Irak ve Suriye’nin kuzeyini Akdeniz’e bağlayan Kürt koridoru açıldığında emperyalizmin demokrasi oyununun jeopolitik sonucunu umarım sözde aydınlarımız anlar. Yazıyı yine bir ABD Başkanı olan Theodore Roosevelt’in sözleriyle bitirelim: ‘’Bir oy, tüfek gibidir. Etkinliği kullanıcının karakterine bağlıdır.’’
Cem Gürdeniz