Soykırımdan barış çıkarabilme yüzsüzlüğü ve küresel çürüme

ABD Başkanı Trump 2 yıldır Gazze’de devam eden soykırımı sonlandırmayı amaçlayan ve kendi adı ile anılan Trump Barış Planını (Peace 2025) Mısır/Şarm el Şeyh’de 13 Ekim 2025 tarihinde büyük bir tiyatro gösterisi ile açıkladı. Yaşanan adeta bir kralın başta Arap ve Avrupalı vassallarını toplayıp onları sadece küçük görerek değil, adeta tehdit ederek hizaya sokmasıydı. Tiyatronun oyuncuları çöken ama bir türlü 300 yıllık hegemonyanın çöktüğüne inanmayan ve kendi aldatıcı algılar dünyasında yaşayan kolektif batı yani ABD, Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere yanında ABD’nin kontrolündeki mafya devlet İsrail’in sınırsız, orantısız, hukuksuz ve vicdansız güç kullanma tehdidinden çeşitli nedenlerle kaçınmak isteyen fakir ve zengin Arap devletleri vardı. Türkiye, Hindistan, Azerbaycan, Endonezya ve Pakistan gibi devletler de çöken ve çürüyen hegemonun yanında bulunarak en azından kendi halklarına barışın yanında olmanın görünüşteki ahlaki sorumluluğunu yerine getirirken ‘’aman bize bulaşmayın’’ mealinde büyük tiyatroda figüran olarak görev almış oldular. Trump’ın Şarm el-Şeyh’te bir kral edasıyla etrafına topladığı vassallarına dayatma biçiminde hitap ettiği sahne, adeta Dante’nin İlahi Komedyasında tarif edilen cehennem–araf–cennet üçlemesinin ters yüz edilmiş bir parodisi içindeydi. Trump’ın tavrı Dante’nin cehennem katındaki gururluların kibirli ışıltısını hatırlatıyor; dünyevi askeri ve finansal güç adeta dünyayı kurtaran adamın sözde ilahi meşruiyetiyle maskeleniyordu. Seyirciler, Türkiye dahil, araftaki ruhlar misali, eylemsiz bir huşu içinde bu sahte barış ve kurtuluş sahnesine tanıklık ederken, aslında İsrail ve Amerikan jeopolitiğine hizmette sınır tanımayan sahte bir cennetin kurulmasına aracılık ediyorlardı. En çok güldüğüm sahne Pakistan Başbakanı Shehbaz Sharif’in Trump’ı “barış insanı” olarak nitelendirmesi ve ezik bir şekilde program dışı konuşma yapmasıydı. Neticede Trump’ın sahnesinde barış, politik tiyatronun ve medya büyüsünün bir ürünü olarak sunuldu.

ŞARM EL ŞEYH 2025 VE ÖTESİ

Trump, Şarm El Şeyh’teki tutumu ile ABD’nin askeri güç imajı ve dolar hegemonyasını ya da tek kutuplu dünya iddiasını yeniden tesis etme arayışı içinde diplomatik çözümler yerine zorlayıcı, hatta askeri seçenekleri öne çıkardı. Bu kapsamda gerçekte İsrail’in Gazze’deki hedeflerinin sadece Hamas’ı ezmekle sınırlı kalmayıp daha geniş bir toprak ve nüfus mühendisliği projesine doğru evrildiği gerçeğini saklamıyordu. Şarm El Şeyh sonrası Trump’ın bölgede savaşan taraf olmadığı halde askeri güç kullanımı konusundaki duruşu da ortada. Örneğin Trump, Beyaz Saray’da Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei ile yaptığı görüşmede “Silahsızlanmazlarsa biz onları silahsızlandıracağız. Ve bu hızlı ve belki de şiddetli bir şekilde gerçekleşecek” demişti. Ya da başka bir açıklamasında Hamas’ın Gazze barış anlaşmasını kabul etmemesi halinde “Hamas’a karşı daha önce kimsenin görmediği bir kıyamet kopacağı” uyarısında bulunmuştu. Trump’ın sözlerinin büyük bir çoğunluğunun içi boş olsa da bu yaklaşım, barış gündemini yok ederek sürdürülemez demografik ve insani krizlere yol açabilecek potansiyele sahip. İsrail’in hedefleriyle ABD’nin hegemonik arzuları birleştiğinde, bölgesel barış çabaları dış politika baskılarına ve güç kullanımına kurban gidiyor. Şarm El Şeyh Bildirisi ABD-İsrail ekseninin İran’ı zayıflatma amacının bölgesel yeniden düzenlemeye hizmet ettiğini, bunun ise Sünni-Şii kutuplaşmasını derinleştirip yeni cepheler açabileceğinin de açık emarelerini veriyor.

