Osmanlı Devleti’nin yok oluşuna giden bir sürecin başlangıcıdır, Balkanlarda yaşanan etnik milliyetçilik hareketleri.
Siyasi istikrarsızlık artmış, bağımsızlık eğilimleri güçlenmiş, devlet otoritesi de yerel güçlerin vasıtasıyla tesis edilebilir hale gelmiştir.
Önceleri Sırplar ve daha sonraları Yunanlıların Mora’da başlatmış olduğu isyanların nasıl bir din ve ırk savaşına dönüştüğünü, günümüzde ise Balkan, Ortadoğu ve Kafkas coğrafyasında olup bitenleri özellikle de Türk gençliğinin görmesi, anlaması ve algılaması gerekir.
Sırp isyanı Osmanlı Ordusu tarafından bastırılmış olsa da, Türklerin muzaffer olmaya yakın bir dönemde Avrupa siyasetinin en önemli aktörleri olan devletlerin devreye girmesiyle Yunanlılara karşı başarısız olunmuştur.
Sadece Fransa, İngiltere ve Rusya mı!..
O tarihlerde, ABD bağımsızlık savaşıyla Rum isyanı arasında irtibat kurulmasının yanısıra Avrupalı aydınların ortaya koymuş olduğu abartılı eserler de, bağımsızlığa giden süreçte maddi ve manen önemli katkı sağlamıştır.
Yanya Valisi Tepedelenli Mehmet Ali Paşa isyanı ve Osmanlı-Mısır Donanması’nın Navarin’de yakılması dengenin Yunanlılar lehine dönmesine neden olarak, büyük devletlerin himayesinde Yunan monarşisi kurulmuştur.
Osmanlı’dan bağımsızlığının 200. yılını kutlayacak olan Yunanlıların 1821 yılında başlattığı ve 1829 yılına kadar süren bir baş kaldırının tarihidir, 25 Mart günü.
Yunanistan’ın iç ve dış siyasetine egemen olan düşünce ise 1840’lı yıllardan itibaren daha çocuk denecek yaşlarda okullarda her Yunan yurttaşına içselleştirilen “Megali İdea” fikridir.
181 yıl önce yürürlüğe koyduğu ülküsünde amaçlanan, yolu Anadolu topraklarından geçen Bizansın diriltilmesidir.
İşte o düşünce içinde olan Yunanlı, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Trakya ve Doğu Ege Adaları’nı ele geçirerek Anadolu’ya dayanmıştır.
Hatta zamanın egemen güçlerinin etkisiyle, ağababalarının izinden giderek İzmir’e çıkmış, o da yetmemiş gibi Ankara’ya ilerlemesine de ramak kalmıştır.
Hala hukuki geçerliliği tartışılmakta olan 1947 Paris Antlaşması ile On İki Ada’nın İtalya’dan alınarak Yunanistan’a devredilmesiyle, kurulduğu tarihten itibaren karasını üç katına çıkarmıştır.
Soğuk savaşın başlaması ve 1952’de NATO’ya giriş, ilişkilerde çok az bir süre kararlı dönem yaşanmasına olanak sağlasa da, Rumların Türklere mezalim uygulaması neticesinde “Kıbrıs sorunu” ortaya çıkmıştır.
Antlaşmalar hilafında adaları silahlandırması ve işgal etmesi, bu adalarda ABD ve ittifaklarıyla tatbikatlar icra ederek, nihayetinde Ege Denizi’ni Türklere kapatma arzusu ve Kıbrıs’ta Enosis oluşturma gayreti büyük ülküsünü gerçekleştirmeye çalıştığı eylemlerinden bakiye kalanlardır.
Bugün yaşananların, o günlerden pek farklı yanı yok ya.
Bir taraftan, Yunan söylem ve eylemlerine bigane kalan bir Türkiye…
Öte yandan, 1933’den itibaren “ulus devlet bütünleşmesinin iradesi, milli değerlerin aktarılması ve milli ruhun körpe dimağlara aşılanması olan” Öğrenci Andımızı “hukuk kisvesi altında” kaldırarak, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan günlerde enerjisini tüketen Türkiye…
Türk hukuk tarihine yadırganacak bir karar olarak geçecek bu hükmü verenler, sonsuza kadar kendi vicdanlarında mahkum yaşamamaları için gerekçesinin yazılması aşamasında, umarım akıl galebe gelir de, yanlışlıktan dönerler.
Biz Türklerin övünülecek tarihi vardır. Tarih ulusların ortak değer ve karakterini gösterdiğine göre…
Şimdi bizde;
– Çanakkale’de ölmeye gidenler
– Türk İstiklal Harbi’nde ilk hedefi Akdeniz olanlar
– Türkiye Cumhuriyeti’nde bağımsızlık benim karakterimdir diyenler
– Kıbrıs’a barış getirenler
– Zeytin Dalı, Barış Pınarı’nda teröre geçit vermeyenler
– Azerbaycan ile bir millet, iki devlet olanlar
– Mavi Vatanımız uğruna mücadele edenler
– Vatan sağolsunu içselleştirenler
– Ne Mutlu Türküm diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde yürüyenler…
Hep beraber “Andımızı” haykıralım. Yetmez bir daha, durmaksızın… Defaten…
“T Ü R K Ü M, DOĞRUYUM…”
İSMET HERGÜNŞEN