MAVİ VATAN VE UÇAK GEMİSİ MESELESİ

TÜRKİYE’NİN UÇAK GEMİSİNE İHTİYACI VAR MI?

Değerli okuyucular,

23 yıllık kesintisiz ve tek başına iktidarına rağmen halkına adalet, güvenlik, eğitim, sağlık gibi alanlarda hiç birşey veremeyen, aksine yaşam kalitesinde önemli gerilemelere neden bir siyasi partinin son zamanlarda TCG Anadolu Amfibi Hucum Gemisini Türk “halkına uçak gemisi” olarak sunması, üstüne üstlük dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş biçimde birisi kuvvet komutanı diğeri savunma bakanı olan or rütbesindeki general ve amiralin ucundan tuttuğu bir maketi Türk halkına “yapmakta olduğumuz uçak gemisi” olarak sunması akıllara ister istemez “Türkiye’nin uçak gemisine ihtiyacı var mı?” sorusunu getiriyor.

Bu tartışmanın elbette çok farklı yönleri var, ama biz her zaman olduğu gibi bu konuyu kaynağından başlayarak ele alacağız. Türk Deniz Kuvvetlerinin Cumhuriyet tarihinin en güçlü konumunda olduğu 90’lı yılların ikinci yarısında hazırlanıp onaylanan ve bütçelenen OYTEP (On Yıllık Tedarik Planı)nda önceki yıllardan büyük farklılıklar görülüyordu. Çok iddialı ve Türk Donanmasını on yıl sonrasında bölgesel güç konumuna getirecek bir planlama yapılmıştı. Bu planın omurgasını MİLGEM (Gerçekleşti), hemen ardından TF-200 (Bölge hava savunma yeteneğine sahip Türk Tipi Fırkateyn) (Unutuldu), yeni tip karakol botu (gerçekleşti), yeni tip denizaltı (havadan bağımsız yakıt sistemine sahip, yeni tip Türk yapımı torpido ile donatılmış avcı-katil denizaltılar), Meltem projesi olarak da bilinen yeni tip deniz karakul uçakları ve Amfibi Komuta Kontrol gemisi gibi önemli platformların yanı sıra pek çok modernizasyon ve tedarik projesi de bulunuyordu. Bu OYTEP ve Stratejik Hedef Planı (SHP) Cumhuriyet Donanması’nın zirvesiydi. İşin daha da önemli tarafı bütün bu platformlar Türk Deniz Kuvvetleri’nin yıllarca eğittiği, yüksek lisans ve doktora çalışmalarıyla desteklediği, kendi öz evlatları olan ve Türk Donanması’nı çok iyi bilen Deniz Harp okulu mezunu subaylarla gerçekleştirilecekti. Bu azimli subaylar zaten daha önce gerçekleştirdikleri GENESIS ve benzeri pek çok proje ile yeterliliklerini ve yeteneklerini kanıtlamışlardı.

Bu dönemde tabii ki on yıllık planın da ötesine bakan gözler ve akıllar vardı. TF-200 projesi gerçekleşirse uçak gemisi görev grubunun himayesi için gerekli olan Asgari koşul da sağlanmış olacaktı. Türkiye zaten en başından beri F-35 projesinin ortağı idi. Türk Hava Kuvvetleri’nin ihtiyaçları tamamlandıktan sonra üretilecek F-35’lerden Türk Donanması’nın dayararlanması mümkündü. Zira Türkiye NATO’nun sadık bir müttefiki olarak Soğuk Savaş sonrasında ABD ile omuz omuza Afganistan’da, Yugoslavya’da görev yapmıştı. Hatta Türk F-16’ları NATO müttefikimiz olan Yunanistan’ın hava sahasından transit geçiş izni vermemesi sebebiyle havada yakıt ikmali yaparak Girit’in Güneyinden dolaşarak görev yapacağı İtalya’nın Ghedi Hava üssüne intikal edebilmişti. Benzer görevler için VTOL (Dikine iniş kalkış yapabilen) avcı/bombardıman uçaklarının harekat icra edebileceği bir platform fena olmazdı. Bu durumda 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda sık sık savaşın eşiğine geldiğimiz ve donanmalar arası kuvvet mukayesesinde her zaman burun buruna yarıştığımız Yunanistan’a da fark atarak, gerginlik döneminde Yunanistan’ın batısında ve Adriyatik Denizi’nde konuşlanacak avcı uçakları taşıyabilecek bir platformun Yunanistan’I sıkça başvurduğu şımarık ve maksimalist tutumundan da caydırabileceği yönünde fikir cimnastikleri yapıldı. Ama bu hedef gerçekleştirilmedi. Türk Deniz Kuvvetleri’nin beyin takımına acımasız bir “balyoz” indirildi. Mevcut ve müstakbel komuta kademesi biçildi. Üstün zekalı ve yetenekli genç mühendis subaylar “askeri casusluk” gibi komik iddialarla hapislere tıkıldı. Türkiye’ye çağ atlatacak devasa projeler soytarı mahkeler ve savcılar tarafından iddia eklerine konularak Yunanistan dahil tüm muhasım istihbarat örgütlerine servis edildi.