SOYKIRIMLA SUÇLANAN NETANYAHU’YA ÖVGÜLER

Mısır’ın Şarm El Şeyh kentindeki gösteriyi anlamak için Trump’ın toplantıdan 4 saat önce İsrail Parlamentosu Knesset’te yaptığı konuşmayı dinlemek ve yanında getirdikleri kişilerle yaptığı gösteriyi de anlamak gerekir. Trump, sayısız kez ayakta alkışlanarak ve sözü kesilerek yaptığı konuşmasında Netanyahu’dan söz ederken “one of the greatest wartime leaders” (“en büyük savaş zamanı liderlerinden biri”) ifadesini kullanıyor, onu bir savaş lideri olarak yüceltiyor. O zaman soralım. Sivilleri başta kadın ve çocukları öldürmek ve aynı zamanda Uluslararası Ceza Mahkemesinden Soykırım Suçu İşlemek ile damgalanmak nasıl bir şey?  Devamında ‘’İsrail, bizim yardımımızla, silah kuvvetiyle kazanabileceği her şeyi kazandı.’’ Diyor. O halde bu ifadeden dünyanın kabul ettiği soykırım suçuna adeta biz de ortağız anlamı çıkmaz mı? Trump’ın İsrail ile “her savaşı kazanırız” söylemi, sadece Amerikan gücüne dair bir abartıyı değil aynı zamanda savunma bakanlığının adını savaş bakanlığı olarak değiştiren akıl yapısını da temsil ediyor. (Bu arada İsrail’in ordusunun adı da IDF yani İsrail Savunma Kuvvetleri. Nasıl bir savunma ise. Dünyanın aklıyla alay eden bir durum!) Trump’ın Yahudi damadı Jaret Kushner de konuşmasında ‘’İsrail’in düşmanın barbarlığını kopyalamadığını, aksine savaşı yönetirken istisnai davranmayı seçtiğini’’ söyleyebiliyor. Kokuşmanın ve çürümenin sınırı yok.  Trump’ın konuşmasında defaten ‘’dünyanın en büyük askeri gücü biziz ve İsrail bizim desteğimizle sürekli kazanan bir güç’’ mealindeki söylemleri bölge ülkelerini hegemonya iradesi dışına çıkmama konusunda kaba bir tehdit olarak değerlendirilmelidir. Bu, diplomasi veya müzakere değil ‘’biz İsrail ile sınırsız güç kullanırız ve çekinmeyiz’’ mesajıdır. Ancak bu mesajın zayıf devletlere geçerli olduğunu da ekleyelim. ABD, bugüne kadar daima kendinden çok zayıf kuvvetlere karşı sadece hava ve füze gücü ile etki yaratabilmiş bir güç. O nedenle de sonuç alamıyor. Afganistan ve Irak en güzel örnekler.

GENELKURMAY BAŞKANI ORGENERAL JOHN CAINE DE KNESSET’TE

Trump, Knesset’e yanında 22. Genelkurmay Başkanı Hava Orgeneral John Daniel Caine’i de getirdi.  Caine, 1. Trump döneminde Irak ve Suriye’de İŞİD’e karşı yürütülen hava operasyonlarının başında yer almış, CENTCOM Hava Komutan Yardımcılığı yapmış bir general. Ancak ABD’de Trump’ın sadık bir destekçisi olarak siyasete karışmış ve mevcut görevi hak edecek özellik ve liyakate sahip olmadığı açık kaynaklarda sıkça yer alan bir asker. Trump konuşmasında onu aşırı övdü. Onun için ‘’İŞİD’i yenen adam’’ dedi. Yalnız aynı Trump daha önceleri İŞİD’i kuranın Obama olduğunu da söyleyen birisi. Ayrıca İŞİD’in hiçbir zaman İsrail’e saldırmadığını hatırlatalım. Yine aklımızla alay ediliyor. Trump’ın Genelkurmay Başkanını yanında getirmesi ABD’nin yeniden savaş alanında İsrail’in yanında duracağı mesajını taşıyor. Trump’ın “biz kazanmak için savaşıyoruz” söyleminin sahadaki karşılığı şüphesiz onu yanında Kudüs’e getirmesiydi.  Bu yönü ile Caine’in Amerikan hava gücünün gölgesini taşıyan bir sembol olması önemli. Onun varlığı genelde İsrail’in rakiplerine ve sivillere hava gücü ile saldırıyor olmasına ABD’nin desteğinin artacağı ve özellikle İran’a karşı icra edilecek harekatlarda gerek hava savunma gerekse havada ikmal ve saldırı desteğinin devam edeceği mesajı olarak da okunabilir. Bu durum Trump’ın yeni dönemde barışı değil, caydırıcılığı merkeze alacağının işaretidir. Trump, Knesset kürsüsünde açıkça “İsrail doğru olanı yapıyor, kendi değerlerini savunuyor” derken, aslında ABD Siyonistlerine de “biz savaşmaktan çekinmiyoruz” mesajı veriyordu.

