Suriye ile anlaşmazlıklar, karmaşık ve uzun süre devam etme eğilimindedir.
Birçok ülke askeri gücünün de dahil olduğu vekalet savaşları, bu ülkedeki siyasi hedefe ulaşmadaki yetersizliği ve istikrarsızlığı gözler önüne serdi.
Türkiye’nin Arap Baharı’ndan beklentisi; Baasçı rejimler ile monarşilerin yıkılacağı ve siyasal islam zemininde ülkeyi yönetme arzusunda olan hükümetlerin iş başına geçeceği yönündeydi.
ABD’nin uyguladığı politikalardaki belirsizlik, Suriye iç savaşının gidişatını değiştirmeye yetmemiş ve Beşşar Esad’ın görevden gitmesine imkan tanımamıştır.
Türkiye’nin kendi iç sorunu olan PKK’yı etkisiz hale getirmeyi amaçladığı düşüncesi de, ABD’nin yan çizmesiyle arzu edilen sonuca ulaşmamıştır.
İlk başlarda rejim karşıtı sürdürülen çaba ve mücadele, daha sonraları ABD tarafından farklı algılanınca, savaşın gidişatı ve isyanın niteliği, Türkiye’nin beklediğinden daha kötü bir hal aldı.
ABD gizlemeye bile gerek duymadığı ilişkileri çerçevesinde, IŞİD’a karşı mücadelesinde askeri varlığını ve siyasi güvenini kazanan PKK ve PYD/YPG birlikteliğini kuvvetlendirirken, terör örgütleri lehine büyük toprak kazanımları sağlattı.
Bölücü terör örgütler ile ABD’nin çıkarları sahada kesişmiş, Esad rejimi hem sınırlarında hem de topraklarında kontrolü büyük oranda kaybetmiştir.
Adana mutabakatı varken, Soçi ve Ankara mutabakatlarının imzalanmasıyla, sorun iyiden iyiye “Arap saçına dönmüş” ve “Türkiye’nin elini kolunu hepten bağlamıştır.”
ABD’nin bölücü terör örgütleri ile işbirliği ve sığınmacı hareketlerinin kontrol edilemez hale gelmesi neticesinde; sosyal, ekonomik ve siyasal dokusu büyük zarar gören Türkiye, strateji ve politikasında değişikliğe gitmek zorunda kaldı.
Bu aşamada, ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) daha da güçlendirildi.
Ancak, yapmaya çalıştığı harekatlarla sınırlarında tek başına hakimiyet kurmasına fırsat verilmediği gibi, kendi ülkesine olan saldırıların önüne tam da geçemedi.
Başlangıçta ABD ile Türkiye’nin Suriye’deki savaşı bitirmek gibi ortak bir hedefe sahip bir görüntü vermelerine rağmen, amaç ve araçlar arasındaki derin görüş ayrılıkları, artık gün ışığındadır.
Ülke güvenliği ve bütünlüğünü esas alan temel çıkarlarını tehdit eden yeni oluşumları, Türkiye’nin kabullenmesi asla ve kat’a beklenmemelidir.
Son zamanlarda iki müttefik ülke ilişkilerindeki olumsuz görüntüyü fırsata çeviren RF’nin arabuluculuğunda gerçekleşen Türkiye ve Suriye görüşmeleri, ABD’yi rahatsız etmiş durumdadır.
Nitekim ABD yönetimi; “Türkiye-Suriye yakınlaşmasını doğru bulmadıklarını ve Şam rejimiyle ilişkilerin düzeltilmesini desteklemediklerini açıklayarak” bölgedeki çıkarlarından geri adım atmayacakları mesajını açık ve net ortaya koymuştur.
ABD’nin mücadelesi görünürde IŞİD olsa da, denize çıkışı olan Irak’taki benzeri bir devletçiği Suriye’de de kurdurarak, kendine müzahir İsrail ve Ermenistan ile enerji kaynaklarını kontrol altında tutma isteğidir.
2011 yılından beri devam etmekte olan Suriye açmazında sorunlar, kolayca çözümler bulunabilecek nitelikten uzaktır.
BM nezdinde gerçekleşen Cenevre Suriye barış görüşmelerinde arzu edilen ilerlemenin sağlanamadığı apaçık ortadayken, çözümün esas noktası komşu iki ülkenin iyi niyetli ve özverili yaklaşımı ile ortaya koyacakları iradedir.
Her iki ülkenin yakınlaşması, Suriye coğrafyasında yer alan tüm yasal oluşumların yararına olacak ve kan dökülmesinin azıcık olsa da önüne geçilebilecektir.
Ukrayna Savaşı’nda Moskova ve Vashington birbirini örselerken, elverişsiz koşullara rağmen çözüm öncelikleri!..
- Toprak bütünlüğüdür.
- Egemen devletin varlığının tanınmasıdır.
- Sığınmacıların ülkelerine dönüşlerine hız verilmesidir.
- Ülkenin geleceğinin, kendi halkının iradesiyle oluşturacağı Anayasa’dır.
- PKK/PYD/YPG/IŞID ve benzeri terör örgütlerin sonlandırılmasıdır.
- Adana mutabakatına dönülmesidir.
Son sözse; “Tünelin ucundaki ışık görünür mü? Bilinmez. Bundan sonrası mı? Ne Şam’ın şekeri, ne arabın yüzü politikalar olmalıdır.”
İsmet Hergünşen