Şimdi gelelim Türkiye’nin gerçekten uçak gemisine ihtiyacı var mı? ssorusuna.

Türkiye’nin jeopolitik konumu ve tarihsel deneyimi dikkate alındığında, ülkenin denizden savunma olanak ve yeteneklerinin; en az kara ve hava savunma gücü kadar önemli olduğunu apaçık ortaya koyuyor. Çeşme, İnebahtı ve Sinop baskınları; Çanakkale’de Nusrat gemimizin yaptıkları, Balkan harbinde ve Trablusgarp savaşında Ege denizi’ndeki bütün adalarımız birer birer Yunanistan ve İtalya’ya kaptırmamız, Birinci Dünya savaşı sonunda işgal ordularının denizden geldiklerini unutmamak son derece önemlidir.

Türk Deniz Kuvvetleri mevcut material ve personeliyle Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Ege Denizi’nde deniz kontrolünü kısmen sağlayabilir. Karadeniz bir uçak gemisi için uygun bir deniz harekat alanı değildir. Yarı kapalı bir deniz harekat alanı olan Ege Denizi’nde uçak gemilerinin manevra kabiliyeti sınırlıdır. Bu durum Soğuk Savaş Senaryolarına istinaden Ege denizine girerek Bulgaristan üzerinden Türk Boğazlarına yönelik taarruz eden Varşova Paktı ordularının durdurulması için Saros Körfezine çıkarma harekatı yapan NATO Kuvvetlerinin deseklenmesi için Ege Denizine giren bütün uçak gemileri ve suüstü gemileri tarafından bütün tatbikat sonuç raporlarında dile getirilmiştir. Elbette Ege Denizi’nde denizaltılar, güdümlü mermili hücumbotlar, MİLGEM, silahlı helikopterler, Uçaklar ve SİHA’lar harekat alanının dikte ettiği platformlardır. Ama uçak gemisi uygun değildir.

Doğu Akdeniz’e gelirsek, muazzam fosil yakıt kaynakları, ağzının suyu akan emperyalist ülke donanmaları, hepsi benim diyen ve günden güne gerçek anlamda “Leviathan”a dönüşen İsrail varken Türkiye’nin önünde iki seçenek vardır;

  • Türkiye ya sessiz kalıp, halkının dikkatini de iç meselelere odaklayarak olan biteni izleyecek ve sürecin sonunda, “hamdolsun burnumuz bile kanamadı” diyerek halkına büyük ve uzun vadeli bir kazık atacak;
  • Ya da “oyunda ben de varım. Gücüm oranında pastadan hakkım olanı alacağım” diyecektir. Eğer oyunda ben de varım diyecekse yine önünde iki seçenek vardır;
  • Türkiye ya hızla ve öncelikle TF-2000 projesini gerçekleştirecek ve Doğu Akdeniz’de harekat icra edecek kuvvetlerinin bölge hava savunmasını sağlayacak, F-35 ya da muadili beşinci nesil bir uçağı yeterli sayıda olmak koşuluyla envanterine sokacak, veya çok övündüğü KAAN milli muharip uçağını hızla devreye sokacaktır. Bütün bu aşamalar tamamlandıktan sonra elbette kazanımlarını korumak, Libya’daki ilgi ve çıkarlarını korumak, gerekirse okyanuslarda ve uzak coğrafyalarda hak ve çıkarlarımızı korumak, dost ve müttefiklerimizi desteklemek amacıyla mutlaka bir uçak gemisi inşa etmelidir.
  • Ya da Kıbrıs’ın tamamını ele geçirerek ve gerekli deniz, hava ve kara üslerini geliştirerek Doğu Akdeniz’de güçlü bir oyuncu olarak varlığını gösterecektir.

saygılarımla

Temel Er Ersoy