BAĞIŞÇI MIRIAM ADELSON DA KNESSET’TE

Amerikalı kumarhaneler kraliçesi 30 milyar dolar servet sahibi İsrail Doğumlu Amerikalı Yahudi Miriam Adelson ise Knesset Tiyatrosunun finansal ve ideolojik direği oldu. Yakın zamanda ölen eşi Sheldon Adelson’la birlikte Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilanı sürecinde Trump’a 1. Döneminde büyük bağışlar yapmış, Evangelik-Siyonist ekseni Washington’da güçlendirmişti. 2024 seçimleri için Trump’a 106 milyon dolar bağışlayan Adelson’u da yanına alarak ve onu alkışlatarak Trump hem Amerikan Yahudi sermayesine hem de Evanjelik seçmen tabanına “size olan sadakatim sürüyor” mesajını verdi. Adelson, Trump’ın Birinci Döneminde Kudüs Büyükelçiliği açılışında “Trump, modern bir Kiros (Cyrus)’tur” söylemini yaymış, bu mitolojiyi Amerikan sağında kutsal bir anlatıya dönüştürmüştü. Yahudi geleneğinde Pers Kralı Kiros, Babil esaretini sona erdirip Yahudilerin Kudüs’e dönmesine ve Tapınağı yeniden inşa etmelerine izin veren kral olarak anılır. Kadınlardan söz açılmışken kendi öz kızı, Yahudi Damadı Jared Kushner’in eşi İvanka ile ilgili Trump’ın şu  yorumu da çok dikkat çekici idi: İsrail’i gerçekten seven, hatta onu o kadar çok seven ve kızımın din değiştirdiği birine de (yani Kushner’e) çok özel bir teşekkür etmeme izin verin.” 

HERZOG’DAN AF TALEBİ

Trump’ın konuşmasında en ilginç anlardan birisi de Başbakan Netenyahu için salonda bulunan İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’dan onu hapse mahkûm edecek pek çok davadan affı için ricada bulunmasıydı. Konuşmasında başbakanın aldığı rüşvetlerden de yargılanması nedeniyle “Kim takar puroyu, şampanyayı?” gibi ifadeler kullanarak Netanyahu’nun iddia edilen lüks hediyelerle ilgili suçlamaları hafife aldığını ima etmesi de dikkat çekti. Bu durum aslında İsrail egemenliğini hafife alma konusunda sınır tanımamazlığının bir ölçütü oldu. Bu söylemle gerçekte Amerikan askeri ve finansal gücünün Netanyahu’nun ve temsil ettiği hukuk ve ölçü tanımayan, saldırgan koalisyonun yanında olduğu ve bunun devamı için Netanyahu’nun vaz geçilmez olduğu mesajını verdi.

