Kudüs olmadı, Gazze verelim

Filistin meselesi kimilerine göre bir coğrafya sorunu, kimilerine göreyse bitmeyen bir tarih yazımı.

Fakat herkesin hemfikir olduğu bir gerçek var: Orta Doğu’da barış hala uzak bir hayal.

Yine de karanlığın içinde bir nebze umut ışığı arayanlar yok değil.

Hatırlayalım… Donald Trump’ın ilk başkanlık döneminde ortaya atılan “Yüzyılın Planı”, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ederken, Filistin’i etrafı örülmüş dar bir bölgeye hapsetmeyi öngörüyordu.

Kudüs’ün bölünmemiş biçimde İsrail’in başkenti olmasını öngören bu plan, Filistinlilerce öfke ve hayal kırıklığıyla karşılanmıştı.

Filistin Yönetimi Lideri “Kudüs satılık değil” derken, Hamas da “Kudüs açıklaması saçmalıktır” diyerek tepkisini koymuştu.

ABD’nin açık desteğini arkasına alan İsrail, savaşını kutsal bir vazife gibi sunarken, Filistinliler öngörüsüzlüğün ve çaresizliğin bedelini her gün biraz daha ağır ödüyor.

Bugünse sahnede yeni bir senaryo var: “Gazze Planı”.

Vashington ve Tel Aviv hattında pişirilen bu plan, görünürde barış vaadi taşıyor ama aslında Filistin’i daha da geriye itiyor.

Çünkü ortada artık yaşanabilir bir Gazze kalmadı. Harap olmuş şehir, nefes almanın bile lüks sayıldığı bir enkaza dönüşmüş durumda.

“Akıllının değil, aptalın bile anlayacağı” kadar detaylı hazırlanan bu planın, Filistin’e bir gelecek sunduğunu söylemek, ancak iyimserliğin sınırlarını zorlamak olur.

Maddeler öyle teferruat içermektedir ki, müzakere masasında nasıl bir çözüm bulunabilecektir, belki de en büyük soru işareti budur.

Batı ve Ortadoğu ülkeleri, özellikle de süreci yakından izleyen Türkiye, planın müzakere aşamasına geçmesini olumlu karşılasa da, tabloya umutla bakmak hayli zor.

“Aksa Tufanı” harekatının askeri hedefleri bertaraf edilmişken, İsrail’in bu fırsatı yeni toprak kazanımları için kullanmayacağını kim garanti edebilir?

Dahası, planın açıklandığı günlerde Gazze açıklarında insani yardım taşıyan SUMUD filosuna bile müdahale eden bir İsrail’in, barış ve ateşkes kelimeleriyle yan yana anılması bile başlı başına bir tezat.

İroninin doruk noktasıysa, bu “Barış Planı” çerçevesinde yer alan isimler…

Irak işgalinin mimarlarından, savaş suçlusu olarak itham edilen İngiltere’nin eski Başbakanı Tony Blair, planın “Barış Kurulu¨ içinde.

Filistinlilerin bu kurulda yer bulamamasıysa, ironinin en keskin hali.

Tarih sanki tekerrür ediyor.

Orta Doğu’da kanayan her yaranın izinde mutlaka bir İngiliz gölgesi belirmiş.

Arthur James Balfour, Mark Sykes, Thomas Edward LawrenceLloyd GeorgeWinston Churchill…

Hangisini saysanız, hepsi bu coğrafyada bir parmak izi bırakmıştır.

Hangisinin en derin yarayı açtığını söylemekse zor.

O meşhur Kızılderili sözünü Ortadoğu için hatırlamak doğru olabilir mi? “Bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”

Bugün, Gazze’de barışın ya da ateşkesin eşiğine mi gelindi, yoksa uçurumun kenarına mı? Bunu zaman gösterecek.

Ancak şu bir gerçek: Arap Dünyası, belki de ilk kez bu kadar güçlü bir irade sergiliyor.

Ne kadar samimi oldukları elbette tartışılır, fakat “Nobel Barış Ödülü” hayaliyle yanıp tutuşan Donald Trump’ın bu süreçte payının büyük olduğu bir gerçek.

Son sözse: Bu plan da, çok su kaldırır…

İsmet Hergünşen