24 Kasım: Bir milletin hafızasında saklı ışık

Bir milletin yarınını sırtlayan, çocukların sesinde geleceği yoğuran, toplumun hafızasında en diri izlerden biri olarak kalan o büyük emek insanı.

24 Kasım, işte bu kıymetin; görünmeyen çabanın, sessiz fedakârlığın yeniden hatırlandığı özel bir gün.

Atatürk’ün 1928’de söylediği o tarihî cümle hala eğitim felsefemizin en berrak pusulası olmaya devam ediyor:

“Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.”

Bu söz bir unvandan ziyade, bir neslin yüklediği sorumluluğu ve bir idealin omuzlara bıraktığı emaneti anlatır.

Dünyanın farklı köşelerinde öğretmenler değişik tarihlerde anılır; Hindistan’da 5 Eylül, Güney Kore’de 15 Mayıs, ABD’de mayısın ilk haftası…

Ama tarih ne olursa olsun değişmeyen tek gerçek vardır: Öğretmen, her toplumun vazgeçilmez gücüdür.

Türkiye’de 24 Kasım, devlet törenlerinden okul koridorlarındaki mütevazı kutlamalara kadar geniş bir yelpazede karşılık bulur. Çocukların yazdığı şiirler, özenle hazırlanan küçük sürprizler, bir demet çiçek ya da kelimelere sığmayan sıcak bir “teşekkür” …

Tüm bunların ardında ise çok daha derin bir anlam gizlidir: Öğretmenlik, yalnızca bir meslek değil, bir toplumun vicdanı ve ortak hafızasıdır.

Bugün bilgi herkesin erişimine açık; fakat bilginin içinden doğruyu seçmek, onu süzmek, yönlendirmek ve anlamlandırmak her zamankinden daha güç.

O nedenle öğretmen artık yalnızca ders anlatan değil; veri analiz becerisiyle, psikolojik rehberliğiyle öğrenme yolculuğunun mimarıdır.

Çocukları geleceğin mesleklerine hazırlayan odur; eleştirel düşünmeyi, uyum becerisini, araştırma merakını tutuşturan da…

Öğretmen sınıfta ders anlatırken, aslında toplumun 5-10 yıl sonrasının şekline ince bir çizgi çekmektedir.

Demokratik kültür, çalışma disiplini, toplumsal ahlak, eleştirel düşünce…

Hepsi sınıfın sessiz köşelerinde filiz verir.

Bu yüzden öğretmen, modern devletin en uzun vadeli aktörüdür.

Ne var ki bu görünmez güç çoğu zaman hak ettiği değeri bulmaz; ekonomik zorluklar, artan iş yükü, kalabalık sınıflar, teknolojik dönüşümün baskısı, toplumsal beklentilerin ağırlığı…

Öğretmenlik bugün hala en çok fedakarlık isteyen mesleklerin başında gelir.

Hepimizin belleğinde bir okul ve onu da süsleyen cesaret sahibi bir insanı vardır…

Sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkıp akşam karanlığıyla döndüğümüz o yıllar…

İlk arkadaşlıklar, ilk sevinçler, ilk kırgınlıklar…

Ve tüm bu geniş zamanın ortasında bir ışık gibi duran öğretmen…

Verdiği bilginin yanı sıra cesaretiyle yaşatır bizi.

Aklımızı büyütür, yüreğimizi genişletir.

Ülkemizi, insanımızı, toprağımızı öğreten odur; kaygılarımızı yatıştıran, umutlarımızı yeşerten, yolumuzu aydınlatan…

Çünkü öğretmenlik yalnızca kitap bilgisinin aktarılması değil, bir insanın kalbine dokunabilme sanatıdır.,

Şefkatin, sabrın, nezaketin ve adaletin somut hali…

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Atatürk, eğitimi bir ülkenin varoluş mücadelesinin temeli olarak gördü.

“Milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir.” derken; “Benim anlatılacak asıl yanım öğretmenliğimdir.” sözüyle bu inancı daha da belirginleştirdi.

11 Kasım 1928’de “Millet Mektepleri Başöğretmeni” unvanını alması, bu düşüncenin devlet politikası olarak vücut bulmasıydı.

1981’den bu yana 24 Kasım’ın Öğretmenler Günü olarak kutlanması ise bu mirasın doğal devamı.

Bugün öğretmenlerimize borcumuz yalnızca bir teşekkür değil; çünkü onların emeği, bu toplumun en derin yerinde yaşamaya devam ediyor.

Bir anne gibi, bir baba gibi, bir kardeş gibi… Bazen bir dost, bazen bir rehber…

Ama her zaman hayatın en unutulmaz eşlikçisi…

Son sözse; Pek çoğumuzun çocukluğundan kulağında kalan o sıcak cümlede saklı: “Öğretmenim, canım benim…”