VERİLEN MESAJ

Kısacası Knesset tiyatrosu bir diplomatik ziyaretin ötesinde, bir nevi Trump’ın narsist karakterinde güçlenen vahyin İsrail üzerindeki planına uygun liderlik iddiasını sahneye koydu. Knesset’te Trump, Genelkurmay Başkanı ve bir Siyonist bağışçıyı yanına alarak, ‘’ABD’nin askeri, mali ve ruhani gücü İsrail’in kaderine yeniden bağlanıyor’’ mesajını verdi. Benzer bir durum 1973 Yom Kippur savaşında her alanda geri çekilme ve yenilme aşamasına gelen İsrail’e Operation Nickel Grass ile devasa hava köprüsü üzerinden ABD’nin askeri yardım gönderme dönemine benzetilebilir. Bu durum gerçekte sosyal medya fenomeni ve gençlik lideri Charlie Kirk’ün suikastı sonrası ABD’de artan İsrail aleyhtarlığına da bir cevaptı. Diğer yandan bu gösteri Şarm El Şeyh’te kendisini Gazze soykırımına son veren, barışı getiren asrın lideri gibi söylemlerle öne çıkarmadan önce ortamı şekillendirme ve en azından Trump Barışı ilan edildikten sonra barışa devam şansı verme olarak da görülebilir. Adeta Trump Şarm El Şeyh öncesi İsrail’e bu gösteri ile hem garanti hem de rüşvet vermiştir. Çok değil bir gün sonra Netanyahu bir TV söyleşişinde ‘’Biz barışa bir şans veriyoruz. Hamas’ın silahsızlanması, Gazze’de silah fabrikalarının kapatılması ve sınır kaçakçılığı kontrolü gibi şartlar yerine gelmediği sürece barış süreci sağlıklı yürümez.’’ Diyordu. Trump’ın bu diplomatik nezaket ötesindeki aşırı övgü ve iltifata boğulan İsrail söyleminde belki de ‘’Aman İran’a saldırma. Bizi de bu karmaşanın içine çekme’’ mesajı da verilmiş olabilir. Zira bir Amerikan Başkanı tarihte hiçbir zaman İsrail gibi bir ülke karşısında hiç bu kadar iltifatkar bir duruma düşmedi. Veya Epstein dosyalarının kaderini kontrol eden Netanyahu’nun elinde Trump ve ekibinin aleyhinde çok güçlü deliller de olabilir. 17 Ekim 2025 tarihi itibariyle York dükü Prens Edward’ın tüm Kraliyet unvanlarından acele içinde vaz geçmesi bu konuda fikir verebilir.

ABD VE SİYONİZM DAYATMASININ ÇÖKMESİ

Bugün ABD’de İsrail’i eleştirmek, vatanseverliği sorgulamakla eşdeğer görülüyor. AIPAC’ın Kongre üzerindeki etkisi nedeni ile America First sloganı, milliyetçilikten çok İsrail’e sadakat testine dönüştü. Washington’da politika değil, İsrail’e ve Siyonizm’e sadakat süreci yaşanıyor. ABD iç siyasetinde “Önce İsrail” sendromu yaşanıyor. Ancak diğer yandan CNN’in ABD ve Almanya’da yaptığı anketlerde, tarihte ilk kez Filistin lehine görüşler çoğunluğa ulaşmış durumda. Amerikalı ünlü ekonomi Profesörü Richard Wolff’un “Yahudi olmakla Siyonist olmak artık aynı şey değil” sözleri, yeni bir vicdan hareketinin sembolü hâline geldi. Wolff , batı medyasının savaş suçlarını gizleyerek kendi ahlaki sınavını kaybettiğini belirtiyor. Maryland Üniversitesi ve Pew araştırmalarına göre genç Cumhuriyetçiler arasında İsrail’e sempati hızla azalıyor. 35 yaş üstü Cumhuriyetçilerin %52’si İsrail’e yakınken, 18-34 yaş grubunda bu oran %24’e düşüyor. Genç Evanjeliklerin yalnızca üçte biri İsrail’in Gazze operasyonlarını destekliyor. İsrail’in torunlarını bekleyen gelecek, bu gidişle, güvenlik takıntısının ve ekonomik yalnızlığın gölgesinde daralan bir ulus hayatına dönüşüyor. Benzer şekilde İsrail, silah gücüyle ayakta duran ama küresel meşruiyetini ve gençliğini yavaş yavaş kaybeden bir devlet durumuna düşmekte. Diğer yandan Gazze’deki görüntüler sosyal medya aracılığıyla sansürsüz biçimde yayılınca, Batı’nın propaganda duvarı çökmüş durumda. ‘’Önce İsrail” çizgisine anayasal tepkiler de doğuruyor; İsrail, tarihsel olarak ilk kez Amerika’yı kaybetme eşiğine sürükleniyor. Bazı analistlere göre Şarm El Şeyh’teki “ateşkes”, barışın değil, yeni bir savaşa hazırlığın nefes arasıydı. İsrail sahada Hamas karşısında kesin sonuçlu başarı elde edememiş, fakat bunu diplomatik bir zafer gibi sunarak “stratejik nefes” almıştı. İki yıllık yıkıma rağmen Filistinliler ne teslim oldu ne kaçtı. Netanyahu’nun “radikalizmden arındırma” söylemi pratikte sonuç vermiyor. Direniş, İsrail’i moral ve siyasi açıdan yıpratıyor. Diğer yandan ateşkesler askeri yenilginin diplomatik sessizliğe tercümesi olarak okunabilir. Bu görüşe göre ateşkes, İran’a yönelik hazırlığın perde arkasındaki ilk aşaması da olabilir. Gazze için Şarm el Şeyh gösterisi İran’la hesaplaşma için taktik bir perde de olabilir. Her “insani ara”, İsrail için yeniden donanım, ABD için de savaşa fiilen bağlanma arasına dönüşebilir. Ancak İran’ın ABD ve İsrail karşısında duruşu da son zamanlarda ciddi değişikliğe uğruyor. 12 günlük savaşın son 4 gününde İran İsrail’e ciddi zarar verdi ve Netanyahu Trump’dan acele ateşkes isteme baskısında bulundu. İran bunun farkında ve ikinci çatışmaya çok daha hazırlıklı durumda. Bu kez ABD ile danışıklı dövüş yerine gerçek çatışma senaryoları da devreye girebilir.

ÇÖKÜŞ PSİKOLOJİSİ VE SAVAŞ

ABD’nin günümüzde bırakalım Tayvan ve Çin krizini diğer üç cephede (Ukrayna, İran, Venezuela) karşılaştığı stratejik açmazların ortak kökenini sistemsel sorunlar ve liderlik krizi oluşturuyor. Bu satırlar yazılırken 17 Ekim 2025 günü ABD’nin 2500 ayrı yerinde Trump Karşıtı No King (Krala Hayır) mitingleri devam ediyor ve hükümet 18 gündür bütçesiz devam ediyordu. Kısacası tek kutupluluğun sahibi Anglo-Amerikan, Anglo-Siyonist imparatorluk çözülme aşamasında. Trump’ın yeniden kurmaya çalıştığı düzen, aslında bu çözülüşe karşı bir öfke refleksi olarak ortaya çıkıyor. BRICS ve Çin-Rus ittifakı doların merkeziliğini sarsıyor; Altın aldı başını gidiyor. ABD bu nedenle gümrük, yaptırım ve hatta savaşla dolarizasyonu korumaya yöneliyor. Ancak bu “yeniden egemenlik” arzusu, giderek mali kriz ve iç siyasi gerilimle birleşen bir nihilizme dönüşüyor. Liberal hegemonya artık bir söylem değil, yerini kaba güce ve yönetilen kaosa bırakan bir çöküşün sembolüne dönüşüyor. Batı, dünyayı yönetmekten çok kriz menejmanı yapan bir varlığa dönüşmüş durumda; meşruiyet hukukla değil, sonradan icat edilen gerekçelerle üretiliyor. Kural temelli dünya, kanun temelli dünyanın yerini alıyor. Peki kimin kuralı bunlar? Ayrıca dünya evanjelistler, aşırı dinci Yahudiler ve CIA/MI6/MOSSAD ürünü köktendinci İslamcılar sayesinde “Tanrı’yı vekil tayin eden devletler” dönemine girdi; savaşlar tarihte örneği 1648 Westphalia öncesi gözlenen ideolojiler ve kutsal metinler üzerinden yürütülüyor.  Armageddon ihtirası inancın devletleştiğikutsal anlatıların askeri plana dönüştüğü bir çağın habercisi. ABD ve İsrail güvenlik kurumlarında Evanjelik ve Siyonist ağların belirleyici hale gelmesi, dini ezoteriyi stratejiye dönüştürüyor. Savaş artık jeopolitik değil, teopolitiktir.  Ortadoğu, Doğu Akdeniz’den Hürmüz’e kadar yeniden bir fay hattına dönüşmüş durumda. ABD “snapback” yaptırımlarını devreye sokarken, İsrail uzun menzilli operasyonlara hazırlanıyor. Ancak İran vurulursa cevap verecek şekilde değil, vurulduğunda bile yaşayacak şekilde yapılandı. Böyle bir denklemde ABD, savaşa “istemeden değil ya İsrail’in emrivakisi ya da koruma refleksliyle” sürüklenecek. Bu nedenle denilebilir ki ABD artık “savaş başlatmıyor”, koşulları yaratıyor. Her durumda ABD’nin gücünün temel görevinin Avrasya’nın birleşmesini engellemek (Mackinder hattı) olduğunu hatırlatalım. Ancak artık batının stratejik tükenişi her şeye rağmen kaçınılmaz.  Doğu’nun yeniden doğuşu engellenemeyecek boyutlarda.

SONUÇ: HEGEMONYANIN SON EVRESİ

Trump’ın mutlak egemenlik söylemi, Amerikan imparatorluğunun gerileme sendromunu gizlemeye çalışıyor. Ancak doların sarsılması, askeri üstünlüğün aşınması ve ideolojik ittifakların yorgunluğu bu düzeni sürdürülemez kılıyor. Tarihin hiçbir döneminde zulüm, barışın mimarı olamamıştır. Gazze’nin harabeye çevrildiği, ortamda “barış” kelimesini telaffuz etmek, insanlığın kendi diline bir nevi ihanetidir. Şarm el-Şeyh’te sahnelenen bu tiyatro, yalnızca siyasi bir gösteri değil, aynı zamanda ahlaki bir çöküşün de perdesidir. 1973’te Yom Kippur’un dumanı altında kurulan Batı merkezli düzen, bugün aynı silah, aynı dil, aynı kibirle çöküşünü ilan etmektedir. “Peace 2025” adını taşıyan bu proje, soykırımdan barış, işgalden özgürlük çıkarabileceğini sananların yüzsüzlüğünü temsil ediyor. Ancak hiçbir imparatorluk, kendi vicdanını yaktığı bir dünyada kalıcı olamaz. Çünkü ateşin üstünde barış inşa edilmez. Barış, öldürülenin sessizliğinde değil; mazlumun adalet bulduğu günde başlar. Trump ve ardındaki evanjelik-siyonist sistem, artık sadece vassallarını aldatabiliyor. Dünya büyük uyanışını yaşamaya devam ediyor.

TÜRKİYE DERSLERİ

Ülkemiz bu çöken düzenin sahnesinde figüran değil, tarihsel bir eksenin taşıyıcısı olmalıydı. Şarm el-Şeyh’te “aman bize dokunmayın” kaygısıyla sessiz kalan devletler, yarın kendi coğrafyalarında aynı oyunun hedefi olacaklardır. Ankara ne Batı’nın çürüyen ahlaki düzenine ne de Doğu’nun edilgen bekleyişine teslim olmamalıdır. Türk diplomasisi, Tanzimat’tan beri yaşadığı bağımlılık refleksini kırarak yeniden kurucu bir iradeye dönmelidir. Gazze meselesinde yapılması gereken, tarafsızlık değil, insani ve hukuki bir taraflılıktır: mazlumdan yana, işgale karşı, hukuktan sapmayan bir taraflılık. Türkiye, Montreux’den Cenevre’ye, BM’den Şanghay’a kadar her platformda “soykırımdan barış doğmaz” tezini sistematik biçimde işleyecek yeni bir diplomatik dil geliştirmelidir. Bu dil ne Batı’nın dillerine benzemeli ne de Doğu’nun sessizliğine sığınmalıdır. Çünkü Türkiye’nin tarihsel görevi, yıkılan düzenin yerine adalet merkezli bir jeopolitik inşa etmektir. Bu çerçevede yaklaşan İran İsrail krizine hazırlık safhasında Kürecik radarının ve İncirlik Üssünün ABD ortak kullanımına kapatılması; Doğu Akdeniz’deki NATO görevlerinden gemilerimizin çekilmesi düşünülmelidir. Kardeşimiz Azerbaycan’ın İsrail’in Doğu Akdeniz’deki her türlü doğal gaz işletim/sondaj faaliyetlerine ortak katılımdan geri çekilmeye ikna edilmesi dikkate alınmalıdır. KKTC’deki askeri varlığımız artırılmalı, Güney Kıbrıs’a getirilen İsrail yapımı Barak MX hava savunma füze sistemine karşı Türkiye elindeki S 400 hava savunma sisteminin an azından bir bataryasını KKTC’ye yerleştirmelidir.